BERCESTE VE İZAHI – 64 –

BERCESTE VE İZAHI – 64 –

​Makale 1: Ebedi Hayatın Sırrı: Taçlıcalı Yahyâ’nın İlahi Aşkı
​İktibas: “Cihânın cânısın sensiz vücûdumda hayât olmaz / Bana senden cüdâ olmak gibi müşkil memât olmaz” – Taçlıcalı Yahyâ
​İzah ve Açıklama:
Taçlıcalı Yahyâ’nın bu beyiti, görünürde beşerî bir aşkı terennüm etse de, hakikat-i hal vechesinden ilahi aşka bir intikal noktasıdır. Şair, âlemlerin canı olan Sevgili’yi (Allah veyahut Peygamber Efendimiz) hayata hayat veren olarak tasvir ediyor. O olmadan bedenin sadece bir et ve kemik yığınından ibaret olacağını, asıl hayatın manevî bir ruh ile mümkün olduğunu ifade ediyor. Bu manevî ruh, ancak O’nunla vuslat sayesinde elde edilebilir. “Senden cüdâ olmak gibi müşkil memât olmaz” ifadesi, bu manevî hayattan mahrum kalmanın, yani İlahi nurdan ve merhametten uzaklaşmanın, fâni bedenin ölümünden çok daha ağır bir yok oluş olduğunu belirtir. Bu bir fena değil, bir fenâ-i mutlak halidir. Aşk, mecazdan hakikate intikal eden bir köprü vazifesi görür.
​Makale Muhteviyatı:
Hakiki bir hayatın sadece nefes alıp vermekten ibaret olmadığı, bilakis manevi bir varoluşun eseri olduğu düşüncesi, Tasavvuf ve İrfan geleneğinin en mühim kaidelerindendir. Taçlıcalı Yahyâ’nın bu mısraları, bu hakikate işaret eder. Hayatın muhteviyatını maddî varlığın ötesine taşıyan bu beyit, bizi asıl hayat kaynağını aramaya davet eder. İnsan, fıtratı gereği bir şeye bağlanmak, bir şeye yönelmek ihtiyacı hisseder. Bu yönelişin nihai noktası, bütün varlıkların kaynağı olan Yaratıcı’dır. O’nun rızasından uzaklaşmak, asıl hayatı kaybetmektir. Bu yüzden, İmam-ı Gazali’nin de buyurduğu gibi, “İnsan, dünya hayatında gurbette bir yolcu gibidir. Asıl vatanı ise manevi âlemdir.” Şair, bu beyitte manevi vatanından ayrı düşmenin, ölüme denk bir musibet olduğunu anlatmaktadır. Bu, maddî ölümden sonraki manevî yok oluşa veya ahiretteki hüsrana bir telmihtir. Bu manevi hayatı elde etmenin yolu, O’nunla daimî bir rabıta içinde olmaktan geçer. Bu rabıta, ibadetle, zikirle ve O’nun yolunda fedakârlıklarla tesis edilir. Bu şekilde manevî diriliğe kavuşan insan, maddî ölüme dahi bir vuslat kapısı olarak bakar.
​Özet:
Taçlıcalı Yahyâ’nın beyti, hayatın asıl muhteviyatının İlahi aşk ve manevi varoluş olduğunu anlatır. Maddî varlığın canı, Yaratıcı’nın tecelliyatı ve inayetiyle mümkündür. O’ndan uzak kalmak ise, maddî ölümden daha zor ve çetin bir yok oluşu, yani manevî ölümü ihtiva eder. Asıl hayat, O’na olan yakınlık ve O’nunla olan vuslat iledir.

​Makale 2: Vuslatın Pınarı: Fuzûlî’nin Mahşer Günü Duası

​İktibas: “Umdûğum oldur ki mahrûm olmayam dîdârdan / Çeşme-i vaslın vere ben teşne-i dîdâre su” – Fuzûlî
​İzah ve Açıklama:
Fuzûlî, bu beytinde âşıkane ve hasret dolu bir niyazda bulunuyor. “Umdûğum oldur ki” diyerek, en büyük ümidinin ve arzusunun ne olduğunu belirtir: “dîdârdan”, yani Sevgili’nin yüzünü görmekten mahrum kalmamak. İkinci mısra ise bu ümidi bir metaforla derinleştirir: “Çeşme-i vaslın vere ben teşne-i dîdâre su”. Bu mısra, “vuslat pınarından, o yüzü görmeye susamış olan bana su ver” manasına gelir. Burada “su”, o ilahi didarın kendisidir. Bu beyit, ahiretteki en büyük ödülün, Cennet’in dahi üstünde olan Allah’ın cemalini görmek olduğu inancına bir telmihtir. Fuzûlî, dünya hayatında çektiği aşk ve hasretin nihai karşılığının bu olmasını dilemektedir.
​Makale Muhteviyatı:
Fuzûlî’nin bu mısraları, tasavvufî edebiyatın en nadide örneklerindendir. “Susuzluk” (teşne) kelimesi, dünya hayatında duyulan manevi hasreti, ibadetlere ve zikirlere olan ihtiyacı simgelerken, “su” kelimesi, bu hasretin dinmesini sağlayan ilahi tecelliyi, Cemalullah’ı temsil eder. Bu beyit, sadece bir edebi ifade değil, aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’in muhtelif ayetlerinde işaret edilen bir müjdeye dayanır.
​T.D.V. Meali: Tevbe Sûresi, 72. Ayet
“Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara, ebedî kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaad etti. Allah’ın rızası ise hepsinden daha büyüktür. İşte büyük kurtuluş budur.”
​Bu ayet, Allah’ın rızasının cennetlerden daha büyük bir nimet olduğunu belirtir. Fuzûlî’nin beyti, bu ilahi müjdeyi idrak eden bir kalbin sesi gibidir. Bu, imanın zirvesidir. Zira mümin, dünya hayatında zorluklara tahammül eder, ibadetlerini ifa eder ve her şeyden önemlisi, kalbini O’na bağlar. Mahşer günü, O’nun cemalini görmek, bütün bu çabaların en büyük karşılığıdır. Şair, bu makamın kendisinden mahrum kalmamasını dileyerek, bütün âşıklara rehberlik ediyor. Bu durum, aynı zamanda bir ibret dersi de sunar: asıl gayenin dünya metaı veya geçici zevkler değil, ebedi mutluluğun kaynağı olan İlahi Cemal olduğu hakikatini hatırlatır.
​Özet:
Fuzûlî’nin beyti, mahşer günü en büyük ümidin, İlahi Didâr’ı görmek olduğunu terennüm eder. O’nun cemaline olan susuzluk, dünya hayatındaki bütün manevi çabaların kaynağıdır. Bu beyit, müminler için Cennet’in dahi üstünde bir makam olan Cemalullah’a kavuşma arzusunu dile getirir ve bu arzuya erişmenin en büyük kurtuluş olduğunu vurgular.

​Makale 3: Kalemin Dilemması: Nâbî’nin Vefa ve Muhabbet Arayışı
​İktibas: “Kalem keç-dil mürekkeb rû-siyâh kâğıd dü-rû bilmem / Kimi etsem o şûha arz-ı hâlim yazmada mahrem” – Nâbî
​İzah ve Açıklama:
Nâbî’nin bu beyiti, derin bir hicranı ve vefa arayışını sembolik bir dille ifade eder. “Kalem keç-dil” (kalem garazkâr, eğri huylu), “mürekkeb rû-siyâh” (mürekkep kara yüzlü, vefasız), “kâğıd dü-rû” (kâğıt iki yüzlü) ifadeleri, şairin aşk derdini anlatmak için kullandığı araçların dahi güvenilmez olduğunu, yani aşkının büyüklüğünü anlatmaya kifayet etmediğini belirtir. Bu araçların her biri bir kusur taşır. Bu yüzden şair, kime güvenip de hâlini sevgiliye arz edeceğini, aşkının sırrını kime emanet edeceğini bilemez. Bu, sadece beşerî bir aşka has bir durum değil, aynı zamanda hakiki muhabbeti ifade etmenin zorluğuna da bir işarettir.
​Makale Muhteviyatı:
Nâbî’nin bu beyiti, edebiyat ve psikoloji açısından önemli bir muhteva ihtiva eder. Kalemin “keç-dil” yani eğri huylu olması, insanın içindeki hisleri tam olarak kelimelere dökememesini sembolize eder. Mürekkebin “rü-siyah” olması, yazılanların bazen yanlış anlaşılmaya, kara yüzlü olmaya, yani istenmeyen sonuçlara yol açabilmesini ifade eder. Kâğıdın “iki yüzlü” olması ise, sözlerin ve yazının bazen ikiyüzlülükle, samimiyetsizlikle kullanılabileceği tehlikesini işaret eder. Nâbî, bu araçların hiçbirine güvenemediğini, yani sözün ve yazının aciz kaldığını, sadece kalpten kalbe bir rabıtanın esas olduğunu ima eder. Bu durum, insan ilişkilerinde güvenin, samimiyetin ve hakiki muhabbetin ne kadar nadir bulunduğunu gösteren bir ibret dersidir. Gerçek duygu ve düşünceler, çoğu zaman dilden ve kalemden dökülenlerden çok daha derindir. Bu nedenle, kalpten gelen bir muhabbeti ancak yine kalbi temiz olan birine anlatmanın mümkün olduğu mesajı verilir. Bu, hem Allah’a olan aşkı ifade etme zorluğunu hem de beşerî ilişkilerde samimiyet arayışını dile getiren düşündürücü bir beyittir.
​Özet:
Nâbî’nin beyti, aşk derdini ifade etmek için kullanılan araçların (kalem, mürekkep, kâğıt) dahi güvenilmez olduğunu anlatır. Bu beyit, kelimelerin ve ifadelerin, kalpteki derin duyguları tam olarak yansıtmakta aciz kaldığını gösterir. Asıl sırrın, kelimelerin ötesinde, kalpten kalbe olan bir rabıta ile iletilebileceği vurgulanır. Bu, insan ilişkilerinde samimiyet ve güvenin ne kadar kıymetli olduğunu gösteren bir ibret dersidir.

​Makale 4: Fani Dünya ve Hür İnsan: Lâedrî’nin Nasihati
​İktibas: “Ey gönül bir cân için her câna minnet eyleme / İzzet-i dünyâ için sultâna minnet eyleme” – Lâedrî
​İzah ve Açıklama:
Lâedrî (Şairi bilinmeyen), bu beyitte insan onurunu ve şerefini muhafaza etmenin önemini vurgulayan çok kıymetli bir öğüt verir. “Ey gönül bir can için her cana minnet eyleme” diyerek, insanın hayatını sürdürmek için dahi her insana boyun eğmemesi gerektiğini, izzetini ve şerefini koruması gerektiğini belirtir. İkinci mısra, bu öğüdü daha da genişleterek, “İzzet-i dünyâ için sultâna minnet eyleme” der. Yani, dünyevi bir makam, mevki veya zenginlik için bir hükümdara dahi el açıp boyun eğme, şahsiyetinden taviz verme. Bu, tam anlamıyla hür bir insan olma çağrısıdır. Bu beyit, kişisel onurun, maddî kazanımların çok üstünde olduğunu gösteren güçlü bir nasihat ihtiva eder.
​Makale Muhteviyatı:
Bu beyit, tarihi ve toplumsal açıdan derin bir muhteviyat taşır. Osmanlı İmparatorluğu gibi monarşik bir düzende, sultanın mutlak otoritesi altında yaşarken bu tür bir nasihatin verilmesi, bireysel onurun ne kadar mühim bir kavram olduğunu gösterir. İslam ahlakında “izzet-i nefs” (nefis şerefi) kavramı çok önemlidir. Sadece Allah’a kul olmak, O’ndan başkasına boyun eğmemek, şahsiyetin temelini oluşturur. Bu beyit, bu inancın edebi bir ifadesidir. İnsan, kendi değerini ve onurunu ancak başkasına karşı minnet etmeyerek koruyabilir. Dünya malı için bir başkasına boyun eğmek, insanı manen köleleştirir.
​T.D.V. Meali: Tevbe Sûresi, 71. Ayet
“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah, azîzdir (üstün ve güçlü), hakîmdir (hüküm ve hikmet sahibidir).”
​Bu ayetteki “Aziz” kelimesi, Allah’ın şerefli ve üstün olduğunu belirtir. Bu, Müslümanın da ancak Allah’a kullukla izzet bulacağını ima eder. Lâedrî’nin beyti, bu ilahi prensibi dünya hayatına uygulamamızı tavsiye eder. Bir makam, bir mevki, bir zenginlik için onurdan taviz vermek, hakiki izzeti kaybetmek demektir. Makale, bu beyitten yola çıkarak, hürriyetin sadece fiziksel değil, aynı zamanda manevi bir hal olduğunu, gerçek hürriyetin ise sadece Allah’a karşı kul olmakla mümkün olduğunu izah edecektir.
​Özet:
Lâedrî’nin beyti, insanın hayatını idame ettirmek veya dünya malı elde etmek için şahsiyetinden ve onurundan taviz vermemesini öğütler. Gerçek izzet ve hürriyetin, sadece Allah’a kulluk etmekle elde edilebileceğini ve başkalarına boyun eğmenin manevi bir esaret olduğunu belirtir. Bu, her dönemde geçerliliğini koruyan, düşündürücü ve ibretli bir nasihattir.

​Makale 5: Kabir ve Aşk: Hâfız Ahmed Soyyiğit’in Ebedi Dost Arayışı
​İktibas: “Kapatırlar seni bir hâl-i harâba yalnız / Ol karanlık geceler kendine bir yâr ara bul” – Hâfız Ahmed Soyyiğit
​İzah ve Açıklama:
Hâfız Ahmed Soyyiğit’in bu beyti, insana kabir hakikatini ve bu yoldaki yalnızlığını hatırlatan son derece ibretli bir uyarı niteliğindedir. “Kapatırlar seni bir hâl-i harâba yalnız” mısrası, kabrin kaçınılmaz bir akıbet olduğunu ve insanın oraya tek başına gireceğini vurgular. Bu “hâl-i harâb”, yani harap yer, fani dünyanın bütün ihtişamının anlamsızlaştığı, her şeyin geride bırakıldığı kabir hayatıdır. İkinci mısra, bu yalnızlık ve karanlık ortamda insana neyin yâr, yani dost olabileceğini düşündürür: “Ol karanlık geceler kendine bir yâr ara bul”. Bu yâr, dünyadaki dostlar, aile veya mal-mülk değildir. Bu yâr, ancak insanın bu dünya hayatında amel olarak biriktirdikleri, yani salih amelleri, imanı ve Allah’a olan yakınlığı olabilir.
​Makale Muhteviyatı:
Bu beyit, metafizik ve ahlaki açıdan derin bir muhteva taşır. İnsan, hayatı boyunca birçok şeye bağlanır, birçok dost edinir ve mal-mülk biriktirir. Ancak, ölüm kapısı bütün bu bağları koparır. Kur’an-ı Kerim ve hadisler bu hakikati defaatle vurgular.
​T.D.V. Meali: Abese Sûresi, 34-37. Ayetler
“O gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün onlardan her birinin kendine yetecek bir derdi vardır.”
​Bu ayetler, kıyamet gününün dehşetini tasvir ederken, Hâfız Ahmed Soyyiğit’in beyti, bu yalnızlığın daha ilk adımı olan kabirde başladığını hatırlatır. İnsan, kabirde tek başına kalır ve sadece amelleri ona yoldaşlık eder. Bu, dünya hayatında boş işlerle vakit kaybetmek yerine, ebedi hayat için hazırlık yapmanın önemine dair bir ibret dersidir. “Karanlık geceler” ifadesi, kabir azabını ve cehalet karanlığını da simgeleyebilir. Bu karanlığı aydınlatacak yegâne şey, Kur’an’ın nuru, namazın aydınlığı, zikrin sıcaklığı ve salih amellerin ferahlığıdır. Makale, bu beyitten yola çıkarak, hayatın fani olduğunu, asıl hedefin ebedi hayatın yoldaşını, yani salih ameli aramak olduğunu izah edecektir.
​Özet:
Hâfız Ahmed Soyyiğit’in beyti, insanın kabirdeki yalnızlığını ve bu yalnızlığa çare olacak tek dostun salih ameller olduğunu anlatır. Dünya hayatındaki bütün bağların ölümle son bulacağı ve asıl yoldaşın bu fani hayat boyunca biriktirilen manevi sermaye olduğu vurgulanır. Bu, insanı dünya malına ve geçici zevklere aldanmaktan alıkoyan, ibretli ve düşündürücü bir nasihattir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
16/10/2025

Loading

No ResponsesEkim 17th, 2025