BERCESTE VE İZAHI – 73–

BERCESTE VE İZAHI – 73–

​I. İnsan-ı Kâmilin Sırrı: Kusurun Doğası
​Beyit:
​Nâdir bulunur tıynet-i kâmilde kusur
Kem-mâyeden eyler ne kim eylerse zuhûr

​İzah ve Açıklama:
Koca Ragıp Paşa bu beyitte, kâmil yani olgun ve mükemmel bir karakterde kusur ve noksanlığın nadiren bulunduğunu belirtiyor. Beyitin ikinci mısrasında ise bu fikri pekiştirerek, ortaya çıkan her türlü kusurun, noksanlığın ve kötülüğün, mayası bozuk (kem-mâye) olan kişiden zuhur edeceğini vurguluyor. Bu, insan fıtratının ve karakterinin ne kadar mühim olduğunu ve bu fıtratın, insanın bütün davranışlarını, sözlerini ve fiillerini şekillendirdiğini ifade eder.

​Kâmil İnsan ve Kem-Mayenin Tezahürü
​Koca Ragıp Paşa’nın bu beyti, insanoğlunun yaratılışındaki farklılıkları ve bunun neticesinde ortaya çıkan ahlaki durumları izah eden derin bir hikmet muhteva eder. İnsan-ı kâmil, sadece bilgelikle ve bilgiyle donanmış bir kişi değil, aynı zamanda ahlaken de olgunlaşmış ve nefsini terbiye etmiş kişidir. Bu tür bir şahsiyet, nadir bulunan bir cevher gibidir. Bu cevherin içindeki temiz maya, dışarıya da güzellik, iyilik ve erdem olarak yansır. Bu yüzden kâmil bir insandan kusur, hata veya kötülük beklenmez.
​Tarihî açıdan bakıldığında, tarihin seyrini değiştiren, insanlığa ışık tutan büyük şahsiyetler, hep bu kâmil insan vasfını haiz kişilerdir. Onların hayatı, sadece başarılarla değil, aynı zamanda sergiledikleri üstün ahlak ve erdemlerle de doludur. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyurması, ahlakın ve karakterin kemale ermesinin ne denli mühim olduğunu göstermektedir.
​Diğer yandan, “kem-mâye”, yani mayası bozuk olan, karakteri düşük ve fıtratı kötülüğe meyilli olan kişiler, ne yaparsa yapsın, ortaya çıkan neticeler hep onların bozuk fıtratının bir yansımasıdır. Bir insandan yalan, iftira, hırs veya kin gibi kötü sıfatlar zuhur ediyorsa, bunun sebebi, o kişinin ruhunun ve kalbinin kemale ermemiş olmasıdır. Bu durum, bize, bir insanın iç dünyasının ne kadar önemli olduğunu ve dışa vuran bütün fiillerin o iç dünyanın bir tezahürü olduğunu öğretir.
​Bu beytin ibretli muhtevası, sadece başkalarını değil, kendi nefsimizi de muhasebeye çekmemizi gerektirir. Kendimizden zuhur eden hatalar, kusurlar veya iyilikler, aslında bizim fıtratımızın ne kadar temiz veya ne kadar bozuk olduğunun bir göstergesidir. Bir insan, sürekli iyilik yapmaya, doğru sözlü olmaya ve adaletle davranmaya gayret ediyorsa, bu onun mayasının iyi olduğuna delildir. Bu beyit, bize insan fıtratının derinliklerini anlamak ve kendimizi sürekli olarak kemale doğru yönlendirmek için bir pusula hükmündedir.
​Makale Özeti: Koca Ragıp Paşa’nın beyti üzerinden, insan-ı kâmilin ahlaki olgunluğa sahip nadir bir şahsiyet olduğu ve ondan kusur beklenemeyeceği izah edilmektedir. Buna mukabil, kem-mâye yani mayası bozuk olan kişilerin her türlü kötülüğü ortaya çıkarabileceği belirtilmektedir. Makalede, bu durumun tarihi ve ahlaki yönleri ele alınarak, insanoğlunun kendi fıtratını temizleme ve kemale erdirme gayretinin önemi vurgulanmaktadır.

​II. Himmet Beklentisi: Nankörlüğün Denizinde İnci Aramak
​Beyit:
​Sakın nev-devletân-ı asrdan himmet hayâl etme
Abesdir dür ümîdin eylemek bahr-i musavverde

​İzah ve Açıklama:
Fitnat Hanım, bu beyitte, devrin yeni zenginlerinden, sonradan görmüş ve servet sahibi olmuş kimselerden yardım veya himmet beklenmemesi gerektiğini öğütlüyor. İkinci mısrada ise bu beklentinin ne kadar boş ve anlamsız olduğunu, tıpkı resmedilmiş bir denizden (bahr-i musavver) inci (dür) beklemek gibi abes bir hayal olduğunu ifade ediyor. Zira o kimselerin gönül dünyaları, zenginlikleriyle birlikte gelişmemiş ve yardıma kapalıdır.
​Himmet ve Nankörlüğün Tarihî Boyutu
​Fitnat Hanım’ın bu beyiti, sadece şahsi bir tecrübeyi değil, aynı zamanda tarihi ve toplumsal bir hakikati de ihtiva etmektedir. “Nev-devletân”, yani sonradan görmüş, makam ve servet sahibi olmuş insanlar, çoğu zaman sahip oldukları gücü, kibir ve gururla birleştirirler. Bu tür kişiler, yoksulluk ve sıkıntı dönemlerini unuttuklarından, başkalarının dertlerine karşı duyarsızlaşırlar. Onlardan himmet beklemek, yani yardım ve lütuf ummak, boş bir gayrettir. Zira onların kalpleri, servetin ve makamın parıltısıyla kararmıştır.
​Bu durumu, edebiyat ve tarih boyunca pek çok örnekte görmek mümkündür. İnsanlar, darda kaldıklarında, en çok güvendikleri, makam ve servet sahibi dostlarından yardım beklerler. Ancak çoğu zaman bu beklentileri boşa çıkar. Bu, “resmedilmiş denizden inci beklemek” gibi anlamsız bir çabadır. Çünkü resimdeki deniz ne kadar güzel görünürse görünsün, o denizin içinde ne bir hayat, ne bir inci ne de bir bereket vardır. Aynı şekilde, dışı servet ve zenginlikle dolu olan bu kişilerin iç dünyaları da yardıma ve merhamete kapalıdır.
​İbretli bir ders olarak, bu beyit bize, kimden yardım isteyeceğimizi ve kime güveneceğimizi dikkatle seçmemiz gerektiğini öğütler. Gerçek himmet sahipleri, makam ve servetle değil, kalplerinin zenginliği ve cömertliğiyle öne çıkanlardır. Tarih, bu tür insanların hikâyeleriyle doludur. Onlar, en zor zamanlarda bile darda kalanlara el uzatmaktan çekinmemişlerdir. Bu yüzden, gerçek himmet, makamda değil, ahlakta ve karakterde aranmalıdır.
​Makalenin bu kısmı, bize şunu hatırlatır: insanlara değer verirken, onların dış görünüşüne, sahip oldukları servete veya makama değil, onların ahlakına ve kalplerinin derinliğine bakmak gerekir. Zira gerçek zenginlik, mal ve mülkte değil, gönül zenginliğindedir.
​Makale Özeti: Fitnat Hanım’ın beyti, sonradan görmüş, makam ve servet sahibi kişilerden himmet beklemenin yersiz olduğunu, bu beklentinin “resmedilmiş denizden inci beklemek” gibi abes bir iş olduğunu anlatır. Makalede, bu durumun tarihi ve toplumsal bir gerçeklik olduğu, gerçek himmetin makam ve servette değil, gönül zenginliğinde aranması gerektiği vurgulanmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
10/10/2025

 

 

Loading

No ResponsesEkim 17th, 2025