Her Yeni Gün, Yeni Bir Âlemin Kapısıdır
Her Yeni Gün, Yeni Bir Âlemin Kapısıdır
İktibas: “Hem bil ki: Her yeni gün, sana hem herkese, bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde âlem-i misalde şehadet eder. Zira herkesin, her günde, şu âlemden bir mahsus âlemi var. Hem o âlemin keyfiyeti, o adamın kalbine ve ameline tâbi’dir.” – Sözler – 273
Bu hikmetli söz, her geçen günün hayatımızdaki kıymetine ve bu kıymeti anlamlandırmanın yollarına dair derin bir bakış açısı sunmaktadır. Her yeni gün, yalnız takvimde değişen bir rakamdan ibaret değildir; bilakis, yeni bir başlangıç, yeni bir âlem ve yeni bir imtihan sahasıdır. Bediüzzaman Hazretleri’nin bu beyanı, bizi bu hakikate davet ederken, amellerimizin ve manevi hayatımızın bu yeni âlemi nasıl şekillendirdiğini de açıklıyor.
Her gün, aslında hususi bir âlem-i misalî kendimiz icin hazırlarız. Bu âlemin nurlu, aydınlık ve mamur olması, kalbimizin ve amellerimizin hâline bağlıdır. Güneşin doğuşuyla birlikte açılan bu kapı, ya salih amellerle nurlanır, yahut gaflet ve günahlarla zulmetli bir hâl alır. Bu durumun en mühim mihenk taşı ise, beka ve hayatın direği olan namazdır. Namaz, yalnız bir kulluk borcu değil, aynı zamanda o günkü âlemimizin anahtarı ve feyz kaynağıdır. Namaz kılınmadığı takdirde, bu yeni günün âlemi karanlık ve perişan bir hâlde geçip, ahirette sahibinin aleyhine şahitlik edecektir. Bu, her birimizin yaşadığı her anın, bir cihan şümul hayatiyet taşıdığının en açık isbatıdır.
Bu, bireyin manevi hayatı ile dış âleminin zahiri durumu arasındaki sıkı bağlantıyı da tasvir eder. Kalpteki iman, ibadet ve takva ne kadar sağlam olursa, o kişinin zahiri âlemi de o nispette düzen ve huzur bulur. Güneşin doğuşu ile yeniden başlayan hayat, müminin kalbinde doğan manevi bir güneşle aydınlanır ve bütün hayatına bu nuru yayar. Namaz, bu manevi güneşin bir yansımasıdır.
Kâinatı Kadîr-i Rahîm’e Bırak
İktibas: “Manen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîm’in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et, ona bırak… Cefasını değil, safasını çek.” – Asa-yı Musa – 228
Bu makalede bahsedilen fikir, insanın fani ve aciz tabiatına karşı, kâinatın sonsuz ve kudretli bir sahibi olduğu hakikatini vurgular. İnsan, kendi sınırlı gücüyle kâinatın bütün bozukluklarını düzeltmeye ve her şeye müdahale etmeye kalkıştığında büyük bir yorgunluk ve hayal kırıklığı yaşar. Bediüzzaman Hazretleri, bu zihnî yükten kurtulmanın yolunu gösteriyor: kâinatı, hakiki sahibi olan Kadîr-i Rahîm’e teslim etmek.
Hayatın zıt ve aykırı durumları, tabiatın zorlukları ve beşeriyetin perişan hâlleri karşısında aciz kalan insan, ancak bu teslimiyetle iç huzura erişebilir. Kâinatın zorluklarını omuzlarına yüklenmek yerine, her şeyin mutlak bir kudret ve rahmet ile idare edildiğine inanmak, insanın safa bulmasını sağlar. Bu teslimiyet, bir miskinlik veya pasiflik değil, aksine, sorumluluklarını idrak ettikten sonra acziyetini bilerek Allah’a tevekkül etme faziletidir.
Bu beyit, aynı zamanda, “Pürsevdâ bir kalbin kut ve kuvveti, herşeye kadîr bir Rahîm-i Kerîm’in kapısını niyaz ile çalmakla elde edilebilir” cümlesiyle bütünleşir. Kalbin manevi kuvveti ve huzuru, ancak Yaratıcı’ya yönelişle ve O’nun sonsuz kudretine sığınmakla mümkün olur. Bu, dua ve ibadetin, kalbi besleyen ve onu tabiatın zorluklarına karşı koruyan bir kalkan olduğunu gösterir. Teslimiyet, aynı zamanda bir ibadettir; kendi irademizi ve gücümüzü sonsuz bir irade ve kudretle birleştirme çabasıdır.
İyilerle Beraberlik ve Düşündürücü Hikmetler
İktibas: “İyilerle berabersen köpek de olsan cennete gidersin. Kötülerle berabersen Peygamber oğlu da olsan cehenneme gidersin.” –
Bu söz, manevi hayatımızda dostluk ve beraberliğin ne denli mühim olduğunu çarpıcı bir şekilde tasvir eder. Nuh Aleyhisselam’ın tufandan kurtulamayan oğlu ve Ashab-ı Kehf’in Cennet’le müjdelenen köpeği, iki farklı misal olarak bu hikmeti destekler.
İlk misalde, peygamberin oğlu bile olsa, doğru yoldan ayrılıp kötü bir bağlantı kurmak ve hakikate sırtını dönmek, kişiyi helake götürür. Soyun ve aile bağlarının, kişisel tercihlerden ve amelden üstün olmadığını bu hadise isbat eder. İkinci misalde ise, hayvan dahi olsa, salihlerle beraber olmak, onlara tabi olmak, o kutlu beraberliğin bereketiyle Cennete mazhar olunur. Ashab-ı Kehf’in köpeği, bu beraberliğin ne kadar değerli olduğunun bir nişanesidir.
Bu söz, aynı zamanda, insanın hayatındaki en mühim etkenlerden birinin çevre ve bağlantı olduğunu nazara verir. Kişinin şahsi faziletleri ne kadar yüksek olursa olsun, kötü bir çevrenin etkisi altında kalması, o faziletleri zedeleyebilir ve yanlış yollara sürükleyebilir. Bunun aksine, salih insanlarla beraber olmak, onların manevi havasından istifade etmek, kişiyi doğru yolda tutar ve onu daha iyi bir insan olmaya teşvik eder. Bu, kişisel ahlak ve tercihlerimizin yanı sıra, kiminle yürüdüğümüzün de ahiretteki konumumuzu belirleyebileceği hakikatini kuvvetle vurgular.
Ecel ve Kabir, Cennet ve Cehennem
İktibas: “Demek, ecel ve kabir insanı beklediği gibi Cennet ve Cehennem de insanı bekliyor ve gözetliyor.” – [Risale-i Nur Külliyatı’ndan]
Bu ibretli söz, hayatın fani yönüne ve ahiretin baki hakikatlerine dair derin bir bakış sunar. Her canlının mutlak sonu olan ecel ve kabir, bizim kaçınılmaz misafirlerimizdir. Ancak bu söz, bizi bu düşüncenin ötesine taşıyarak, ahiret hayatının da bizleri beklediğini, adeta bizi gözlemlediğini anlatır.
Bu tasvir, yalnız bir son değil, aynı zamanda bir karşılıklar âlemi olduğunu vurgular. Hayatımızdaki her fiilin, her düşüncenin ve her amelin, ahirette bir neticesi olacaktır. Cennet, iman ve salih amel sahiplerini beklerken, Cehennem de inkâr ve isyan içinde olanları beklemektedir. Bu, hayatın yalnızca bu fani dünyadan ibaret olmadığı, bilakis, asıl hayata hazırlık olduğu düşüncesini güçlendirir.
Ecel ve kabrin, hayatın nihayeti gibi görünmesi, aslında bir kapıdır. Bu kapıdan geçtikten sonra Cennetin ve Cehennemin bizi beklediği bilgisi, hayatımızı daha anlamlı kılmak, daha dikkatli yaşamak ve daha faziletli ameller işlemek için bir teşviktir. Bu, insanın her anının bir imtihan olduğu ve bu imtihanın neticesinin sonsuz bir hayatı belirleyeceği gerçeğini hatırlatır. Dolayısıyla, ecel ve kabir korkutucu birer son değil, aksine, bizi ahiretteki ebedî saadete ulaştıran birer eşik olmalıdır.
Ümid-i Kavî ve Âlem-i İslâm’ın Teceddüdü
İktibas: “Ümidim kavîdir ki: Çok masumların kalblerinden hararet-i hüzün ile tebahhur eden Ây! Vây! ve Âh! lar, rahmetli bir bulut teşkil edecektir. Ve Âlem-i İslâm’daki yeni yeni İslâm devletlerinin teşekkülleriyle o rahmetli bulut teşekküle başlamıştır.” – Tarihçe-i Hayat – 77
Bu söz, zor zamanlarda dahi ümidin asla kaybolmaması gerektiğini anlatan kuvvetli bir beyittir. İslam âleminin yaşadığı zorluklar, perişanlıklar ve zulümler karşısında, masum ve mazlumların kalbinden yükselen hüzün ve kederin, boşa gitmeyeceği hikmetini ihtiva eder. Onların kederleri, Allah katında bir rahmet bulutu hâline gelecektir. Bu, Allah’ın masumların dualarını ve kederlerini görmezden gelmediğinin bir isbatıdır.
Bu beyit, tarihî ve güncel bir bağlantıyı da ihtiva eder. Bediüzzaman Hazretleri, bu rahmet bulutunun, İslam dünyasında teşekkül etmeye başlayan yeni devletlerle birlikte görünür hâle geldiğini ifade eder. Bu, ümidin yalnızca bir his değil, aynı zamanda tarihî bir gerçekliğe dönüşebileceğinin bir tasviridir. Bu yeni devletlerin kuruluşu, İslam dünyasının yeniden dirilişi ve manevi bir uyanışın habercisi olabilir.
Bu, bir nevi ilahi bir adalet ve rahmet tecellisidir. Zulüm ve hüzün ne kadar büyük olursa olsun, Allah’ın rahmetinin daha büyük olduğu hakikati, bu beyitte manevi bir teselli ve güç olarak sunulur. Mazlumların ahı, zalimin saltanatını yıkacak ve Allah’ın izniyle bir kurtuluş ve yenilenme bulutu olarak tecelli edecektir. Bu söz, her ne kadar zorlu bir dönemde yaşasak da, ilahi adaletin ve rahmetin bir gün tecelli edeceğine dair sağlam bir ümidi kalbimize yerleştirir.
Makalenin Özeti
Bu makalede ele alınan beş ana fikir, İslam düşüncesi ve hikmetinin temel taşlarını oluşturmaktadır. İlk olarak, her yeni günün, insanın kalbi ve amelleriyle şekillenen özel bir âlem olduğu ve bu âlemin namazla nurlanacağı beyan edilmiştir. İkinci olarak, kâinatın derdini omuzlamaya çalışan insanın, ancak her şeyin sahibi olan Kadîr-i Rahîm’e teslimiyetle huzur bulacağı ifade edilmiştir. Üçüncü olarak, kişinin çevresinin ve beraberliğinin manevi hayatı üzerindeki büyük etkisi, peygamberin oğlu ve Ashab-ı Kehf’in köpeği misalleriyle açıklanmıştır. Dördüncü olarak, ecel ve kabirin, hayatın sonu değil, ahiretteki ebedî hayatın başlangıcı olduğu ve Cennet ile Cehennemin bizi beklediği vurgulanmıştır. Son olarak ise, İslam dünyasının yaşadığı zulüm ve kederin, ilahi rahmetle birleşerek yeni bir dirilişin habercisi olacağına dair sağlam bir ümit aşılanmıştır. Bu düşünceler, bireysel ve sosyal hayatın her anında, manevi bir uyanış ve bilinçli bir yaşam sürmenin yollarını gösterir.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
13/10/2025