BERCESTE VE İZAHI – 79–
BERCESTE VE İZAHI – 79–
1. Beyit: Azerî Çelebi’nin İnsan ve Söz Üzerine Hikmetli Sözleri
İktibas:
“Halk-ı cihan lutf ile hep şâd olur
Bir söz ile bir gönül âbâd olur”
İzah ve Açıklama:
Bu beyit, insan ilişkilerinde nezaketin, lütfun ve güzel sözün ne denli mühim bir yer tuttuğunu anlatır. Şair, dünya halkının, yani insanların, kendilerine gösterilen lütuf ve iyilikten dolayı mutlu olduğunu, ferahladığını dile getirir. Ancak beyitin ikinci mısrası, bu genel hakikati daha da hususi bir boyuta taşır. Sadece bir tek güzel sözün dahi, yıkılmış, ıssız kalmış bir gönlü yeniden mamur ve âbâd edebileceğini ifade eder.
Bu beyit, Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalâtu vesselâm) “Güzel söz sadakadır” hadis-i şerifini hatırlatır. Bir insanın gönlünü almak, ona moral vermek, derdine ortak olmak veya sadece güzel bir kelamla hitap etmek, maddi bir yardım yapmaktan daha tesirli olabilir. Zira para ve mal ile giderilen ihtiyaçlar sadece geçicidir, ancak güzel bir sözün bıraktığı tesir kalıcıdır. Sıkıntılı bir anında, bunalımda olan bir kişiye uzatılan bir el, sarf edilen tesellî veren bir cümle, o kişinin hayatına yeni bir yön verebilir. Bu, aynı zamanda İslam’ın tebliğ metodunun da temelidir. Tebliğ, kaba ve sert bir üslupla değil, bilakis lütuf, merhamet ve güzel sözle yapılır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, Firavun’a dahi “yumuşak söz” ile konuşulması emredilmiştir.
2. Beyit: Haşmet’ten Dünyanın Aldatıcı Zînetine Karşı Bir Uyarı
İktibas:
“Aldanma meded zînet-i dünyâyı n’idersin
Bî-vâye gelip dehre tehî-mâye gidersin”
İzah ve Açıklama:
Haşmet, bu beyitte dünyanın aldatıcı ve geçici süslerine aldanmamamız hususunda kuvvetli bir ikazda bulunur. Şair, dünyanın süslerine aldanarak ne yaptığımızı sorgular. Hayatımızdaki gayenin, sadece dünya malı ve zevkleri peşinde koşmak olmadığını vurgular.
Beyitin ikinci mısrasında, dünyanın fâniliğini ve ahiretin ebedîliğini akıllara kazır. İnsan, bu dünyaya “bî-vâye” yani hiçbir şeye sahip olmadan, çıplak bir şekilde gelmiştir. Öyle ise, bu dünyadan da “tehî-mâye”, yani boş bir sermaye ile, hiçbir şey elde etmeden gidecektir. Bu beyit, Hazret-i Ali (radıyallâhu anh)’nin “Dünya, bir gölge gibidir. Sen onu kovalarsan ondan kaçar; ona sırtını dönersen seni takip eder” sözüyle de aynı manada. Dünyanın malı, mülkü, şöhreti, makamı sadece birer imtihan vesilesidir. Hakiki sermaye, iman, amel-i salih ve güzel ahlaktır. İnsan, bu dünyadan giderken, sadece bu sermayeyi beraberinde götürür. İbret alınacak en mühim husus, dünya hayatının bir hazırlık dönemi olduğu ve ahiret hayatının ise ebedî bir hayat olduğudur. Bu makalenin muhtevası, bu manevî sermayenin kıymetini idrak etmeye matuf olmalıdır.
3. Beyit: Bayburtlu Zihnî’den İnsanlığın Göçü ve Yalnızlığı Üzerine
İktibas:
“Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Câmlar şikest olmuş meyeler dökülmüş
Sâkiler meclisden kesmiş ayağı”
İzah ve Açıklama:
Bu beyit, Bayburtlu Zihnî’nin 1828 Rus istilasından sonra memleketine dönerek gördüğü hazin manzarayı tasvir eder. Beyit, sadece tarihî bir olayı değil, aynı zamanda insanın fâniliğini, mekanların geçiciliğini ve hayatın acı hakikatlerini dile getirir. Şair, yurduna döndüğünde, geçmişin izlerinin silinmiş olduğunu, cana can katan insanların artık orada olmadığını görür. “Ayağ göçürmüş” ifadesi, insanların tamamen oradan ayrıldığını, göç ettiğini anlatır. Yurt, ıssız bir otağa dönmüş, evler yıkılmış, camlar kırılmış ve meyveler dökülmüştür.
”Sâkiler meclisden kesmiş ayağı” mısrası ise manevî bir derinlik taşır. Zira “sâkî”, meclise neşe veren, meclislerin sâkileri, yani hayatı yaşanılır kılan, ilim ve irfanla meclislere feyz veren kişiler artık orada değillerdir. Bu, sadece bir şehrin harabiyetini değil, aynı zamanda bir medeniyetin, bir kültürün çöküşünü de sembolize eder. Bu beyit, bize vatan ve millet sevgisini, aynı zamanda dünyanın bir handan ibaret olduğunu, her şeyin fani olduğunu hatırlatır. Tarih, bu gibi göç ve yıkım hikâyeleriyle doludur. Bu hikayeler, bizlere hayatın ne kadar kırılgan ve değişken olduğunu, bu sebeple de her anı kıymet bilerek yaşamamız gerektiğini telkin eder.
4. Beyit: Lâedrî’den İzzet-i Nefs ve Cömertlik Üzerine
İktibas:
“Agniyâya arz-ı hâcet etme müstağnî bulun
İhtiyâcın söylemekdir şahsı ednâ gösteren”
İzah ve Açıklama:
Bu beyit, dilenmekten, zenginlere el açmaktan kaçınmayı, izzet-i nefsi muhafaza etmeyi öğütleyen bir ahlak dersidir. Şair, zenginlere, makam sahibi insanlara ihtiyaç arz etmemeyi, onlara halini anlatmamayı tavsiye eder ve “müstağnî” yani tok gözlü ve kimseye muhtaç olmayan bir tavır sergilemeyi öğütler.
Beyitin ikinci mısrası, bu öğüdün gerekçesini açıklar: “İhtiyâcın söylemekdir şahsı ednâ gösteren.” Yani bir insanın ihtiyaçlarını başkalarına söylemesi, o kişiyi alçak, değersiz gösterir. Bu, İslam ahlakında mühim bir yer tutan “istiğnâ” (tok gözlülük) ve “iffet” (el açmaktan kaçınma) mefhumlarına işaret eder. Hazreti Ömer (radıyallâhu anh)’ın “İsteyene verme, ondan isteyene ver” sözü, bu hususu ne kadar mühim gördüklerinin bir işaretidir. Zira istemek, bir insanı zelil kıldığı gibi, veren kişi için de riyakârlık kapısını açabilir. İnsan, ihtiyaçlarını sadece ve sadece Allah’a arz etmeli, O’ndan istemelidir. Bu, hem Allah’a olan tevekkülün bir ifadesi hem de kulun izzetini korumasının bir yoludur. Bu beyit, aynı zamanda cömertliği de dolaylı olarak teşvik eder. Zira kimse el açmaya mecbur kalmıyorsa, bu, toplumda cömert insanların varlığının bir neticesidir.
5. Beyit: Şeyhülislâm Yahyâ’dan İlim ve Marifet Üzerine Bir Soru
İktibas:
“Nîçe demdir sa’y edersin fazl u dâniş kesbine
Yoksa Yahyâ ma’rifet erbâbına rağbet mi var”
İzah ve Açıklama:
Şeyhülislâm Yahyâ, bu beyitte ilim, fazilet ve marifet yolunda harcanan gayretin ehemmiyetini sorgulayan bir sual sorar. Beyit, şairin kendine veya hitap ettiği kişiye “Ne zamandır ilim ve fazilet kazanmak için gayret ediyorsun?” şeklinde bir soruyla başlar. Bu soru, bir uyarı ve teşvik niteliğindedir.
İkinci mısra, bu gayretin asıl maksadını ortaya koyar: “Yoksa Yahyâ, marifet erbabına rağbet mi var?” Şair, ilim ve fazilet kazanma gayretinin, Allah’ın rızasına ulaşma, marifetullahı idrak etme ve bu yolda yürüyen insanlara karşı bir rağbet ve sevgi besleme amacına matuf olup olmadığını sorgular. Bu, ilim öğrenmenin sadece dünya menfaati veya şöhret için değil, aksine manevî bir gaye için olması gerektiği hususunda mühim bir nasihattir. İlim, bir gaye değil, bir vasıtadır. Gayesi, Allah’a yakınlaşmak ve insanlığa hizmet etmektir. Hadis-i şerifte buyurulduğu gibi “İlim, müminin yitiğidir, nerede bulursa alır.” Bu yitik, sadece bir bilginin değil, aynı zamanda manevî bir marifetin ve hikmetin de peşinde koşmaktır. Zira kuru bir bilgi, eğer bir hikmete ve marifete dönüşmezse, sahibine yük olur. Bu beyit, bize ilmin hakiki manasını ve hedefini hatırlatır.
Makale: Hayatın Hikmetli Durağı: Gönül, İzzet ve Marifet
İnsan hayatı, bir yolculuktur. Bu yolculukta karşılaştığımız her bir hadise, okuduğumuz her bir beyit, bize yolumuzu aydınlatan birer fener hükmündedir. Yüzyıllar öncesinden bize seslenen bu beyitler de, asırlar boyunca kulaktan kulağa, dilden dile intikal etmiş ve mana dünyamızda derin izler bırakmıştır.
Azerî Çelebi, bu yolculuğun en mühim kaidelerinden birini bize hatırlatır: İnsan, güzel söz ile mamur olur. Dünya halkı, yani bütün insanlar, kendilerine gösterilen lütuf ve merhametten ferah bulur. Lâkin bu ferahlık, sadece maddî lütuflarla değil, bilakis bir kelamla, bir tatlı sözle de mümkün olur. Bir gönlü abad etmek, koca bir bina inşa etmekten daha kıymetlidir. Zira bina yıkılır, harabe olur, lakin gönülde yeşeren bir tohumun meyvesi baki kalır. Gönül kırmanın, Kâbe’yi yıkmakla eşdeğer tutulması da bu hikmetin bir yansımasıdır. Öyle ise, hayatımızda en mühim sermayemiz, dilimizden çıkan söz olmalıdır.
Ancak, bu dünyada sadece sözlerle değil, aynı zamanda bir aldanışla da karşı karşıyayız. Haşmet’in beyiti, dünya hayatının bu aldatıcı yüzünü bütün çıplaklığıyla gözler önüne serer. Dünya, bir pazar yeri gibidir. Herkes bir şeyler alır, satar, biriktirir. Lakin bu pazarın sonunda herkesin eli boştur. Dünya, bir imtihan meydanıdır. Herkes bu meydanda bir vazife icra eder. Lakin bu vazifenin sonu ölümle nihayet bulur. İnsan bu dünyaya bî-vâye, yani boş, maddi sermayesiz bir şekilde gelir ve bu dünyadan da tehî-mâye, yani manevi bir sermaye ile gider. Bu durum, bize dünya malı ve şöhretin fâniliğini, gerçek sermayenin ise kalplerde toplanan salih ameller olduğunu telkin eder.
Bu fânilik ve göç, sadece ferdî değil, aynı zamanda toplumsal bir realitedir. Bayburtlu Zihnî’nin memleketine döndüğünde gördüğü manzara, insanlık tarihinin de bir özetidir. Bir zamanlar neşeli meclislerin sâkileri olan insanlar, birer birer çekip gitmiş, geride harabe bir yurt kalmıştır. Tarih, bu tür acı hadiselerle doludur. Medeniyetler yükselir, sonra yıkılır; şehirler kurulur, sonra harabe olur. İnsan bu manzaradan ibret almalıdır. Zira bugün mamur görünen bir yurt, yarın ıssız kalabilir. Bu yüzden, hayatın fâni olduğunu idrak ederek, bu dünyada kalıcı olanın, gönüllerde bırakılan hoş bir seda ve hizmet olduğunu anlamalıyız.
Bu fâni ve geçici hayatta, insanın izzet ve şerefini koruması da büyük bir sanattır. Lâedrî’nin beyiti, bize bu sanatı öğretir. İnsan, ihtiyaçlarını başkalarına arz ederek, kendi izzetini zedeler. Bu, sadece maddî bir dilenme değil, aynı zamanda manevî bir dilenmedir. İnsan, kendi ihtiyacını sadece Allah’a arz etmeli, O’na tevekkül etmelidir. Zira ihtiyaçlarını bir beşere anlatmak, o insanı zelil kıldığı gibi, yardım eden kişi için de riyakârlık kapısını açabilir. İzzet, bir insanın kendi ayakları üzerinde durması, nefsine ağır geleni yapmaması ve kimseye el açmamasıdır.
Bu izzet ve istiğnâ halini korumak, ancak ilim ve marifetle mümkündür. Şeyhülislâm Yahyâ’nın beyiti, ilmin ve gayretin asıl maksadını sorgular. İlim, sadece bir meslek veya makam için değil, bilakis marifet, yani Allah’ı bilme ve tanıma yolunda bir vasıta olmalıdır. Eğer ilim, bir insanı daha kâmil, daha hikmetli bir hale getirmiyorsa, sadece bir bilgi yığını olarak kalır ve bu bilgi, sahibine yük olur. İlim, bir kalbin nuru, bir hayatın düsturu olmalıdır.
Bu beyitlerin her biri, hayatın birer dersini, hikmetini anlatır. Onlar, sadece kelimelerden ibaret değildir, bilakis insanlığın asırlardır biriktirdiği manevî bir mirastır. Bu mirasa sahip çıkmak, bize düşen bir vazifedir.
Makale Özeti:
Bu makale, beş farklı beyitin izah ve açıklamasını yaparak, bu beyitlerin ihtiva ettiği derin manevî ve ahlakî dersleri ele alır. Azerî Çelebi’nin beyiti, güzel sözün ve lütfun insan gönlü üzerindeki müspet tesirini vurgularken, Haşmet’in beyiti, dünya hayatının aldatıcı süslerine karşı bir ikazda bulunur ve fâniliği hatırlatır. Bayburtlu Zihnî’nin beyiti, bir yurdun harabiyeti üzerinden insanlığın ve medeniyetlerin fâniliğini, aynı zamanda tarihî hadiselerden alınacak ibretleri dile getirir. Lâedrî’nin beyiti, izzet-i nefs ve tok gözlülüğün ehemmiyetini anlatır, insanların ihtiyaçlarını sadece Allah’a arz etmesini telkin eder. Son olarak, Şeyhülislâm Yahyâ’nın beyiti, ilim ve marifet yolunda harcanan gayretin asıl maksadının, Allah’a yakınlaşmak ve manevî bir kemale ermek olması gerektiğini sorgular. Bu beyitler, bir bütünlük içerisinde, hayatın geçiciliği, güzel ahlakın lüzumu, izzet-i nefsin kıymeti ve ilmin hakiki gayesi gibi mühim mevzuları ele almaktadır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
17/10/2025