BERCESTE VE İZAHI – 62–

BERCESTE VE İZAHI – 62–

Fodlacızâde Ahmed Râsim: Ömrün Tek Saati
​“Saat-i vahidedir ömr-i cihan / Saatî tâ’ate sarf eyle hemân”
​Bu beyit, Fodlacızâde Ahmed Râsim’in kaleme aldığı, dünya hayatının kadrini ve kıymetini anlatan derin bir hikmeti ihtiva etmektedir. Şâir, dünya ömrünü yalnızca bir saatlik bir zaman dilimine benzeterek, insana bu kısacık vakti mâsiyetle değil, ibadetle geçirmesi gerektiğini tavsiye etmektedir. Dünya hayatının faniliği ve geçiciliği, bu beyitte son derece veciz bir şekilde ifade edilmiştir. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen bu kısacık ömrü, Allah’a kulluk ve tâatle doldurmak, kişinin ebedî saadetini temin etmesinin yegâne yoludur. Bu beyit, bize yalnızca hayatın kısalığını değil, aynı zamanda her ânın, her saniyenin ne kadar paha biçilmez olduğunu da hatırlatmaktadır.
​Asr-ı Saadetten kalma bir hakikat olan, “Ömrünüzü bir saat farz edin, o saatin her anını ibadetle geçirin.” sözü, bu beyitteki muhtevayı teyid etmektedir. İnsan, nefsine aldanıp dünya heveslerinin peşinde koşarken, zamanın akışına ve ömrünün çabucak geçişine gâfil kalabilir. Ancak bu beyit, bir uyarıcı vazifesi görerek insana âhiret hazırlığını geciktirmemesi gerektiğini, her bir nefesin kıymetini bilmesi ve onu Rabbine kullukla değerlendirmesi gerektiğini öğütler. Bu, insanın yalnızca dünyevî bir varlık olmadığını, aynı zamanda uhrevî bir hedefe doğru yürüdüğünü hatırlatan bir beyittir.

​Hoca Ahmed-i Yesevî: Aşk Derdinin Dermanı Yoktur

​“Işka tüştüñ otka tüştüñ küyüp öldüñ / Pervâne dik cāndın kiçüp ahker bulduñ / Derdge tolduñ gamge solduñ tilbe bulduñ / Işk derdini sorsañ hergiz dermānı yok”
​Hoca Ahmed-i Yesevî’nin bu beyiti, ilâhî aşkın yakıcı ve dönüştürücü gücünü anlatmaktadır. Şâir, aşka düşmeyi ateşe düşüp yanmaya benzetir. Bu yanış, mâsivâdan (Allah’tan gayrı olan her şeyden) geçiş ve hakikî mâşuk olan Allah’a yöneliş sürecidir. Beyitte, aşığın pervaneye benzetilmesi dikkat çekicidir. Pervane, ışığa olan tutkusundan dolayı ateşe atılır ve feragat etmeye sevk eder. Aşkın getirdiği bu derin acı ve hüzün, âşığı adeta bir deliye çevirir. Bu dert, mânevî bir hastalık olup, dünya ilâçlarıyla şifa bulmaz.
​Bu beyit, bir hakikati daha ifşa eder: İnsanların fânî dünyalıklarına duydukları sevgi ve muhabbet, bir derttir ve bu dertten ancak mâşuk olan Allah’a yönelerek kurtulunabilir. Aşkın getirdiği bu mânevî dert, zâhiren kederli gibi görünse de, bâtınen bir şifadır. Nitekim, bu dertle dolan gönül, dünyaya karşı soğur ve âhirete yönelir. Bu beyit, insana aşkın dünyevî değil, uhrevî bir muhtevası olduğunu hatırlatır. İnsanı gaflet uykusundan uyandıran, onu hakikate sevk eden bir derttir bu.

​Fuzûlî: Âşık Mizacının İstikameti ve Derdi

​“Aşk derdinden olur âşık mizâcı müstakîm / Âşıkın derdine dermân etseler bîmâr olur”
​Fuzûlî, bu beyiti ile aşkın, insanı kemale erdiren bir hususiyetini dile getirir. Bir âşıkın mizacının istikamet bulması, yani doğru yolda olması, aşk derdine yakalanmasıyla mümkündür. Zîrâ aşk, âşıkı nefsanî arzulardan uzaklaştırır, onu mânevî olgunluğa ulaştırır. Dünyevî meselelere karşı kayıtsız kalmasını sağlar ve onu Hak yoluna yönlendirir. Ancak şâir, aynı zamanda aşkın, âşık için bir hastalık gibi olduğunu da belirtir. Öyle ki, eğer bu hastalığa, yani aşk derdine bir derman bulunsa, âşık hastalanır, yani manevî istikametini kaybeder. Bu, aşkın zâhirî bir hastalık gibi görünse de, bâtınî bir şifa, bir mânevî tedavi olduğu anlamına gelir.
​Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî’nin “Dert, insanı Allah’a yakınlaştırır.” sözü, bu beyitteki muhtevayı teyid eder. Aşk, âşıkı dert sahibi yapar ve bu dert, onu Yaradan’a yaklaştırır. Bu, fânî olandan kalıcı olana, geçici olandan ebedî olana yönelişin bir neticesidir. Aşk derdi, bir imtihan olduğu gibi, aynı zamanda bir lütuftur. Zîrâ bu dert, âşıkın kalbini temizler ve onu mâneviyatın zirvesine taşır.

​Ziyâ Paşa: Rızka Kanaatin Sultanlığı
​“Rızkına kānî olan gerdūna minnet eylemez / Âlemin sultânıdır muhtâc-ı sultân olmayan”
​Ziyâ Paşa, bu beyitinde kanaat etmenin, rızıkta gözü olmamanın getirdiği izzeti ve üstünlüğü vurgulamaktadır. Kendi rızkına razı olan, yani Allah’ın kendisine taksim ettiği nasibe kanaat eden kimse, dünyanın malına ve mevkiine minnet etmez. Zîrâ o, malın ve makamın fânî olduğunu idrak etmiştir. Bu kimse, kimseye muhtaç olmayan, kendi halinde bir sultandır. Beyitin ikinci mısrası, bu hakikati daha da güçlendirmektedir: “Sultana bile muhtaç olmayan, âlemin sultanıdır.” Bu, insanın gerçek zenginliğinin malda ve mülkte değil, gönül zenginliğinde olduğunu, başkasına el açmaktan uzak durmanın, en büyük servet olduğunu ifade eder.
​Bu beyit, günümüz insanına önemli bir ders verir. İnsanlar, sürekli daha fazlasını arzularken, kanaat etmenin getirdiği huzuru ve mutluluğu unutmuşlardır. Ziyâ Paşa, asıl sultanlığın dış görünüşte veya makamda değil, iç huzurda ve kimseye muhtaç olmamakta olduğunu vurgular. Bu, bir nevi “Gönül zenginliği, gerçek zenginliktir.” hikmetinin bir tezahürüdür.

​Nâbî: Mizacın Esnekliği

​“Misâl-i âb ederiz nik ü bedle âmîziş / Bu kârgehde mu’ayyen mizâcımız yokdur”
​Nâbî’nin bu beytinde, su gibi olmanın, yani iyilikle kötülükle bir arada bulunmanın düşüncesi anlatılmaktadır. Nâbî, insanların farklı karakterde ve mizacın katı kalıpları içinde kalmamasının önemini vurgular. Nitekim su, içine girdiği kabın şeklini alır. İyiyle beraber olduğunda iyilikle, kötüyle beraber olduğunda ise kötülükle bir arada bulunabiliriz. Ancak bu, Nâbî’nin ahlâkî bir duruş sergilemediği anlamına gelmez. Bilakis, bu beyit, insana hayatın çeşitli durumlara ve insanlara karşı esnek olabilme kabiliyetini öğütler. Zîrâ dünya, farklı görüşlerin, farklı fikirlerin ve farklı karakterlerin bir arada bulunduğu bir kârgâhtır. Katı bir mizaca sahip olmak, insanın bu kârgâhta uyum sağlamasını güçleştirir.
​Bu beyit, insanlara bir hoşgörü ve esneklik dersi vermektedir. İnsanın her şeye karşı katı bir tutum sergilemesi, onu sosyal hayattan uzaklaştırır. Bu, aynı zamanda insanın kendini geliştirebilmesi, farklı görüşlere açık olabilmesi için de bir gerekliliktir. Ancak bu esneklik, kişinin kendi değerlerinden taviz vermesi anlamına gelmez. Bilakis, bu esneklik, kişinin kendi kimliğini koruyarak, farklılıklarla bir arada yaşama kabiliyetini gösterir.

​Makale Özeti
​Bu makale, Fodlacızâde Ahmed Râsim, Hoca Ahmed-i Yesevî, Fuzûlî, Ziyâ Paşa ve Nâbî’nin hikmet dolu beyitleri üzerinden insan hayatının çeşitli veçhelerini izah etmektedir. Fodlacızâde, dünya hayatının bir saatlik ömür gibi kısa olduğunu, bu sebeple her anın ibadetle değerlendirilmesi gerektiğini vurgular. Hoca Ahmed-i Yesevî, ilâhî aşkın yakıcı ve dönüştürücü gücünü anlatır ve aşk derdinin, dünyevî dertlere benzemediğini, aksine bir şifa olduğunu belirtir. Fuzûlî, âşıkın mizacının ancak aşk derdiyle istikamet bulacağını, bu derdin dermanının olmadığını, çünkü derdin kendisinin bir şifa olduğunu dile getirir. Ziyâ Paşa, rızkına kanaat eden kimsenin kimseye minnet etmeyeceğini ve bu kanaatin kişiyi âlemin sultanı yapacağını ifade eder. Nâbî ise, insan mizacının katı olmaması gerektiğini, su gibi esnek ve uyumlu olmanın hayatın içinde bir gereklilik olduğunu beyan eder. Bu beyitler, farklı şâirlerin kaleminden çıkmış olsa da, hepsi de insanın mânevî kemâlini, dünyanın faniliğini, aşkın derinliğini ve kanaatin kıymetini ihtiva eden ortak bir hikmet havuzunda birleşmektedir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
15/10/2025

Loading

No ResponsesEkim 16th, 2025