BERCESTE VE İZAHI – 83 –

BERCESTE VE İZAHI – 83 –

​1. Hakikat Yolculuğu: Fuzûlî’den Bir İktibas
​İktibas: “Kad enâre’l-ışku li’l-uşşâki minhâce’l-hüdâ / Sâlik-i râh-ı hakikat aşka eyler iktidâ”
Türkçe İzâh ve Açıklama: Aşk, âşıklara hidâyet yolunu aydınlatınca, hakikat yolcusu da aşka uyar ve onun gösterdiği yoldan gider.
​Bu beyt, büyük Dîvan şâiri Fuzûlî’nin tasavvufî aşk anlayışını veciz bir biçimde dile getirmektedir. “Minhâc-ı hüdâ” tabiri, doğru ve aydınlık yolu işaret eder. Fuzûlî’ye göre, kâmil bir mürşid gibi aşk, hakikate susamış bir sâliki (yolcu) doğru istikamete sevk eden bir kılavuzdur. İnsan, nefsanî arzularla dolu olan bu fânî hayatta, hakiki Vuslat’a erebilmek için nefsini terbiye etmeli, hamlığını aşk ateşinde yakmalıdır. Bu ateş, onu maddî kayıtlardan kurtararak mânevî bir yükselişe hazırlar. Aşk, mecazdan hakikate köprüdür; beşerî aşktan ilâhî aşka bir geçiş kapısıdır. Bu açıdan, aşka tâbi olan kişi, Allah’a giden yolda asla sapmaz, zira aşk onun kalbine konmuş ilâhî bir nurdur.
​Bu beytin ihtiva ettiği makale şöyledir:
Aşk, Hakikatin Mîhenk Taşıdır
İnsanoğlu, varoluşundan bu yana Hakikati arayan bir yolcudur. Bu zorlu ve meşakkatli yolculukta nice duraklar, nice imtihanlar vardır. Fuzûlî’nin bu mübarek beytinde buyurduğu üzere, hakikat yolunun yegâne rehberi aşktır. Aşk, sadece bir duygu değil, aynı zamanda ruhu temizleyen, kalbi arındıran ve insana ulvî gayeler bahşeden bir nurdur. Mecazî aşklardan süzülen damlalarla Hakiki Aşk denizine ulaşan sâlik, o denizdeki feyz ile hakikate yelken açar. Aşk, âşığın gözündeki perdeyi kaldırarak ona kâinattaki bütün güzelliklerin bir ve tek kaynaktan neş’et ettiğini gösterir. Böylece, yolcu kendi benliğinden soyunarak Maşuk’un varlığında fânî olur. Bu fânîlik, aslında ebedî bir dirilişin başlangıcıdır.

​2. Dünyaya Meyl Etmeyenin İsyanı: İsmail Hakkı Zühdü Efendi’den Bir İktibas
​İktibas: “Ey felek bî-derd olan insanı al da taşa çal / İstemem dünya seni hûbânın al da taşa çal”
Türkçe İzâh ve Açıklama: Ey dertten nasibi olmayan insanı al da taşa vur! Ey dünya, güzelliklerini de al, onları istemem, taşa vur!
​ Bu beyit, dünyaya karşı duyulan şiddetli bir kayıtsızlığı ve nefsanî arzulardan, zevk ve sefalardan yüz çevirmeyi anlatır. Dert, tasavvuf ehli için bir lütuf ve manevi bir yükseliş vesilesidir. Bî-derd olmak, dertten nasipsiz kalmak ise mânevî bir felakettir. Dolayısıyla, şair, felekten dertsizleri taşa çalmasını istiyor; bu, onların hamlıklarının ve gafletlerinin cezasıdır. Keza, dünya ve onun fânî güzellikleri de aşığın nazarında değersizdir.
​Bu beytin ihtiva ettiği makale şöyledir:
Dert, Âşığın En Bâkiyâne Azığıdır
Modern hayat, insana dertsiz bir hayat vaat eder. Oysa ki mâneviyatı derin olan bir kalp için dert, bir imtihan olduğu kadar, aynı zamanda bir terbiye ve olgunlaşma vesilesidir. İsmail Hakkı Zühdü Efendi, bu hakikati en keskin ifadesiyle dile getirir: bî-derd olan, yani kalbi hiç dert çekmemiş insan, hakiki mânada dirilmemiştir. Dert, ruhu sarsar, dünya zevklerinin boşluğunu idrak ettirir ve kalbi Allah’a yönelmeye sevk eder. Bu nedenle, âşık, dünyanın bütün güzelliklerinden, hûbânından (güzellerinden) yüz çevirir ve onları değersiz addeder. Zira onun gözü Maşuk’un cemalinden gayrısını görmez. Hakiki hayatın lezzeti, dünyanın geçici zevklerinde değil, Maşuk’a vuslat arzusunda ve bu uğurda çekilen dertlerdedir.

​3. Günah Yükünün Ağırlığı: Tâhirü’l-Mevlevî’den Bir İktibas
​İktibas: “Eli boş gidilmez gidilen yere / Rabbim boş gelmedim ben suç getirdim”
Türkçe İzâh ve Açıklama: Gidilecek yere eli boş gidilmez. Rabbim, ben sana eli boş gelmedim, (aksine) günahlarla dolu bir hayat getirdim.
​Bu kıt’a, Tâhirü’l-Mevlevî’nin kendi kabir taşına yazılmasını vasiyet ettiği meşhur bir sözüdür. Beytin devamı, “Dağlar çekemezken o ağır yükü / İki kat sırtımda pek güç getirdim” şeklindedir. Şair, Ahzâb Sûresi’ndeki “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korktular. Onu insan yüklendi…” (33:72) meâlindeki ayete telmihte bulunmaktadır. İnsan, nefsine zulmederek bu emaneti yüklenmiştir. Tâhirü’l-Mevlevî, bu ağır emanetin bilincinde olarak, Rabb’in huzuruna eli boş gelmediğini, aksine günah ve suçlarla dolu bir hayatın yükünü getirdiğini itiraf eder. Bu, bir acziyetin, bir pişmanlığın ve Allah’ın merhametine sığınmanın en samimi ifadesidir.
​Bu beytin ihtiva ettiği makale şöyledir:
İnsan ve Emanet Yükü: Hakikate Açılan Kapı
İnsanın bu fânî hayattaki en büyük mücadelesi, nefsine galip gelmek ve kendisine yüklenen İlâhî emaneti korumaktır. Tâhirü’l-Mevlevî, bu zorlu yükün farkında olarak, Rabb’in huzuruna varış anını tasvir etmektedir. Dağların dahi çekinip kaçtığı bu manevî emanet yükü, insanoğlunun omuzlarına yüklenmiştir. Bu kıt’a, insanın günahkâr yönünü, kusurlu tabiatını ve buna rağmen Allah’ın engin merhametine olan ümidini gösterir. Eli boş gitmemek, günahla dolu da olsa bir hayattan ibaret bir şeyler getirmiş olmaktır. Bu, o günahları getirerek, affedilme talebinde bulunmaktır. İbret odur ki; insan, Rabb’in divanına suçsuz olarak çıkmayı değil, suçunu itiraf edip tövbe kapısına sığınmayı tercih etmelidir. Zira Hakiki Vuslat, ancak pişmanlık ve teslimiyetle mümkündür.

​4. Gafil İnsan ve Vakit: Şeyyâd Hamza’dan Bir İktibas
​İktibas: “Ne yatarsın ey gafil gözün aç gör bu erkânı / Hakk’a ermek diler isen oku âyât-ı Kur’ân’ı”
Türkçe İzâh ve Açıklama: Ey gafil insan, neden yatıyorsun? Gözünü aç da bu nizamı, bu kainat erkânını gör! Eğer Allah’a ermek istiyorsan, Kur’an’ın ayetlerini oku.
​Şeyyâd Hamza’nın bu beyti, insana gafletten uyanması için güçlü bir çağrıdır. “Erkân,” yani nizam, düzen ve kaide, bu beyitte kâinatın muazzam işleyişini ve bu düzenin yaratıcısını işaret eder. Gafil insan, dünyaya dalıp asıl vazifesinden habersiz olandır. Şair, insandan sadece gözüyle değil, gönül gözüyle de bakmasını ister. Hakikate ermenin yolu ise bu kâinat kitabını ve onun asıl muhtevası olan Kur’an-ı Kerim’i idrakten geçer. Zira Kur’an, bütün sırları ihtiva eden ve insanı doğruya, güzele ve hakikiye sevk eden ilâhî bir kelâmdır.
​Bu beytin ihtiva ettiği makale şöyledir:
Gaflet Uykusundan Uyanmak: Kalp Gözünü Açmak
Hayat, bir uyanış ve idrak serüvenidir. Fakat insanoğlu, çoğu zaman gaflet perdeleriyle örtülmüş bir kalp ile hayatını idâme ettirir. Şeyyâd Hamza’nın bu nasihati, bu gaflet uykusunun ne kadar tehlikeli olduğunu bize hatırlatır. Kâinat, ilâhî sanatın en mükemmel bir eseridir. Her bir zerrede, her bir hadisede hikmetler gizlidir. Gaflet, bu hikmetleri görmeye mâni olan bir hastalıktır. Bu hastalıktan şifa bulmanın yegâne ilacı ise Kur’an-ı Kerim’in şifalı ayetlerini okumak ve tefekkür etmektir. Zira Kur’an, insana hem kâinat kitabını doğru okumayı öğretir hem de kendi nefsindeki sır perdelerini aralar. Hakikat, ancak bu iki kitabın birlikte okunmasıyla idrak edilebilir.

​5. Dert ve Şifâ: Dede Ömer Rûşenî’den Bir İktibas
​İktibas: “Bir derde sataşdım ki devâ yâdıma gelmez / Bir rence ulaştım ki şifâ yâdıma gelmez”
Türkçe İzâh ve Açıklama: Öyle bir derde düştüm ki, ilâcı, devası aklıma bile gelmiyor. Öyle bir zahmete, bir ıstıraba ulaştım ki, şifa aklıma gelmiyor.
​Dede Ömer Rûşenî’nin bu beyti, bir âşığın aşk derdinin derinliğini ve şiddetini tasvir eder. Aşk, öyle bir derttir ki, bütün maddî ve manevî dertlerin devası olan şifayı unutturur. Bu beytin muhtevası, aşkın bir hastalık değil, aksine âşığı bütün hastalıklardan kurtaran bir hayat pınarı olduğunu işaret eder. Aşk derdiyle yanan âşık, çektiği acıdan dahi haz alır. Zira bu acı, onu Maşuk’a yaklaştıran bir vesiledir. Aşkın ıstırabı, ruhu inceltir, kalbi cilâlar ve onu Vuslat’a hazırlar. Bu nedenle, o dertten kurtulmayı, yani şifâ bulmayı bile düşünmez, zira o dert, onun için bir lütuf haline gelmiştir.
​Bu beytin ihtiva ettiği makale şöyledir:
Aşk Derdi: En Tatlı Şifa
İnsanın hayatında tattığı en büyük lezzetlerden biri, dert çekmektir. Lakin bu dert, sıradan bir dert değil, aşk derdidir. Dede Ömer Rûşenî, bu derdin derinliğini öyle bir dille anlatır ki, devasının dahi akla gelmeyecek kadar derin ve müessir olduğunu belirtir. Aşk, âşığı öyle bir mestliğe sevk eder ki, o mestlikte ne zahmet kalır ne de şifâ arayışı. Aşk derdiyle yanan kalp, âdeta temizlenir ve bütün kötülüklerden arınır. Bu dert, dünyevî zevklere olan meyli ortadan kaldırır ve ruhu ilâhî bir zevke hazırlamaya başlar. Öyle ki, bu dert, âşığı nefsinden uzaklaştırarak, onu bir ve tek olan Maşuk’a yöneltir.

​Makalenin Hülasası (Özeti)
​Bu makale, Fuzûlî, İsmail Hakkı Zühdü Efendi, Tâhirü’l-Mevlevî, Şeyyâd Hamza ve Dede Ömer Rûşenî gibi büyük şahsiyetlerin eserlerinden iktibas edilen beyitler üzerinden insan hayatının manevî seyrini ele almaktadır. Aşkın, hakikate giden yolda bir kılavuz olduğu, dert ve ıstırabın ruhu olgunlaştıran bir lütuf olduğu, gafletten uyanışın kâinatı ve Kur’an’ı idrakle mümkün olacağı ve günah yükünün ancak tövbe ve itirafla hafifleyeceği hususlarına değinilmektedir. Makale, bu beyitlerin her birinin ayrı bir konuyu işlediğini ancak temelinde “insanın varoluş gayesi” ve “Hakiki Vuslat” arayışı gibi ortak bir manevî muhtevayı ihtiva ettiğini anlatır. Her bir beyit, insana kendi iç dünyasına dönüp tefekkür etmesi ve hayatını mânevî bir gayeyle yaşaması için bir davet hükmündedir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
17/10/2025

 

 

Loading

No ResponsesEkim 18th, 2025