BERCESTE VE İZAHI – 42 –
BERCESTE VE İZAHI – 42 –
Makale 1: Gözlem Sanatı ve Dünyanın Öğrettikleri (Taşlıcalı Yahyâ)
İktibas
Osmanlıca Metin:
صاحب ادراک پاکز قیدی یوق دیوانه یز
اهل دنیانك تماشاسی نصیحتدر بزه
Latinize Metin:
Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilün
Sâhib-i idrâk-i pâkiz kaydı yok dîvâneyiz
Ehl-i dünyânın temâşâsı nasîhatdir bize
Taşlıcalı Yahyâ
Açıklama:
Temiz bir idrake sahip, herhangi bir kayıtla sınırlanmayan divaneleriz. Kendisini sadece bu dünyanın nimetlerine adamış olan insanların hâlini izlemek bize nasihat olarak yeter.
İzah ve Makale: Akıllı Deliliğin Bilgeliği
Divan şiirinin kudretli kalemlerinden Taşlıcalı Yahyâ, yukarıda iktibas edilen beytinde, sıradanlığın ve dünyevi hırsların ötesinde bir varoluş biçimini, bir “akıllı deliliği” terennüm eder. O ve onun gibi “temiz bir idrake sahip” olanlar, kendilerini dünyanın gelip geçici kurallarıyla, mal, mülk ve makam gibi kayıtlarla sınırlamazlar. Onlar, toplumun “normal” kabul ettiği kalıpların dışına çıkmış, bu yüzden de adına “divane” denilen bilge ruhlardır. Bu divanelik, bir akıl yoksunluğu değil, aksine daha üstün bir aklın, yani idrakin ve sezginin tezahürüdür.
Bu bilge divaneler için en büyük mektep, “ehl-i dünya” yani hayatının merkezine sadece dünyevi zevkleri, çıkarları ve hırsları koymuş olan insanların bizzat kendisidir. Onları “temaşa etmek”, yani hallerini, koşuşturmalarını, sevinçlerini ve kederlerini dışarıdan bir gözle, bir ibret nazarıyla izlemek, en tesirli nasihattir. Zira dünyanın geçici nimetleri için birbirini kıran, ömür tüketen insanların hali, faniliğin ve boş çabanın en canlı delilidir. Bir makam için verilen tavizler, bir avuç toprak için dökülen kanlar, daha fazla biriktirme hırsıyla kaybedilen manevi değerler… Bütün bunlar, idrak sahibi için ciltlerce kitaptan daha derin bir öğüt taşır.
Tarih sahnesi, bu temaşanın sayısız örneğiyle doludur. Büyük imparatorluklar kuran nice hükümdar, fethettiği topraklara sığmazken sonunda bir avuç toprağa sığmak zorunda kalmıştır. Servetleriyle nam salan nice zengin, biriktirdiklerinin hiçbirini öte aleme götürememiştir. Güzelliğiyle dillere destan olanlar, zamanın acımasız eliyle bir gün herkes gibi toprağın bir parçası olmuştur. İşte “sâhib-i idrâk” olan kişi, bu manzarayı seyreder. Bu seyir, ona kibrin ne denli yersiz, hırsın ne kadar anlamsız ve dünyaya bağlanmanın ne büyük bir aldanış olduğunu fısıldar. O, başkalarının düştüğü hatalara düşmemek için onların hayatını bir laboratuvar gibi inceler. Bu, ne bir kınama ne de bir aşağılama, sadece derin bir ibret alma halidir.
Bu beyit, bize modern çağda da bir projektör tutmaktadır. Sosyal medyanın bir “temaşa” sahnesine dönüştüğü günümüzde, başkalarının hayatlarını izleyerek ya hasetle dolarız ya da gıpta ederiz. Oysa Taşlıcalı Yahyâ’nın bilgeliği, bu temaşayı bir “nasihat” penceresinden yapmayı önerir. Gösterişin, lüksün, anlık heveslerin peşindeki insanların sonu gelmez tatminsizliğini görmek, insanın kendi ruhuna dönmesi, neyin gerçekten değerli olduğunu sorgulaması için en büyük fırsattır. Gerçek özgürlük, dünyanın prangalarından kurtulmuş bir idrak ile “kayıtsız bir divane” olabilmekte ve hayatı bir ibret nazarıyla okuyabilmektedir.
Özet
Taşlıcalı Yahyâ’nın beyti, gerçek bilgeliğin, dünyevi hırsların ve sınırların ötesinde bir “divanelik” halinde bulunduğunu ifade eder. Bu bilge kişiler için en büyük ders, hayatını sadece dünya nimetlerine adamış insanların (ehl-i dünya) halini ibretle izlemektir. Onların geçici hevesler uğruna verdikleri anlamsız mücadele, idrak sahipleri için en etkili nasihattir. Bu bakış açısı, insanın başkalarının hatalarından ders alarak kendi manevi yolunu çizmesine ve gerçek özgürlüğe ulaşmasına imkan tanır.
Makale 2: Gerçek Zenginlik ve İnsanın Değeri (Seyyid Vehbî)
İktibas
Osmanlıca Metin:
نه عزّ و جاه و نسبله نه کسب مال ایله در
فقط تفاخری اهل دلڭ کمال ایله در
Latinize Metin:
Mefâ‘îlün Fe‘ilâtün Mefâ‘îlün Fe‘ilün
Ne izz ü câh u neseble ne kesb-i mâl iledir
Fakat tefâhürü ehl-i dilin kemâl iledir
Seyyid Vehbî
Açıklama:
Gönül sahiplerinin övünmesi, ne makam-mevki ne soy-sop ne de mal sahibi olmakladır. Onlar, ancak olgunlukla, kemâl sahibi olmakla övünürler.
İzah ve Makale: Kemâlin Altın Ölçüsü
İnsanlık tarihi, bir yanıyla değerin ve üstünlüğün ne olduğu sorusuna verilmiş cevapların tarihidir. Kimi medeniyetler gücü, kimi soyu, kimi ise zenginliği en büyük itibar vesilesi saymıştır. Ancak Seyyid Vehbî, 18. yüzyıldan günümüze seslenen bu hikmet dolu beytinde, bütün bu geçici ve dış ölçüleri reddederek, insanın gerçek değerinin ve övünç kaynağının nerede saklı olduğunu gösterir: “Kemâl”.
Beytin ilk mısrası, toplumların genellikle üstünlük olarak kabul ettiği dört unsuru sıralayıp hepsini bir kenara iter: “izz ü câh” (yükseklik, makam, mevki), “neseb” (soy, sop) ve “kesb-i mâl” (mal biriktirme, zenginlik). Bu unsurların hepsi insanın dışındadır. Makamlar geçicidir, en yüksek mevkilere çıkanlar bir gün o koltuktan inerler. Soy, insanın kendi iradesi ve çabasıyla elde ettiği bir şey değildir; yalnızca bir takdirin sonucudur. Mal mülk ise bugün var yarın yoktur; biriktirilen servetler bir anda elden çıkabilir veya mirasçıların elinde heba olabilir. Dolayısıyla bu değişken ve güvenilmez temellere dayanan bir üstünlük, sahte bir övünçten başka bir şey değildir.
Peki, “ehl-i dil” yani gönül ehli, bilge ve arif insanlar ne ile övünür? Seyyid Vehbî cevabı net bir şekilde verir: “Fakat tefâhürü ehl-i dilin kemâl iledir.” Kemâl, olgunluk demektir. İnsanın ilimde, ahlakta, sanatta, irfanda ve en önemlisi “insan olmakta” ulaşabileceği en üst seviyedir. Bu, insanın dahili bir zenginliğidir. Dışarıdan kimsenin alamayacağı, zamanın eskitemeyeceği, felaketlerin yok edemeyeceği tek gerçek servettir. Kemâl sahibi insan, öfkesini yenen, affetmeyi bilen, adaletten şaşmayan, bilgiyle aydınlanmış, tevazu ile süslenmiş kişidir.
Tarih, bu iki farklı değer sisteminin çarpışmasına şahittir. Firavun, gücü, orduları ve hazineleriyle övünürken; Hz. Musa, sadece inancı ve ahlaki duruşuyla ona meydan okumuştur. Roma’nın zengin ve soylu senatörleri, köle bir ailenin çocuğu olan bilge Epiktetos’un felsefesi karşısında aciz kalmışlardır. İslam medeniyetinde nice sultan, ilmi ve ahlakıyla kemâle ermiş bir alimin önünde diz çökmüş, ondan öğüt dilenmiştir. Bu örnekler gösteriyor ki, makamın ve malın gücü zamanla erirken, kemâlin ışığı asırlar sonrasını bile aydınlatmaya devam eder.
Günümüz dünyası, Seyyid Vehbî’nin bu uyarısına her zamankinden daha fazla muhtaçtır. “Ne kadar kazandığın”, “hangi makamda olduğun” veya “nereden geldiğin” gibi soruların, “nasıl bir insan olduğun” sorusunun önüne geçtiği bir çağda yaşıyoruz. Oysa insanın geride bırakacağı en kalıcı miras, banka hesabındaki rakamlar veya kartvizitindeki unvanlar değil, karakterinin sağlamlığı, ahlakının güzelliği ve ruhunun olgunluğudur. Gerçek övünç, sahip olduklarımızda değil, “olduğumuz” şeydedir.
Özet
Seyyid Vehbî, bu beytinde insanın gerçek değer ölçüsünün ne olduğunu sorgular. Ona göre, makam, mevki, soyluluk veya mal-mülk gibi dış ve geçici unsurlar bir övünç kaynağı olamaz. Gerçek üstünlük ve gönül ehlinin (ehl-i dil) yegâne övünç vesilesi “kemâl”dir. Kemâl, insanın ahlak, ilim ve irfan yolunda ulaştığı iç olgunluk ve mükemmelliktir. Bu, zamanla kaybolmayan, çalınamayan ve insanın asıl zenginliğini oluşturan yegâne hazinedir.
Makale 3: Gören Göz ve Kör Bakış (Taşlıcalı Yahyâ)
İktibas
Osmanlıca Metin:
تارك دنیای كوزلر اولیا اولی کورور
عیننه آلمـاز عوامڭ عیننی اعمی کورور
Latinize Metin:
Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilün
Târik-i dünyâyı gözler evliyâ evlâ görür
Aynına almaz avâmın aybını a‘mâ görür
Taşlıcalı Yahyâ
Açıklama:
Veli zatlar dünyayı terk edenleri, dünyanın geçici güzelliklerine meyletmeyenleri gözlerler. Onları diğer insanlardan daha üstün tutarlar. Sıradan halkın gözüyle bakmazlar. Onların gözünü, bakışını âmâ bakışı olarak görürler.
İzah ve Makale: Hakikatin Farklı Pencereleri
Taşlıcalı Yahyâ, bu derinlikli beytinde, iki farklı bakış açısını, iki farklı dünya görüşünü karşılaştırarak hakikatin göreceliğini ve manevi mertebenin önemini vurgular. Bir yanda “evliya” yani veliler, Allah dostları, manevi olgunluğa ermiş bilge insanlar vardır. Diğer yanda ise “avâm”, yani sıradan halk, manevi derinlikten çok dünyevi ve maddi gerçeklerle ilgilenen çoğunluk bulunur. Şair, bu iki grubun birbirini ve dünyayı nasıl gördüğünü çarpıcı bir tezatla ortaya koyar.
İlk mısra, velilerin değer sistemini açıklar: “Târik-i dünyâyı gözler evliyâ evlâ görür.” Evliyanın nazarı, dünyayı terk edenler, yani mal, makam, şöhret gibi geçici heveslerden yüz çevirip yüzünü hakikate dönenler üzerindedir. Onlar için “evlâ” olan, yani daha üstün, daha değerli olan kişi, dünyadan ne kadar vazgeçebilmişse o kadar kıymetlidir. Çünkü veliler bilirler ki, dünya bir gölgedir ve gölgenin peşinden koşanlar, asıl olanı, yani hakikati kaçırırlar. Onların gözünde gerçek zenginlik, dünyayı biriktirmek değil, kalbi dünyadan arındırmaktır. Bu nedenle, toplumun “başarılı” veya “zengin” diye etiketlediği kişilere değil, “fakir” ama “gönlü zengin” olanlara itibar ederler.
İkinci mısra ise bu denklemin diğer yüzünü, yani avâmın bakışını ve evliyanın bu bakışa karşı tavrını anlatır: “Aynına almaz avâmın aybını a‘mâ görür.” Veliler, sıradan halkın bu değer yargılarını ve bakış açısını “aynına almaz”, yani ciddiye almaz, onlara kıymet vermezler. Çünkü avâmın gözü, sadece dışı, kabuğu, maddeyi görür. Onlar için dünyayı terk etmek bir “kayıp”, bir “ahmaklık”tır. Maneviyat için maddi olandan vazgeçeni anlayamazlar. İşte veliler, avâmın bu sathi, yalnızca maddeye odaklanmış gözünü ve bakışını, “a’mâ” yani kör olarak nitelendirir. Bu, fiziki bir körlük değil, bir kalp gözü körlüğüdür; hakikati görememe halidir.
Bu beyit, Platon’un meşhur “Mağara Alegorisi”ni hatırlatır. Mağarada zincirlenmiş insanlar, duvardaki gölgeleri gerçek sanırlar. İçlerinden biri zincirlerini kırıp dışarı çıkar, gerçek güneşi ve nesneleri görür. Geri dönüp diğerlerine hakikati anlattığında ise ona inanmazlar, hatta onu deli veya kör olmakla suçlarlar. İşte “evliya”, o mağaradan çıkmış, hakikat güneşini görmüş kişidir. “Avâm” ise hâlâ gölgeleri gerçek sananlardır. Bu yüzden birbirlerinin dilinden anlamazlar, birbirlerinin gördüğünü göremezler.
Tarih boyunca peygamberler, filozoflar ve veliler, toplumları tarafından genellikle yanlış anlaşılmışlardır. Çünkü onlar, toplumun mevcut değer yargılarının ötesinde bir hakikati işaret etmişlerdir. Avâm, onların gösterdiği ufka değil, sadece parmaklarına bakmıştır. Taşlıcalı Yahyâ’nın beyti, bize her bakışın bir görüş olmadığını, asıl olanın kalp gözüyle, basiretle bakmak olduğunu hatırlatır. Maddenin ve dünyanın parıltısıyla körleşmiş bir göz, maneviyatın ve hakikatin nûrunu göremez. Gerçek görüş, neye baktığımızdan çok, hangi pencereden baktığımıza bağlıdır.
Özet
Taşlıcalı Yahyâ, bu beytinde “evliya” (veliler) ile “avâm” (sıradan halk) arasındaki temel bakış açısı farkını ortaya koyar. Veliler, dünyadan yüz çevirenleri en üstün kişiler olarak görürken, sıradan halkın maddeci ve dünyevi bakış açısını ciddiye almazlar. Çünkü onlara göre, avâmın sadece dışı gören gözü, hakikate karşı “kördür”. Beyit, gerçek görüşün fiziki gözle değil, kalp gözüyle (basiret) olduğunu ve manevi mertebeye ulaşanların, dünyanın geçici değerlerine aldananların göremediği bir hakikati gördüğünü ifade eder.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
11/10/2025