BERCESTE VE İZAHI – 74–

BERCESTE VE İZAHI – 74–

​Yahyâ Nazîm Divanı’ndan: “Kimseyi dil-teng ü âzâr etme sultânlık budur”
​İktibas:
​Kimseyi dil-teng ü âzâr etme sultânlık budur
Kalb-i mûru tahtgâh eyle Süleymânlık budur
​Fa’ilâtün Fa’ilâtün Fa’ilâtün Fa’ilün

​İzah ve Açıklama:
​Bu beyit, Yahyâ Nazîm’in ahlaki ve irfani derinliği olan bir öğüdünü ihtiva eder. Şair, gerçek sultanlığın, hiçbir kimseyi incitmemek ve gönlünü kırmamak olduğunu ifade eder. Hakiki iktidar, zora ve kaba kuvvete dayanmak yerine, gönülleri fethetmeye dayanır. İkinci mısrada ise Hazret-i Süleyman’ın (a.s.) kıssasına telmih vardır. Süleyman (a.s.), kuşların ve karıncaların dahi dilini anlayan bir peygamber ve sultandır. Beyitte, bu ilahi ihsan ve hikmetin sembolü olarak, karıncanın kalbini kendisine taht edinmekten bahsedilir. Bu, en küçük canlıya dahi merhamet ve şefkatle muamele etmenin, ilahi bir hükümdarlık (Süleymanlık) vasfı olduğunu gösterir. Bu beyit, makam ve mevkiden ziyade, gönülleri kazanmanın ve adil olmanın asıl büyüklük olduğunu telkin etmektedir.

​Niyâzî-i Mısrî Divanı’ndan: “Kûs-ı rıhlet çaldı mevt ammâ henüz cân bî-haber”
​İktibas:
​Kûs-ı rıhlet çaldı mevt ammâ henüz cân bî-haber
Asker-i a’zâya lerze düşdü sultân bî-haber
​Fa’ilâtün Fa’ilâtün Fa’ilâtün Fa’ilün

​İzah ve Açıklama:
​Bu beyit, tasavvuf erbabının en önemli konularından olan ölümü ve hayatın fâniliğini konu edinir. Niyâzî-i Mısrî, ölümün “göç davulu”nu (kûs-ı rıhlet) çaldığını, yani hayatın sonunun geldiğini bildirdiğini ifade eder. Ancak bu hakikat karşısında bedenin sultanı olan canın, yani ruhun henüz bundan bihaber olduğunu belirtir. İkinci mısrada ise bedenin organlarının (asker-i a’zâ) titrediğini, yani ölümün fiziksel belirtilerinin ortaya çıktığını, ancak bu bedenin sultanı olan canın bu durumdan hâlâ gafil olduğunu vurgular. Bu beyit, insana ölüm hakikatini hatırlatır ve gaflet uykusundan uyanarak fânî hayata aldanmamayı öğütler. Gerçek ârifin, hayatın her anında ölümü idrak ederek manevi hazırlık içinde olduğunu anlatır.

​Hikmet ve İbret Dolu Makale
​Hayat, mana ve madde arasında bir muvazene arayışından ibarettir. Farklı kalemden dökülen bu beyitler, bu arayışın farklı veçhelerini gözler önüne sermektedir. Kimi zaman bir hükümdarın gönül fethi, kimi zaman bir dervişin dünya malından yüz çevirmesi, kimi zaman da insanın ölüm karşısındaki gafleti bu beyitlerde can bulur.

​Yahyâ Nazîm’in Süleymanlık tasavvuru ise, dünyaya hükmetmenin asıl manasının ne olduğunu izah eder. Gerçek sultanlık, güç ve kuvvetle değil, merhamet ve gönül fethiyle olur. Karıncanın kalbini kendisine taht edinmek, en zayıfa, en acize dahi şefkatle yaklaşmanın ilahi bir erdem olduğunu gösterir. Bu, makam ve mevkilerin fâniliğini, kalıcı olanın ise gönüllerde kurulan taht olduğunu bizlere telkin eder. Bir liderin veya bir yöneticinin başarısı, salt maddi güçle değil, insanların gönlünü kazanmasıyla ölçülür.
​Lâedrî’nin “gedâ”lık makamı ise, bu dünyanın ve içindekilerin boşluğunu idrak etmektir. Bir dervişin kalbinde, dünya malı ve şöhreti ne kadar cazip görünürse görünsün, ilahi aşkın lezzetine ulaşmışsa, Dârâ’nın şöhretinin hiçbir kıymeti kalmaz.
​Nihayet Niyâzî-i Mısrî’nin gaflet tasviri, insanı derinden sarsar. Ölüm, hiç durmadan davulunu çalarken, yani her geçen an ölüme biraz daha yaklaşırken, canın bundan bihaber olması büyük bir trajedidir. Bedenin fâni askerleri bir bir yokluğa doğru yürürken, ruhun bu hakikatten gafil olması, en büyük gaflettir. Bu beyit, bize hayatın bir an önce idrak edilmesi ve fani işlerle vakit kaybetmek yerine, ebedi olan hayata hazırlık yapılması gerektiğini haykırmaktadır.

​Bu beyitler, farklı zamanlarda, farklı duygularla kaleme alınmış olsalar da, hepsinin nihai hedefi insanı gafletten uyandırmak, dünya hayatının fâniliğini ve manevi hayatın ehemmiyetini idrak ettirmektir. Birisi saltanatı gönül fethinde arar, bir başkası dünya malını hiçe sayar, bir diğeri ise ölümün yakınlığını hatırlatır. Sonuç olarak, bu muhteva, fani hayatı ebedi bir hakikat penceresinden görmeyi, asıl olanın gönül zenginliği, merhamet ve manevi uyanış olduğunu telkin etmektedir.
​Özet:
​Bu makale, Klasik Türk Edebiyatı’nın farklı şairinden seçilmiş beyitleri ele alarak, merhamet, dünyanın fâniliği ve ölüm gibi temel konuları inceler. Niyâzî-i Mısrî, ölümün yakınlığına rağmen insanın gafil oluşuna dikkat çeker.
Makale, bu beyitlerin tamamının insanı gafletten uyandırmaya, dünya hayatının geçiciliğini ve manevi hayatın ehemmiyetini idrak etmeye yönelik ortak bir muhteva ihtiva ettiğini vurgulamaktadır. Her bir beyit, insan hayatının farklı bir veçhesine ışık tutarak, asıl olanın manevi uyanış, merhamet ve kalbi zenginlik olduğunu ortaya koymaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
10/10/2025

 

 

Loading

No ResponsesEkim 17th, 2025