YIKIMIN ARDINDAN PAZARIN KURULMASI: ŞEFFÂF BİR HEZİMET Mİ, SİNSİ BİR PLAN MI?

YIKIMIN ARDINDAN PAZARIN KURULMASI: ŞEFFÂF BİR HEZİMET Mİ, SİNSİ BİR PLAN MI?

İnsanlık tarihi; fetihlerle, yıkımlarla, inşâlarla ve yeniden inşâlarla doludur. Ne var ki bazen, savaş meydanındaki silâhların susmasından çok, o sessizlikten sonra yükselen molozların arasında kurulmak istenen pazardır tehlikeli olan. Zira yıkım bir ilk kapı açar; sonra içeride kimlerin dolaşacağı, kimlerin yeni malik olacağı büyük bir mücadeleyi doğurur.
Nitekim: “Koyun can derdinde, kasap et derdinde.” Yani halk, katliamla, acıyla boğuşurken; o büyük güçler, enkazın içinden kendileri için ticaret yolları, rant alanları, nüfuz bölgeleri çıkarma derdindedir. Irak’ın, Suriye’nin, Libya’nın, Yemen’in, Gazze’nin ve kısmen Ukrayna’nın hayatı nasıl yıkıldı; şimdi sırada inşa üzerine kurulmuş hırslar mı vardır?

Trump’ın “Gazze Riviera’sı” planı: Yeniden inşa mı, yeniden yerleşim mi?

Washington Post’ta yer alan habere göre Trump yönetiminin “savaş sonrası Gazze” planı, ABD denetiminde bir tatil ve teknoloji merkezi kurulmasını öngörmektedir. Bölge halkının “gönüllü” biçimde başka yerlere taşınması ve yeniden yerleşimi, planın temel unsurlarındandır.
Plan, büyük miktarda özel yatırım (public-private partnership) ile finanse edilmek üzere kurgulanmıştır; yerleşik hak sahiplerine, dijital tokenlar ya da yeni daireler karşılığı bir mübadele sunulması teklif edilir.
Fakat bu tür planlara tarihî deneyimler ışığında şüpheyle yaklaşmak gerekir. Zira bir toprak halkını yerinden etmek, mekânın sembolünü değiştirmek, ideolojik hegemonyayı kurmak için son derece etkili bir araç olabilir. Elbette teorik “gönüllülük” iddiası vardır; fakat “seçim” alanı daraltılmış, alternatifler sınırlandırılmışsa demokrasi söylemi kâğıt üstünde kalır.
“Jus post bellum” (savaştan sonra hakikat ve adalet) kavramı, savaşı bitirdikten sonra nasıl davranılması gerektiğini sorgular. Bir ülkeyi yeniden inşa etme sorumluluğu, teoride adaletle ve halkın iradesiyle yürütülmelidir. Lakin burada sözü edilen planlarda, restorasyon değil; yeniden mutasarrıflık (yönetme hakkı) kurulması gibi riskler göze çarpmaktadır.

Tarih, pazarı ve inşayı nasıl okur?

Tarih bize benzer örnekler sunar:
• II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa: Yıkımdan sonra Marshall Planı ile mali yardımlar ve altyapı inşası teşvik edildi. Ama bu, Almanya’yı yeniden ayağa kaldırmak için yapılan bir ekonomik plan idi; değilse Batı Almanya’nın yeniden ekonomik yükselişi, yerli potansiyel ve sanayi birikiminin desteklenmesiyle gerçekleşti.
• Basra Körfezi, Irak: 1990’larda savaş sonrası onarım faaliyetleri ile petrol altyapısının yeniden ele geçirilmesi; fakat halk refahının görece düşük kalması, restorasyonun adâletle yürütülemediğini gösterdi.
• Filistin tarihinde uzun zamandır toprakların el değişimi, mekanların yeniden tasarımı, göçlerin zorlanması, nüfus mühendisliği gibi stratejiler sıkça kullanılmıştır.
Bu örnekler göstermektedir ki yıkımdan sonra “inşa” iddiası, kolay bir meşruiyet örtüsü haline gelebilir. Ancak asıl sınav, inşanın kim için yapıldığı; yönetimin kimlerde olacağı; halkın orada kalıp kalamayacağıdır.

Ahlaki, iman ve uyanış yönünde bir çağrı

Bu topraklarda iman daima sorumluluk doğurmuştur. Bir Müslüman’ın tefekkür penceresinden bakarsak:
• Zulmü engellemek, sesi çıkmayanların sesi olmak bir vecibedir.
• Kökü olan halkları, mekânı olmayanlara dönüştürmek; mirası elinden alanlara meşruiyet vermek; zulüm kadar tehlikelidir.
• Uyanık olunmalıdır: Yıkım üzerinden pazara dönüştürülmeye çalışılan her projede gizli bir fikir, ideoloji, nüfuz savaşı vardır.
Sonuç olarak, kaygımız meşrudur. Bu yıkımlar bir “kapışma” değil; bir “yeniden şekillendirme” planıdır. Gözlerimizi kırpmadan takip etmeliyiz. Zulmü durdurmak, enkazda gömülü niyetleri görebilmek; bölge halkının onurunu, vekaletle değil doğrudan savunabilmek, asıl mücadeledir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
14/10/2025

 

Loading

No ResponsesEkim 15th, 2025