BERCESTE VE İZAHI – 7 –
BERCESTE VE İZAHI – 7 –
1. Huldî
İktibas:
Kıl tevbe seyyi’âtına gözler kapanmadan
Vaktiyle gör hesabını defter kapanmadan
Huldî
İzah ve Açıklama:
Bu beyit, insan hayatının en önemli meselesi olan ölüm ve muhasebe üzerine kuruludur. Şair, insanın dünyadaki ömrünün sınırlı olduğunu ve bu sürenin ne zaman biteceğinin belli olmadığını sert bir uyarıyla hatırlatır. “Seyyi’ât” kelimesi günahlar ve kötü ameller demektir. Huldî, kişiye gözleri kapanmadan (yani ölmeden) önce günahlarından tövbe etmesini emreder. İkinci mısrada ise amel defteri kapanmadan önce (yani ölümle kayıtlar sona ermeden) kendi hesabını dünyada iken görmesini, ne yapıp ettiğini muhasebe etmesini öğütler. Bu, bir erteleme hastalığına karşı bir uyarı ve zamana karşı sorumluluk bilincidir. Hikmetli yanı, zamanında yapılan tövbenin ve nefs muhasebesinin kıymetini vurgulamasıdır.
2. Yahya Kemal Beyatlı – Süleyman Nazif
İktibas:
Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine
Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine
Yahya Kemâl Beyatlı – Süleyman Nazif
(1. mısra Yahyâ Kemâl Beyatlı’ya, 2. mısra Süleyman Nazif’e aittir.)
İzah ve Açıklama:
Bu iki büyük şairin ortaklaşa söylediği bu meşhur beyit, özelliğin ve yüksek karakterin övgüsüdür. Beyit, aslen İbnülemin Mahmud Kemal İnal gibi “nev’i şahsına münhasır” (kendine has) bir zat için söylenmiştir. “Hezâr gıbta” binlerce kez özenme, gıpta etme anlamına gelir. “Devr-i kadîm efendisi” ise, geçmiş zamanın asil, zarif, terbiyeli ve yüksek ahlak sahibi insan tipini temsil eder. Beyit, o efendiye binlerce kez gıpta edildiğini ifade eder.
İkinci mısra, onun eşsizliğini ve taklit edilemezliğini belirtir: Ne o başkasına benzer ne de başkası ona. Bu, tarihin ve kültürün yetiştirdiği kendi zirvesinde bir şahsiyetin yüceltilmesidir; aynı zamanda kişisel ahlak ve edepteki özgünlüğün ne kadar değerli olduğunu gösteren edebi bir ifadedir.
3. Hoca Ahmed Yesevî
İktibas:
Kayda körseŋ köŋli sınuk merhem bolgıl
Andağ mazlum yolda kalsa hemdem bolgıl
Rûz-ı mahşer dergâhığa mahrem bolgıl
Mâ u menlik halâyıkdın kaçtım menâ
Hoca Ahmed Yesevi
İzah ve Açıklama:
Büyük Türk-İslam mutasavvıfı Hoca Ahmed Yesevî’nin bu hikmeti, tevazu, şefkat ve hizmet ahlakının manifestosudur. Ana tema gönül kırmamak ve fakire, mazluma yoldaş olmaktır.
• İlk iki mısra: “Nerede görsen gönlü kırık, merhem ol sen. Öyle mazlum yolda kalsa, yoldaşı ol sen.” Bu, Yesevî’nin yolunun temelidir: Bütün varlığıyla dertliye deva, yalnız kalana dost olmaktır.
• Üçüncü mısra: “Mahşer günü dergâhına yakın ol sen.” Bu amellerin karşılığında ahirette ilahi huzura yakınlık (mahrem olma) vadedilir.
• Son mısra: “Ben-benlik güden (Mâ u menlik) kişilerden kaçtım ben işte.” Yesevî, bu dünyevi “ben” ve “sen” (Mâ u men: Sen ve ben, yani benlik davası, kibir) ayrımı güden, gururlu insanlardan uzak durduğunu beyan eder. Bu, diyerkâmlığın ve nefsini terbiye etmenin en yüksek halidir.
4. Misli
İktibas:
Güldürürse bir vakit de hüzün eyler hitâm
Bunca peygâmber ki gelmiş var mı giryân olmadık
Misli
İzah ve Açıklama:
Bu beyit, dünya hayatının geçici ve aldatıcı doğasını gözler önüne serer. “Hitâm” kelimesi son, bitiş demektir. Şair Misli, ilk mısrada dünyanın insanı bir süre güldürse bile, o neşenin sonunun muhakkak hüzünle biteceğini belirtir. Dünya sevinci geçicidir. İkinci mısra, bu hüznün evrensel ve tarihi boyutunu pekiştirir: Bu kadar çok peygamber gelmiş, içlerinde hiç ağlamayan, dert ve ıstırap çekmeyen var mıdır? Peygamberler dahi imtihanlar karşısında gözyaşı dökmüşlerdir. Bu, hüzün ve kederin hayatın doğal bir parçası olduğu ve fani dünyadan sürekli bir mutluluk beklenmemesi gerektiği, tevekkül ve kanaat ruhunu telkin eden ibretli bir sözdür.
5. Kâtibî
İktibas:
N’ola mücrim isek yarın şefâ’at-hâhımız vardır
Dayansın zühdüne zâhid bizim Allâh’ımız vardır
Kâtibî
İzah ve Açıklama:
Şair Kâtibî, bu gazel beytiyle İslam’ın rahmet ve şefaat yönünü, gururlu zahitlik anlayışına karşı savunur. “Mücrim” günahkâr, suçlu demektir. Şair, günahkâr olsa bile mahşer gününde şefaat dileyecek (şefâ’at-hâh) olan Hz. Peygamber’in varlığıyla teselli bulur.
İkinci mısra, zahide (dinin sadece şeklî emirlerine tutunup kibirlenen sofuya) bir meydan okumadır: “Ey zâhid (ham sofu), sen kuru ibadetine ve nefsine dayanadursun, bizim (bütün kusurlarımıza rağmen) Allah’ımız vardır.” Bu beyit, amelin kuru şekline odaklanan bir zihniyete karşı, Allah’ın geniş rahmetine ve merhametine olan derin güveni ve tevazuyu ön plana çıkarır.
6. İbn-i Kemâl
İktibas:
Her sadâ kim zâhir oldu tîşe-i üstâddan
Bir eserdir taşra kalmış nâle-i Ferhâd’dan
İbn-i Kemâl
İzah ve Açıklama:
Osmanlı Şeyhülislamı ve âlimi İbn-i Kemâl, bu beyitte sanatın ve eserin kalıcılığı temasını işler. Beyit, ünlü Ferhat ile Şirin hikayesine telmihte bulunur. “Tîşe-i üstâd”, sanatkarın (üstadın) elindeki aleti, baltayı ifade eder; bu balta, sanatın üretildiği aracı sembolize eder. “Ferhâd’ın nâlesi” ise, aşkın verdiği acıyla dağları delerken çıkardığı inilti ve feryattır. Şair, ustanın elinden çıkan her sesin/eserin, Ferhat’ın aşk acısıyla çıkan iniltilerinden arta kalan bir eser olduğunu söyler. Yani: Gerçek sanat ve eser, kuru bir teknikten (baltadan çıkan sesten) değil, Ferhat’ın aşkı gibi derin bir ıstıraptan, samimi bir dertten doğar. Bu, sanatın kaynağının gönül ve çile olduğunu, kuru bir işçiliğin ise sadece boş bir ses olduğunu anlatan edebi ve düşündürücü bir tespittir.
7. Hâletî
İktibas:
Yâr hâlimden su’âl etse hemân giryân olur
Görmedim çeşmim gibi âlemde bir hâzır-cevâb
Hâletî
İzah ve Açıklama:
Şair Hâletî, bu zarif Divan şiiri beytinde aşk acısının derinliğini ve gözyaşının hazırcevaplığını dile getirir. “Yâr hâlimden su’âl etse” (Dost, benim hâlimi sorsa) mısrasına karşı “hemân giryân olur” (hemen ağlamaya başlar) cevabı gelir. Gözyaşı burada, dostun dilinin anlatmaya yetmediği dert ve ızdırabı anlatan hazır bir cevap olarak kişileştirilir. Şair, gözleri kadar hazırcevap (cevap vermeye hazır) bir başkasını görmediğini söyler. Bu, sevginin tarifsiz acısının sadece gözyaşları ile ifade edilebildiğini gösteren, edebi sanatı ve duygusal yoğunluğu yüksek bir beyittir. Dostun acısı o kadar derindir ki, hâli sorulduğunda kelimelere gerek kalmaz, gözyaşı hemen durumu özetler.
8. Hazreti Mevlânâ
İktibas:
Bi-tâ’at-i din, behişt-i Rahmân meteleb
Bi-hâtem-i Hak, molk-i Süleymân meteleb
Çûn âkıbet-i kâr ecel hâhed bûd
Âzâr-ı dil-i hiç moselmân meteleb
Hz. Mevlânâ
İzah ve Açıklama:
Hz. Mevlânâ, bu Farsça rubaide manevi samimiyet, dünyanın geçiciliği ve gönül ahlakı esaslarını öğretir.
• İlk iki mısra: “Dini vecibeleri yerine getirmeksizin Rahmân’ın cennetini isteme,” ve “Hakk’ın izni olmaksızın Süleyman’ın mülkünü isteme.” Bu, çaba, amel ve ilahi izin olmadan büyük sonuçlar beklemenin boşuna olduğunu, her şeyin bir kuralı ve izni olduğunu vurgular.
• Üçüncü mısra: “Mademki işin sonunda ölüm vardır” (Ecel hâhed bûd). Bütün dünyevi gayretlerin sonu ölümdür.
• Dördüncü mısra: “Öyleyse hiçbir müslümanın kalbinin kırılmasını isteme.” (Gönlünü incitmeyi arama, gözetme). Ölüm gerçeği karşısında, insanın en önemli ahlaki görevinin kalp kırmamak olduğunu belirtir. Çünkü gönül, Allah’ın nazargâhıdır. Yapılması gereken en kıymetli amel, gönülleri imar etmektir.
9. Hazreti Mevlânâ
İktibas:
Bâ-to suhenân-ı bî-zebân hâhem goft
Ez-comle-yi guş-hâ nihân hâhem goft
Coz-guş-ı to neşneved hadîs-i men, kes
Her çend miyân-ı merdomân hâhem goft
Hz. Mevlânâ
İzah ve Açıklama:
Bu Farsça rubai, hakikat sırrının herkese açık olmadığı ve gönül dilinin önemini vurgular. Mevlânâ, hakikatleri sadece onu idrak edebilecek olana, yani sevgiliye (hakikat yolcusuna) fısıldayacağını söyler.
• İlk iki mısra: “Sana dilsiz-dudaksız sözler söyleyeceğim. Bütün kulaklardan gizli bir şeyler anlatacağım.” Bu, **”sır”**rın kelimelerle ifade edilemeyeceğini, ancak kalpten kalbe akan bir manevi dille (bî-zebân) anlaşılabileceğini ifade eder.
• Üçüncü ve dördüncü mısra: “Bu sözleri halk içinde söyleyeceğim ama, senin kulağından başka hiçbir kulak duymayacak.” Hakikat, halkın ortasında da söylense, onu anlayacak olanın sadece hazır ve idrak sahibi bir gönül olduğu belirtilir. Bu, ilahi sırrın ve irfanın sadece liyakatli kalplere açıldığına dair tasavvufi bir derinlik taşır.
Makale: Fâni Dünyanın Hesabı ve Gönül İkliminin Eşsizliği
I. Fâni Dünyada İhmalin Bedeli ve Hesap Vakti
Hayat, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir imtihan sahnesi. Tarihin en büyük hikmetlerinden biri, insanın **”an”**ı ve **”son”**u idrak etme zorunluluğudur. Şair Huldî, bu zorunluluğu keskin bir uyarıyla dile getirir: “Kıl tevbe seyyi’âtına gözler kapanmadan / Vaktiyle gör hesabını defter kapanmadan.” Bu, basit bir dini emir değil, insanın kendine karşı dürüst olma ve sorumluluk alma çağrısıdır. Tövbe ve muhasebe, ertelenemez bir vazifedir. Eğer dünyevi işlerimizi bile defterler kapanmadan, süre dolmadan görüyorsak, ebedi hayatımızın sermayesi olan amellerimizin hesabını neden son dakikaya bırakalım? Bu hikmet, vaktin kıymetini bilme felsefesini kalbe nakşeder.
Bu hesaplaşma meselesi, hayatın kaçınılmaz doğasıyla da pekişir. Misli’nin dediği gibi, “Güldürürse bir vakit de hüzün eyler hitâm / Bunca peygâmber ki gelmiş var mı giryân olmadık.” Dünya, sürekli bir neşe yurdu değildir; her gülüşün sonunda bir hüzün perdesi vardır. Bu evrensel keder, en üstün insanlar olan peygamberlerin dahi hayatında mevcuttur. Bu, insanı dünya hırsından uzaklaştırıp, saadeti baki olan âlemde aramaya yönlendiren büyük bir tevekkül dersidir.
II. Gönül Kırma Yasağı ve Şefaat Sığınağı
Büyük hakikat, amellerin nihayetinde insanın kendini nereye konumlandırdığıdır. Hazreti Mevlânâ, hayatın bütün bu fani gailesini bir kenara bırakıp en önemli ahlaki ilkeyi ortaya koyar: “Çûn âkıbet-i kâr ecel hâhed bûd / Âzâr-ı dil-i hiç moselmân meteleb.” Mademki her şeyin sonu ölümdür, öyleyse hiçbir müslümanın kalbini incitmeyi gözetme. Bu, İslam ahlakının zirvesidir; gönül, Hakk’ın tecelli ettiği nazargâhtır. Gönül yıkmak, Kâbe yıkmaktan beterdir.
Bu gönül ahlakı, Hoca Ahmed Yesevî’nin hikmetiyle Anadolu ve Orta Asya topraklarında kök salmıştır. Yesevî, tevazunun ve halka hizmetin en yüce makam olduğunu söyler: “Kayda körseŋ köŋli sınuk merhem bolgıl / Andağ mazlum yolda kalsa hemdem bolgıl.” Kırık gönüllere merhem olmak, mazluma yoldaş olmak, Yesevî’ye göre “Mâ u menlik” (benlik davası) güdenlerden kaçmanın ve Rûz-ı Mahşer’de Hakk’a yakın olmanın (mahrem bolgıl) tek yoludur.
Ancak insan fıtratı hata yapmaya meyillidir. İşte bu noktada Kâtibî, rahmet ve ümit kapısını aralar: “N’ola mücrim isek yarın şefâ’at-hâhımız vardır / Dayansın zühdüne zâhid bizim Allâh’ımız vardır.” Bu beyit, kuru ve gururlu zahitliğin karşısına, günahkâr da olsa Allah’ın engin rahmetine ve Hz. Peygamber’in şefaatine sığınanların tevazu ve ümidini koyar. Amellerimiz bizi kurtarmaz; bizi kurtaracak olan Allah’ın merhameti ve Peygamber’in şefaatidir.
III. Sevgi, Sanat ve Eşsiz Karakterin Sırrı
Söz uçar, eser kalır. Kalıcı eserlerin ve eşsiz şahsiyetlerin sırrı ise samimiyette gizlidir. İbn-i Kemâl, sanatın kaynağını tarif eder: “Her sadâ kim zâhir oldu tîşe-i üstâddan / Bir eserdir taşra kalmış nâle-i Ferhâd’dan.” Üstadın elindeki aletten çıkan her ses, kuru bir işçilikten ziyade, Ferhat’ın aşk acısı ve derin ıstırabından arta kalan bir eserdir. Gerçek sanat, teknikten değil, gönül çilesinden doğar.
Ancak bu derin gönül çilesi, her zaman karşılığını bulamaz. Kâmî, bu acıyı sevginin vefanın yitirildiği bir devirde şöyle feryat eder: “Güle kuş etdiremez yok yere bülbül inler / Varak-ı mihr ü vefâyı kim okur kim dinler.” Bülbül boş yere inler, çünkü onun aşk ve vefa sayfasını okuyup dinleyen kimse kalmamıştır. Bu, sevginin ve fedakârlığın değerinin bilinmediği bir döneme dair edebi bir hicivdir.
Öyle derin bir acı ki, kelimeler dahi onu anlatamaz. Hâletî, sevginin bu tarifsiz hâlini gözyaşıyla ifade eder: “Yâr hâlimden su’âl etse hemân giryân olur / Görmedim çeşmim gibi âlemde bir hâzır-cevâb.” Aşığın derdi sorulduğunda, dil lal olur; dert, gözyaşı gibi hazırcevap bir tercüman bulur.
İşte bütün bu hakikat ve sır, ancak has kullara açılır. Mevlânâ, bî-zebân (dilsiz) sözlerin sırrını anlatır: “Coz-guş-ı to neşneved hadîs-i men, kes / Her çend miyân-ı merdomân hâhem goft.” Ben bu sırları halkın ortasında da söylesem, onu idrak edecek olan sadece senin gönül kulağındır. Hakikat, ancak hazır gönüllere tecelli eder.
Son olarak, bütün bu hikmetlerin vücut bulduğu nadir şahsiyetler vardır. Yahya Kemal Beyatlı ve Süleyman Nazif, böyle bir şahsiyeti “devr-i kadîm efendisi” diye yüceltirler: “Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine / Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine.” Bu, bütün bu hikmetleri hayatında toplayan, özel, dürüst ve yüksek ahlak sahibi insan tipine duyulan özlem ve hayranlığın edebi ifadesidir.
Özet
Bu makale, Huldî, Misli, Kâtibî, Hoca Ahmed Yesevî, İbn-i Kemâl, Hâletî ve Hz. Mevlânâ gibi farklı dönemlerin büyük düşünür ve şairlerinin hikmetli sözlerini merkeze almıştır. Temel olarak on aşama belirlenmiştir:
• Zamanı Değerlendirme: Huldî’nin uyarısıyla, ölüm gelmeden (gözler kapanmadan) önce günahlardan tövbe etme ve muhasebe yapma sorumluluğu.
• Dünyanın Fâniliği: Misli’nin vurgusuyla, dünya neşesinin geçiciliğini ve kederin evrenselliğini kabul etme gereği.
• Amel ve Mülk Dengesi: Mevlânâ’nın uyarısıyla, samimiyet ve çaba (ta’at) olmadan cennet ve dünyevi mülk istememenin hikmeti.
• Kibirden Kaçınma: Hoca Ahmed Yesevî’nin düsturuyla, benlik davası (mâ u menlik) güdenlerden kaçınarak tevazu yolunu seçme.
• Gönül Yapma: Yesevî ve Mevlânâ’nın ortak çağrısıyla, gönlü kırık olana merhem olma ve hiçbir insanın kalbini kırmama ahlakının en yüce görev olduğu.
• Rahmete Güven: Kâtibî’nin sözüyle, kuru zahitliğe karşı Allah’ın geniş rahmetine ve şefaatine sığınma ümidi.
• Sevginin Kaynağı: İbn-i Kemâl’in tespitiyle, kalıcı sanatın ve eserin kuru teknikten değil, derin gönül çilesinden (Ferhat’ın nâlesi) doğduğu.
• Vefanın Kaybı: Kâmî’nin feryadıyla, sevgi ve vefa gibi yüksek insani değerlerin kıymetinin bilinmediği bir zamana dair duyulan edebi hüzün.
• Sevginin Dili: Hâletî’nin ifadesiyle, sevginin acısının derinliğini kelimelerin değil, gözyaşının (hazırcevap) anlatabileceği.
• Eşsiz Şahsiyet: Yahya Kemal ve Süleyman Nazif’in övgüsüyle, bütün bu hikmet ve ahlakı nefsinde toplayan, özel ve taklit edilemez yüksek karakterli insana duyulan gıpta.
Bütün bu beyitler, fâni dünyanın geçici hesaplarından uzaklaşıp, gönül kırmama, tevazu ve aşkın çilesiyle olgunlaşan eşsiz bir karaktere ulaşma yolunu işaret eden, manevi ve edebi bir bütünlük oluşturmaktadır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com