BERCESTE VE İZAHI – 37 —

BERCESTE VE İZAHI – 37 —

Bu beş nadide beyitten hareketle, insanın varoluş serüvenini, iç ve dış dünyası arasındaki çekişmeleri, teslimiyetin huzurunu ve aşkın yüceliğini konu alan, hikmetli ve düşündürücü bir makale aşağıdadır.
Varlık ve Sır: Gönül Yolu ve Tevekkül Makamı
Edebiyatın Mirasında İnsan Olmanın İbretleri
Kadim medeniyetimizin ve irfan geleneğimizin en derin izleri, şairlerin ve mütefekkirlerin süzgecinden geçmiş olan berceste beyitlerde saklıdır. Bu beyitler, sadece birer sanat eseri değil, aynı zamanda hayatın karmaşası içinde kaybolan insana yol gösteren birer hikmet meşalesidir. Gönül dünyamızın en mahrem köşelerine seslenen bu mısralar, bize, hem içimizdeki sırrı hem de kâinatın büyük düzenini işaret eder. Ele alacağımız bu beş beyit, varlık, teslimiyet, aşk ve tecerrüd (dünyadan el çekme) gibi temel konular etrafında örülmüş, birbirini tamamlayan bir bütünlük sunar.
1. Nâbî: Dünyanın Gavgâsı ve Ferâğat Köşesi
İlk ibret dersi, Hikemî tarzın öncüsü Nâbî’den gelir. O, toplumun değer yargılarını eleştirirken, gerçek huzurun nerede olduğunu sorgular:
> Künc-i ferâğın anlamayanlar safâsını,
> Devlet komuşlar adını gavgâ-yı âlemin.
> (Ferâgat köşesinin (inziva ve huzurun) safasını idrak edemeyenler, bu dünya kavgasının, karmaşasının adını ‘devlet’ (iktidar, talih, mutluluk) koymuşlar.)
>
Nâbî bu beyitte, asıl mutluluğun ve zenginliğin (safânın ve devletin), dünya hırsının oluşturduğu kargaşada değil, ferâğat köşesinde yani gönül sükûnetinde, kanaatte ve inzivada olduğunu çarpıcı bir tezatla ortaya koyar. İnsanlar, mal, mevki ve şöhret peşindeki bitmek bilmez mücadeleyi, yani “gavgâ-yı âlemi”, ulaşılması gereken en yüce mertebe (“devlet”) zannederler. Bu ibretlik tespit, modern insanın da bitmeyen koşuşturmacasına bir ayna tutar: Dışarıdaki gürültüde ‘iyi bir hayat arayışı, çoğu zaman asıl ‘iyi hayat olan iç huzurun kaybıyla sonuçlanır. Gerçek “devlet”, insanın kalbinde kurduğu sükûnet krallığıdır.
2. III. Murâd: Kalpten Kalbe Giden Yol
Sultan ve şair Murâdî (III. Murâd), Nâbî’nin iç huzur çağrısını, aşk ve ilahi irtibat boyutuyla derinleştirir:
> Elbette bu hâlimden o yârin haberi var,
> El-kalbu mine’l-kalbi ile’l-kalbi sebîlu.
> (O yârin (Sevgili’nin/Allah’ın) benim bu hâlimden elbette haberi var. Kalpten kalbe yol vardır.)
>
Bu beyit, ilahi aşka duyulan güvenin ve samimiyetin en güzel ifadesidir. Âşık, kendi dertlerini, suskunluğunu ve içindeki yangını, Sevgili’ye (Cânân’a veya doğrudan Hakk’a) anlatmaya gerek duymaz. Çünkü “El-kalbu mine’l-kalbi sebîlu” (Kalpten kalbe bir yol vardır) sırrı, iki kalp arasında aracısız bir iletişim olduğunu fısıldar. Bu, sadece beşerî aşk için değil, bilhassa kul ile Rab arasındaki manevi bağ için de geçerlidir. Kulun gizli yakarışları, dertleri, sevinçleri; O’nun ilmindeydi ve O’nun sonsuz merhametine giden yol, sözlerden çok kalbin kendisiydi. Bu, aynı zamanda hâl diliyle konuşmanın, söz dilinden daha tesirli olduğunu gösteren tasavvufi bir ilkedir.
3. Enderunlu Vâsıf: Tevekkülün Rahatlığı
İnsan, kalpten kalbe olan bu ilahi irtibatın farkına vardığında, Vâsıf’ın işaret ettiği tevekkül makamına ulaşır:
> Gelir elbette zuhûra ne ise hükm-i kader,
> Hakk’a tefvîz-i umûr et ne elem çek ne keder.
> (Kaderin hükmü her ne ise elbette meydana gelecek odur. Sen bütün işlerini Hakk’a havale et (tefvîz et), ne elem çekersin ne de keder.)
>
Bu mısralar, Tevekkül ve Rıza mertebesinin özlü bir ifadesidir. Şair, insanın olaylar karşısındaki çaresizliğini değil, tam tersine, Kader’in değiştirilemez hükmüne teslim olmanın verdiği huzuru vurgular. “Hakk’a tefvîz-i umûr et” emri, tedbiri elden bırakmak değil; elinden geleni yaptıktan sonra sonucu Allah’a bırakmak, yani teslimiyetin zırhını giymektir. Bu teslimiyet, acziyetten değil, mutlak güce olan sarsılmaz imandan kaynaklanır. Hayatın getirdiği her türlü sıkıntı ve felaket, bu derin teslimiyet sayesinde ne bir elem kaynağı ne de bir keder sebebi olmaktan çıkar. Çünkü ârif kişi, her işte ilahi bir hikmet olduğuna inanır.
4. Hz. Mevlânâ: İnsanın Hakikati
Bu manevi yolculuğun temelinde, Hz. Mevlânâ’nın asırlar öncesinden yankılanan ve insanın özüne dair en büyük hakikati dile getiren nasihati yatar:
> Ey berâder to hemân endîşeî,
> Mâ bakî to ustuhân u rîşeî.
> (Ey kardeş! Sen ancak düşünceden (fikir ve manadan) ibaretsin. Geriye kalan varlığın ise kemik ve deriden başka bir şey değildir.)
>
Mevlânâ, insanı ‘düşünce’ (endîşe) ile özdeşleştirerek, onun asıl varlığının fiziksel beden (kemik ve deri) değil, ruh, akıl ve mânâ olduğunu vurgular. Bu, bir nevi “özü sözü bir olma” veya “nefsini bilme” çağrısıdır. İnsan, kendini bedensel arzularla, dünyevi heveslerle tanımladığı sürece hayvanî bir varoluşun ötesine geçemez. Ancak varlığını, düşünceleri, niyetleri ve idrakiyle kurduğu zaman, kâinattaki yerini ve üstünlüğünü idrak edebilir. Bu beyit, Vâsıf’ın tevekkül ve Nâbî’nin ferâğat çağrısının da temelini oluşturur: Gerçekten ne olduğumuzu anlarsak, neye değer verip neyin peşinden koşacağımız da kendiliğinden netleşir.
5. Şeyh Gâlib: Tecerrüd ve Kurbân
Son durağımız, divan şiirinin zirve isimlerinden Şeyh Gâlib’in, manevi arayışın ve özden geçişin en zorlu şartını anlatan beytidir:
> Tecerrüdse murâdın kûy-ı cânânda fedâ kıl cân,
> Çıkılmaz câme-i ihrâmdan sa’y etme kurbânsız.
> (Eğer maksadın (murâdın) tecerrüd (dünyadan tamamen soyutlanma, saf ve temiz bir hâle gelme) ise, Sevgili’nin (Allah’ın) yolunda canını feda et. İhrâm elbisesinden kurbansız çıkılmaz, boş yere uğraşma.)
>
Tecerrüd, tasavvufi bir terim olup, maddeden, heveslerden ve benlikten soyutlanarak yalnızca Hakk’a yönelmeyi ifade eder. Şeyh Gâlib, bu yüksek mertebeye ulaşmanın sıradan bir çabayla (“sa’y etme”) mümkün olmadığını, büyük bir bedel gerektirdiğini söyler. Hacda giyilen ihrâm elbisesinden çıkmak için bir kurban kesilmesi şart olduğu gibi, dünya zevklerinden soyutlanma yolculuğunda (tecerrüd) da kişinin nefsini, benliğini ve dünyalık tüm bağlarını kurban etmesi gerekir. “Canını feda et” çağrısı, fiziki ölümden öte, nefsin ve enaniyetin öldürülmesine işaret eder. Bu, gerçek aşka ve manevi arınmaya ulaşmanın, fedakârlıkla mümkün olacağını bildiren son ve en çetin ikazdır.
Makale Özeti
Bu beş beyit, bizi deruni bir yolculuğa çıkarır. Nâbî, hakiki huzuru (ferâğat) dış dünyanın kargaşasında (gavgâ-yı âlem) arayanları eleştirir. III. Murâd, bu huzura giden yolun, Sevgili’yle (Hakk’la) kurulan kalpten kalbe olan derin bir manevi bağdan geçtiğini hatırlatır. Vâsıf ise, bu bağlılığın getirdiği tevekkül makamını tarif eder: Kaderin hükmüne teslim olmak, her türlü elem ve kederden kurtuluştur. Hz. Mevlânâ, bütün bu arayışın temeline inerek, insanın gerçekte bedenden ibaret olmadığını, asıl varlığının düşünce, ruh ve mânâ olduğunu haykırır. Son olarak Şeyh Gâlib, manevi arınma (tecerrüd) yolunun, nefsin kurban edilmesi gibi çetin bir bedel ödenmeden tamamlanamayacağını kesin bir dille ifade eder. Bu mısralar, kadim hikmetin çağlar ötesinden gelen ve insanın hem dünyasını hem de ahiretini imar etme potansiyeli taşıyan evrensel dersleridir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
10/10/2025

Loading

No ResponsesEkim 11th, 2025