BERCESTE VE İZAHI – 58 –

BERCESTE VE İZAHI – 58 –

​Kâbiliyet, Gayret, Hikmet ve İrfan Yolu

​İnsan hayatı, adeta bir cevher-i nevin tecellîgâhı olan bu kâinatta, nice sırlar, nice hikmetler ve nice hakikatler ihtiva eder. Hakîmâne bir nazarla bakıldığında, her bir hadise ve her bir kelam, bizlere bir ders verir, bir yola işaret eder. Bu çerçevede, ele aldığımız beyitler de bizlere mühim mesajlar sunar. Kâbiliyetin ehemmiyeti, duanın manevî iklimi, Allah’a tevekkül ve gayretin neticesi, müminin çileli fakat mükafatlı hayatı ve dünyanın geçiciliği bu makalenin muhtevasını teşkil etmektedir.

​1. Kâbiliyet ve Emeğin Ehemmiyeti

​Kâbiliyyetdir husûl-i matlabın sermâyesi
Elde isti’dâd varsa kâr kendin gösterir
Çelebizâde Âsım

​Talip olduğumuz, arzuladığımız şeyin gerçekleşebilmesi ancak kâbiliyetle mümkündür. Eğer bir insanın elinde kâbiliyet varsa bu onun yaptığı işten belli olur.
​Bu beyit, bir işin hakikatine ermek, bir gaye-i uzmaya nail olmak için sahip olunan kâbiliyetin esas sermaye olduğunu ifade etmektedir. Kâbiliyet, potansiyel bir kuvvettir. Ancak bu potansiyel, bir gayret ve emek ile fiiliyete döküldüğünde mana kazanır. Tıpkı bir tohumun toprağa düşmesi gibi, insan da yaratılıştan getirdiği istidat ve kâbiliyet tohumlarını, hayatın tarlasına eker. Eğer bu tohumlar bereketli bir zemin olan gayret ve azimle sulanırsa, neticesi kendiliğinden zuhur eder.
​Tarih, nice kâbiliyetli ancak tembel ve gayretsiz insanların nasıl zayi olduğunu göstermiştir. Öte yandan, kâbiliyetini meşakkatli bir emekle yoğuran nice insanın da nasıl zirvelere ulaştığına şahit olmuştur.
İnkişafın sebebi istidattır.
Yani insandaki kâbiliyet ve istidatların inkişafına birer sebeptir. Kâbiliyet bir nimet ve emanettir. Bu emanete riayet, onu doğru ve faydalı bir alanda kullanmakla mümkün olur. Aksi takdirde, kârını göstermeyen bir cevher misali, atıl kalır ve faydasız bir hale gelir.

​2. Duanın Esrarı ve İlahî Rahmet
​Bes du’âhâ k’ân zebânest ü helâk
V’ez kerem mî neşneved Yezdân-ı pâk
Hz. Mevlânâ

​Nice dualar vardır ki helâk olmanın ve ziyanın da ta kendisidir. Kusurlardan münezzeh olan Allah, kereminden dolayı onları kabul etmez.
​Hazret-i Mevlânâ’nın bu hikmetli beyiti, duaya olan bakışımızı derinleştirmektedir. Bizler genellikle her duanın olduğu gibi kabul edileceğini zannederiz. Oysa Mevlânâ Hazretleri, bazen bir duanın, bizim için ziyan ve helak olabileceğini ifade eder. Çünkü insan, ilmin cüzîliği sebebiyle, bir isteğin neticesinde meydana gelebilecek olumsuzlukları idrak edemeyebilir. Hayır zannettiğimiz bir şeyde şer, şer zannettiğimiz bir şeyde ise hayır bulunabilir. Bu hakikat Kur’an-ı Kerim’de şöyle izah edilmektedir:
​”…Bazen hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olabilir ve hoşlandığınız bir şey de sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (TDV Meal, Bakara Suresi, 216. Ayet)

​Bu durumda, Allah-u Teâlâ, kulunun cehaletinden ötürü dilediği bir şerrin vuku bulmaması için o duayı kereminden ve rahmetinden dolayı kabul etmez. Bu bir reddetme değil, bilakis bir rahmet tecellisidir. Mevlânâ bu beyit ile bizlere, duanın hakikatini, bir pazarlık ve isteme fiilinden öte, Allah’ın rahmet ve hikmetine tam bir teslimiyet hali olduğunu öğretmektedir.

​3. Gayret, Tevekkül ve Hakikat Yolu

​Allâh’a dayan sa’ye sarıl hikmete râm ol
Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol
Mehmet Âkif Ersoy

​Ey insan! Allah’a dayan, gayrete sarıl, hikmete boyun eğ. Bir yol varsa o da budur. Başka bir yola çıkacağını bilmiyorum.
​Milli şairimiz Mehmet Âkif Ersoy, bu beyitte inancın ve gayretin el ele yürümesi gerektiğini veciz bir şekilde dile getirmiştir. İnsan, bir taraftan Allah’a tam bir tevekkül ile bağlanmalı, diğer taraftan ise dünya hayatının bir imtihan olduğu bilinciyle çalışıp çabalamalıdır. “Allah’a dayan” ifadesi, kalbî bir iman ve teslimiyetin ifadesidir. “Sa’ye sarıl” ise bu imanın fiilî bir yansıması olarak, sebeplere tevessül etmenin ehemmiyetini vurgular. Hikmete râm olmak ise, hadiselerin arkasındaki ilahî hikmeti görebilmeyi ve buna rıza gösterebilmeyi ifade eder.
​Bu beyit, İslâm düşüncesinin temel bir prensibini ihtiva eder: tevekkül, tembellik ve atâlet demek değildir. Tevekkül, bütün sebeplere müracaat ettikten sonra neticeyi Allah’tan beklemektir. Âkif, bu yolu “hikmete râm ol” ifadesiyle taçlandırır. Yani, her ne olursa olsun, neticenin ardında bir hikmet olduğuna inanmak ve buna teslim olmaktır. Bu yol, insanın manevî ve maddî hayatını bir bütün olarak kuşatır ve ona hem dünya hem de ahiret saadetini vaat eder.

​4. Mümin’in Çilesi ve Ahiretteki Safası

​Mü’min olanların çokdur cefâsı
Âhiretde olur zevk ü safâsı
On sekiz bin âlemin Mustafâ’sı
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Âşık Yunus

​Allah’a gerçekten kul olanların bu dünyada sıkıntısı, derdi çoktur. Müminlerin asıl, gerçek eğlencesi ahirette olacaktır. Hem adı güzel hem de kendisi güzel olan Peygamberimiz (sav) on sekiz bin âlemin Mustafa’sıdır.
​Âşık Yunus’un bu ilahî nağmesi, müminin hayatına dair bir gerçeği gözler önüne sermektedir. Bu dünya, bir imtihan meydanıdır ve müminler için çile ve meşakkatlerle dolu olabilir. Kur’an-ı Kerim’de, “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle deneriz.” (TDV Meal, Bakara Suresi, 155. Ayet) buyurularak bu hakikat teyit edilmiştir.
​Ancak bu çile, sonu olmayan bir azap değil, aksine bir tezekkür ve manevî yükseliş vasıtasıdır. Her bir cefa, müminin imanını kuvvetlendirir ve onu ahiretteki zevk ve safaya hazırlar. Şiirin devamında ise bu ahiret müjdesinin ve feyzinin kaynağı olan Peygamber Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) bahsedilir. O, on sekiz bin âlemin seçilmişidir ve onun şefaati, müminlerin en büyük umududur. Bu beyit, müminlere bu fani dünyada sabrı, ahirette ise mükâfatı vaat eder.

​5. Dünyanın Geçiciliği ve Aklın Hakikati

​Âkıl oldur gelmeye dünyâ metâ’ından gurûr
Müddet-i devr-i felek bir demdir âdem bir nefes
Bâkî

​Akıllı, elde ettiği dünyalık maldan dolayı gurura kapılmayan kimsedir. Dünyanın dönüş süresi bir an, insanın ömrü ise bir nefesten ibarettir.
​Şair Bâkî’nin bu beyti, dünya ve insan hayatının fani ve geçici olduğu hakikatini vurgular. Akıllı olmak, sadece maddî birikimlere sahip olmak değil, asıl itibarıyla bu birikimlerin insanda bir gurur ve kibir vesilesi olmamasını temin etmektir. Dünyalıklar, birer vesile ve imtihan aracıdır. Bunlara aldanmak ve onlarla böbürlenmek, aklın zaafını gösterir.
​Bâkî, dünya hayatının müddetini bir an gibi tasvir ederken, insan ömrünü ise bir nefese benzetir. Bu benzetme, hayatın ne kadar kısa ve ani bitebileceğini bizlere hatırlatır. İnsanoğlu, bu kısa ömürde ebedî bir hayat için hazırlık yapmalıdır. Kur’an-ı Kerim’de, “Dünya hayatı, bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Takva sahipleri için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (TDV Meal, En’âm Suresi, 32. Ayet) buyurularak bu hakikate işaret edilmiştir. Akıllı insan, bu fani dünyanın aldatıcı cazibesine kapılmayan ve ebedî hayata hazırlık yapan kimsedir.

​Makale Özeti

​Bu makalede, insan hayatının muhtelif veçheleri ele alınmıştır. İlk olarak, kâbiliyetin ve bu kâbiliyeti gayretle inkişaf ettirmenin bir başarı için esas olduğu vurgulanmıştır. Akabinde, duanın sadece bir dilek mekanizması değil, aynı zamanda ilahî hikmet ve rahmete teslimiyetin bir tecellisi olduğu izah edilmiştir. Üçüncü kısımda, tevekkülün tembellik değil, fiilî gayret ve Allah’a tam bir güvenin neticesi olduğu belirtilmiştir. Dördüncü bölümde ise, müminin bu dünyada çektiği meşakkatlerin, ahiretteki ebedî saadetin bir mukaddimesi olduğu ve bu çilenin kaynağının Allah ve Resulü’ne olan iman olduğu anlatılmıştır. Son olarak, dünyanın faniliği ve insan ömrünün kısalığı ele alınarak, aklın gerçek manasının bu fani dünyalıklara kapılmamak ve ebedî hayata hazırlık yapmak olduğu ifade edilmiştir.

BERCESTE VE İZAHI – 58 –
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
10/10/2025

Loading

No ResponsesEkim 16th, 2025