“Biz Kendimize Zulmettik” – Zulmün Mahiyeti Nedir?

​”Biz Kendimize Zulmettik” – Zulmün Mahiyeti Nedir?

​Bu ayet-i kerimede geçen “zulüm” kelimesi, lügat manasıyla “bir şeyi ait olduğu yerin dışına koymak, karanlık, haksızlık” demektir. Ancak buradaki bağlantıda, çok daha derin ve şahsî bir manayı ihtiva eder.
• ​İlâhî Emre Muhalefet Etmek Suretiyle Fıtratı Bozmak: Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem ve eşini en güzel bir yapıda yaratmış, onları cennet gibi bir makama yerleştirmiş ve onlara sadece bir tek yasak koymuştu: “Fakat şu ağaca yaklaşmayın.” (Bakara, 2/35). Onların bu emre muhalefet etmeleri, kendilerine bahşedilen o saf, günahsız ve itaatkâr fıtratın dışına bir adım atmaları manasına geliyordu. Dolayısıyla bu fiil, her şeyden evvel kendi öz yapılarına, kendilerine bahşedilen o ulvî mevkiye karşı bir haksızlıktı. Kendi nuraniyetlerini, geçici bir arzu sebebiyle bir anlık bir karanlığa düşürmüş oldular.
• ​Nimeti Külfete Çevirmek: Onlar cennette zahmetsiz, meşakkatsiz bir hayat içerisindeydiler. Şeytanın hilesine aldanarak yasak meyveyi tatmaları neticesinde bu nimet yurdundan, imtihan ve meşakkat diyarı olan dünyaya gönderilme sürecini başlattılar. Yani kendi elleriyle, içinde bulundukları o sonsuz nimeti, dünya hayatının zorluklarına ve imtihanlarına tebdil ettiler. Bu, insanın kendi huzurunu ve saadetini kendi fiiliyle bozması hasebiyle en büyük “nefse zulüm”dür.

• ​Allah’a Karşı Değil, Kendi Aleyhlerine Bir Fiil İşlemek: Mühim bir nükte şudur ki, onların bu fiili Allah’ın mülkünden hiçbir şey eksiltmemiştir. Günah ve isyan, Allah’a bir zarar vermez; bilakis işleyenin kendi manevî hayatını, huzurunu ve geleceğini tahrip eder. Bu sebeple itirafları “Sana karşı haddi aştık” şeklinde değil, “Biz kendimize zulmettik” şeklindedir. Bu, hatanın neticesinin doğrudan doğruya failin kendisine döndüğünü idrak etmenin en hikmetli ifadesidir.
​Nitekim şeytanın tavrı ile Hz. Âdem’in (a.s.) tavrı arasındaki temel fark da buradadır. Şeytan kibrinden ve enaniyetinden ötürü hatasını kabul etmemiş ve “(İblîs) dedi ki: ‘Rabbim! Beni azdırmana karşılık, yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!'” (Hicr, 15/39) diyerek suçu haşa Cenâb-ı Hakk’a isnat etmeye cüret etmiştir. Hz. Âdem (a.s.) ise acziyetini ve hatasını derhal kabul ederek doğrudan kendi nefsini mesul tutmuştur. Bu, faziletin ve kulluğun zirvesidir.

​”Mutlaka Ziyan Edenlerden Oluruz” – Ziyan ve Hüsran Nasıl Bir Kayıptır?

​Buradaki “ziyan” ve “hüsran”, basit bir maddî kayıp veya mahrumiyet değildir. Bu, varoluş bir iflasın ve manevî bir helâkin ifadesidir.
• ​En Büyük Ziyan: Rabb’in Rahmetinden Mahrum Kalmak: Dünyevî bütün kayıplar telafi edilebilir. Ancak Allah’ın mağfiret ve rahmetinden mahrum kalmak, ebedî hayatı kaybetmek demektir. Onların duası, cenneti kaybetmenin üzüntüsünden daha çok, Rablerinin affını ve merhametini kaybetme korkusunu dile getirir. Çünkü bir kul için en büyük servet, Rabbi ile olan bağıdır. Bu bağ koptuğunda, insan en temel dayanağını yitirir ve ebedî bir hüsrana sürüklenir. Asr Suresi’nde bu hakikat ne kadar veciz ifade edilir: ​”Asra yemin olsun ki, insan gerçekten ziyandadır. Ancak iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır.” (Asr, 103/1-3)

• ​Cenneti ve Oradaki Makamı Kaybetmek: Ziyanın zahirî ve ilk neticesi, içinde bulundukları o eşsiz nimet yurdunu kaybetmeleridir. Orada ne korku ne de hüzün vardı. Bu, bir makam ve mekân kaybı olduğu gibi, aynı zamanda bir “hal” kaybıdır. Safiyet, emniyet ve huzur halinden; imtihan, mücadele ve meşakkat haline düşmektir. Tâhâ Suresi’nde bu durum şöyle tasvir edilir: ​”Bunun üzerine ondan yediler. Hemen ardından ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar. Âdem rabbine karşı geldi ve yolunu şaşırdı.” (Tâhâ, 20/121)

• ​Şeytanın Vesvesesine Açık Hale Gelmek: Bu ilk itaatsizlik, şeytana insan üzerinde bir tesir yolu açmıştır. Ziyanın bir yönü de budur. Artık insan, hayatı boyunca bu düşmanın hile ve desiseleriyle mücadele etmek zorunda kalacağı bir imtihan sahasına indirilmiştir. Bu dua, aynı zamanda bu mücadelede Allah’ın yardımına ve merhametine sığınmanın bir ifadesidir. Şeytanın onları nasıl aldattığı Kur’an’da şöyle anlatılır: ​”Derken şeytan ona vesvese verdi: ‘Ey Âdem!’ dedi, ‘sana ebedîlik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?'” (Tâhâ, 20/120)

​İbretler ve Hikmetler

​Bu mübarek dua, bizler için sayısız hikmet ve ibret dersi ihtiva etmektedir:
• ​Tövbenin Anahtarı: Acziyet ve İtiraf: Kurtuluşun ilk adımı, kibre kapılmadan, bahane aramadan, hatayı bütün samimiyetle kabul edip “Biz kendimize zulmettik” diyebilmektir. Bu, enaniyetin kırılıp kulluğun başladığı noktadır.
• ​Ümitsizliğe Yer Yoktur: En büyük hatadan sonra bile ümitsizliğe düşülmemiştir. Doğrudan Allah’ın rahmet ve mağfiretine sığınılmıştır. Bu, günahı ne kadar büyük olursa olsun, Allah’ın rahmetinin her şeyi kuşattığına dair bir müjdedir.
• ​Duanın Kabulü: Onların bu samimi duası cevapsız kalmamıştır. Cenâb-ı Hak, onlara tövbe kelimelerini ilham etmiş ve onların tövbesini kabul etmiştir. ​”Derken Âdem rabbinden birtakım kelimeler aldı (onlarla amel edip dua etti, duası kabul edildi). Allah da tövbesini kabul etti. Çünkü O, tövbeleri çok kabul eden, pek esirgeyendir.” (Bakara, 2/37)

​Bu hadise hakkında Risale-i Nur Külliyatı’nda da mühim tesbitler vardır. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Hz. Âdem’in (a.s.) hatasının hikmetini izah ederken, bu hatanın insaniyetin manevî terakkisi için bir çekirdek olduğunu belirtir. Hz. Âdem’in (a.s.) günahı kibirden ve inkârdan değil, insani bir zaaftan kaynaklandığı için tövbeye ve Allah’a daha derin bir ilticaya vesile olmuştur. Şeytanın isyanı ise kibir ve enaniyetten kaynaklandığı için onu ebedî hüsrana sürüklemiştir.

​İktibas edelim:
​””BİRİNCİ SUALİNİZ: Hazret-i Âdem’in (a.s.) Cennetten ihracı ve bir kısım benî Âdem’in Cehenneme ithali ne hikmete mebnidir?”
“Elcevap: Hikmeti, tavziftir. Öyle bir vazife ile memur edilerek gönderilmiştir ki, bütün terakkiyât-ı mâneviye-i beşeriyenin ve bütün istidâdât-ı beşeriyenin inkişaf ve inbisatları ve mahiyet-i insaniyenin bütün esmâ-i İlâhiyeye bir âyine-i câmia olması, o vazifenin netâicindendir. Eğer Hazret-i Âdem Cennette kalsaydı, melek gibi makamı sabit kalırdı; istidâdât-ı beşeriye inkişaf etmezdi. Halbuki, yeknesak makam sahibi olan melâikeler çoktur; o tarz ubudiyet için insana ihtiyaç yok. Belki hikmet-i İlâhiye, nihayetsiz makamâtı kat edecek olan insanın istidadına muvafık bir dâr-ı teklifi iktiza ettiği için, melâikelerin aksine olarak, muktezâ-yı fıtratları olan malûm günahla Cennetten ihraç edildi.” (Mektubat, 12. Mektup)

​Hülasa:

​Hz. Âdem (a.s.) ve eşinin bu duası, insanın dünyaya gönderiliş serüveninin özüdür. Buradaki zulüm, Allah’ın koyduğu fıtrat hududunu aşarak kendi saadet ve huzurunu tehlikeye atmaktır. Ziyan ise, sadece cenneti değil, asıl olarak Allah’ın rahmet ve mağfiretini kaybetme tehlikesiyle yüz yüze gelmektir ki bu, ebedî hüsrandır. Bu hadise ve dua, bizlere hatadan sonraki en doğru tavrın, acziyeti kabul edip samimiyetle Allah’ın sonsuz rahmetine sığınmak olduğunu öğretir. Bu, kıyamete kadar her mü’min için bir kurtuluş reçetesidir.
​Cenâb-ı Hak, bizleri de hatalarımızı idrak edip bu dua ile kendisine iltica eden ve rahmetine nail olan kullarından eylesin. Amin.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
15/10/2025

Loading

No ResponsesEkim 16th, 2025