Gayr-ı Meşru Yolun Akıbeti

  1. Gayr-ı Meşru Yolun Akıbeti

    ​İktibas:
    ​”Tarîk-ı gayr-ı meşru’ ile bir maksadı takib eden, galiben maksûdunun zıddıyla ceza görür. Avrupa muhabbeti gibi gayr-ı meşru’ muhabbetin akıbetinin mükâfatı, mahbubun gaddarâne adâvetidir.” (Mektubat, Risale-i Nur)

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu söz, bir amaca ulaşmak için helal olmayan, meşru olmayan yollara başvuran kişinin, genellikle arzuladığı sonucun tam tersiyle karşılaştığı evrensel bir hikmeti dile getirir. İslam ahlakında “vasıta, maksada tabidir” yani amaca ulaşmak için kullanılan yolun da meşru olması esastır. Gayr-ı meşru yoldan giden, bereketsizliğe, huzursuzluğa ve nihayetinde amacının tersine bir cezaya düçar olur.
    ​Sözün ikinci kısmı bu kaideyi, özellikle “Avrupa muhabbeti gibi gayr-ı meşru’ muhabbet” örneğiyle somutlaştırır. Burada kastedilen, Batı medeniyetinin sadece teknolojik ve fenni ilerlemesini değil, onun maneviyattan yoksun, sefih yönlerini, ahlaki zaaflarını ve felsefi inkârcılığını körü körüne taklit ve hayranlık derecesinde benimsemektir. Böyle bir gayr-ı meşru sevginin neticesi, o çok sevilen varlığın veya medeniyetin, o seven kişiye ya da topluluğa karşı “gaddarane adaveti” yani acımasız düşmanlığı, sömürüsü ve hor görmesi olacaktır. Tarih, bu tür taklitçi toplumların, hayran oldukları güçler tarafından nasıl ezilip sömürüldüğünün sayısız örneğiyle doludur.

    ​2. Nefsi İtham ve Tevbe Yolu

    ​İktibas:
    ​”Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse o kusur, kusurluktan çıkar; itiraf etse affa müstahak olur.” (Lem’alar, İkinci Nokta, s.88)

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu söz, manevi arınmanın ve nefis terbiyesinin çok aşamalı ve derin bir sürecini tarif eder. İlk adım, insanın kendini suçlaması ve hatalarını aramasıdır (nefsini ittiham). Bu, hataları görmeyi (kusurunu görür), onları kabul etmeyi (itiraf eder), Allah’tan af dilemeyi (istiğfar eder) ve sonunda şeytanın vesveselerinden ve kötülüklerinden Allah’a sığınmayı (istiaze eder) beraberinde getirir. İstiaze ile şeytanın şerrinden kurtulmuş olur.
    ​Sözün kilit noktası ise kusuru görmemenin kendisinin en büyük kusur ve eksiklik olduğunu vurgulamasıdır. İnsan, nefsini temize çıkarma ve kendini beğenme eğiliminde olduğu için bu, manevi ilerlemenin önündeki en büyük engeldir. Bir kusuru görmek ve onu samimiyetle itiraf etmek, o kusurun manevi ağırlığını azaltır, hatta onu bir af sebebi haline getirir (affa müstahak olur). Bu, tevazu ve samimiyetin, kibir ve inkârdan üstün tutulması gerektiği mesajını verir.

    ​3. Niyetin Ameli Değiştirici Gücü

    ​İktibas:
    ​”Nazar ile niyet, mâhiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder. Evet niyet âdi bir hareketi ibadete çevirir. Ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalbeder.” (Mesnevi-i Nuriye – 51)

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu söz, İslam ahlak ve hikmetinin temel taşlarından olan niyet mefhumunun, eylemlerin özünü ve değerini nasıl kökten değiştirdiğini anlatır. “Nazar ile niyet”, yani insanın bir şeye bakış açısı ve içindeki amacı, o şeyin (eşyanın) mahiyetini, yani gerçek değerini ve niteliğini değiştirir (tağyir eder).
    ​Niyetin gücü o kadar büyüktür ki, bir ameli, sonuçları itibarıyla zıt kutuplara taşıyabilir:
    • ​Sıradan, günlük bir eylem (âdi bir hareket), sırf Allah rızası için yapıldığında bir ibadete dönüşür. (Örneğin, helalinden kazanmak için çalışmak).
    • ​En kutsal kabul edilen bir ibadet ise, eğer sırf gösteriş ve riya için yapılırsa (gösteriş için yapılan bir ibadet), manevi değerini kaybeder ve günaha dönüşür.
    ​Bu, amellerin niceliğinden ziyade, niteliğinin ve arkasındaki samimi amacın yani ihlâsın önemli olduğunu vurgular.

    ​4. Gözün Kullanılış Tarzı

    ​İktibas:
    ​”Meselâ göz bir hassedir ki ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyirle şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve Onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitab-ı kebîr-i kâinatın bir mütalâacısı ve şu âlemdeki mucizât-ı san’at-ı Rabbâniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar.” (Sözler- Altıncı Söz)

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu söz, insan organlarının ve hassalarının doğru kullanılmasına dair derin bir tefekkür örneğidir. Göz, ruhun kâinatı seyrettiği bir penceredir. Söz, bu pencerenin iki farklı kullanım yolunu karşılaştırır:
    • ​Nefis Hesabına Çalıştırmak (Gayr-ı Meşru Yol): Eğer göz, Allah’ın rızası yerine nefsin geçici arzularına ve şehvetlerine hizmet ederse, geçici güzelliklere dalıp onu bir günah aracı, manevi bir aracı (kavvad derecesinde bir hizmetkâr) haline getirir.
    • ​Sâni-i Basîr Hesabına Satmak (Meşru Yol): Eğer göz, kendisini yaratan ve her şeyi gören (Sâni-i Basîr) Allah’ın rızası ve izni dairesinde kullanılırsa; o zaman kâinat kitabının anlamlarını okuyan (mütalâacısı), Rabbanî sanat eserlerini (mucizât-ı san’at-ı Rabbâniye) ibretle seyreden bir göz olur. Hatta, yeryüzündeki rahmet çiçeklerinden hikmet ve iman balı toplayan “mübarek bir arı” derecesine yükselir.
    ​Özetle, organları yaratılış amacına uygun kullanmak, onları manevi bir değer, bir ibadet aracı haline getirir; aksi takdirde nefsin esiri olurlar.

    ​5. Nefsin Islahı: Başkasına Önder Olmanın Şartı

    ​İktibas:
    ​”Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez.” (Risale-i Nur; Sözler-269)

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu veciz ifade, toplumsal liderlik, irşad ve tebliğ gibi faaliyetlerin temel şartını ortaya koyar: Önce kişinin kendi nefsini terbiye etmesi ve düzeltmesi (ıslah etmesi).
    ​Tarih boyunca büyük önderlerin, toplumları dönüştürmeden önce kendi iç dünyalarında çetin bir mücadele verdikleri ve örnek oldukları görülür. Kendini düzeltme zahmetine katlanmayan, kendi kusurlarını görmezden gelen birinin, başkasına doğru yolu göstermesi, onun davranışlarını düzeltmeye çalışması boş bir çabadır ve samimiyetsizlikle sonuçlanır. Zira söz ve nasihat, önce o sözü söyleyenin haliyle tasdik edilmelidir. Kendi nefsini ıslah edemeyen birinin sözü, karşı tarafta tam bir tesir uyandırmaz, hatta şüphe ve tepkiye yol açabilir. Bu kaide, hem bireysel sorumluluğu hem de manevi önderliğin ahlaki zorunluluğunu vurgular.

    ​6. Modern Medeniyet ve Beşeri Fakirlik

    ​İktibas:
    ​”Bu medeniyet-i hazıra insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş.” (Emirdağ Lâhikası 2 99)

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu söz, modern veya “medeniyet-i hazıra” (mevcut medeniyet) olarak adlandırılan hayat tarzının bir eleştirisidir. Bediüzzaman, bu medeniyetin, maddi refah getirmesine rağmen, insanı ruhani ve manevi anlamda “çok fakir ettiğini” belirtir.
    ​Bu fakirlik, sürekli yeni ihtiyaçlar icat eden, tüketimi körükleyen bir sistemden kaynaklanır. Medeniyet, lüks ve konforu temel bir ihtiyaç gibi göstererek insanda bitmek bilmeyen bir “ihtiyaç ciheti” oluşturur. Bu suni ve yapay ihtiyaçların karşılanma gayreti ise insanları iki büyük tehlikeye sürükler:
    • ​Zulme Sevk Etmesi: İhtiyaçlarını karşılamak için başkalarının haklarına tecavüz etmeye, adaletsizlik yapmaya ve sömürüye yönelmesi.
    • ​Haram Kazanmaya Sevk Etmesi: Meşru yollarla yetinmeyip, hırs ve tamahla gayr-ı meşru (haram) kazanç yollarına sapması.
    ​Bu söz, gerçek zenginliğin mal çokluğunda değil, kalbin kanaati ve manevi doygunluğunda olduğunu öğütleyen bir ikazdır. Modern dünyanın getirdiği sonsuz hırs ve rekabetin insaniyet ve ahlak üzerindeki yıkıcı etkisini gözler önüne serer.

    ​Makale: İnsanın Terakki ve Tedenni Yolu: Niyetten Nefis Islahına

    ​Giriş: Mukadderatın Çizgisi ve İnsanın Rolü

    ​Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen hikmet, insanoğlunun yeryüzündeki serüveninin bir imtihan sahası olduğunu fısıldar. Hayat, sadece fiziksel bir varoluş değil, aynı zamanda ruhun kemal yolculuğudur. Büyük mütefekkir Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinden süzülen altı temel düstur, bu yolculuğun pusulasını çizerek, bireysel ve toplumsal makûs talihi tersine çevirmenin anahtarlarını sunar. Bu düsturlar, niyetin sırrından nefs-i emmarenin tuzağına ve medeniyetin cazibedar fakirliğine kadar uzanan geniş bir yelpazede, insana kendi kaderini nasıl inşa ettiğini gösteren derin bir ibretler manzumesidir.

    ​I. Gayr-ı Meşru Yolların Tersine Dönen Okları

    ​İnsan, fıtratı gereği bir maksat sahibidir. İlerleme, zenginlik, mutluluk ve güç… Bunlar meşru hedefler olabilir, ancak onlara ulaşma yöntemimiz, akıbetimizi belirler. Said Nursi, bu gerçeği keskin bir dille ifade eder: “Tarîk-ı gayr-ı meşru’ ile bir maksadı takib eden, galiben maksûdunun zıddıyla ceza görür.”
    ​Bu, sadece dini bir kaide değil, aynı zamanda evrensel bir tarihi ve sosyolojik hakikattir. Haksız kazançla zenginleşen birinin, malının bereketsizliği ve huzursuzlukla cezalandırılması, gayr-ı meşru bir siyasi yolla iktidarı ele geçiren bir grubun, zulmün pençesinde kendi yıkımını hazırlaması hep bu kaidenin tecellisidir.
    ​Özellikle, Batı medeniyetine atfedilen “Avrupa muhabbeti gibi gayr-ı meşru’ muhabbet” metaforu, bir topluluğun kendi öz değerlerini hiçe sayarak, yabancı bir kültürü taklit etme arzusunun yıkımını tasvir eder. Bir zamanlar Batı’nın hayranı olan Doğu toplumları, Batı’nın maddi gücüne hayran olup onun ahlaki zaaflarını da taklit ettiklerinde, sevdikleri mahbuptan sevgi yerine “gaddarane adavet” görmüşlerdir. Zira gaddar bir gücün sevgisini kazanmaya çalışmak, kişinin kendi onurundan ve kimliğinden vazgeçmesi demektir. Bu, tarihin bize sunduğu en büyük ibretlerden biridir: Başkasının yolunu taklit eden, kendi yolunu kaybeder ve hayran olduğu gücün sömürü aracı haline gelir.

    ​II. Kalp Terazisi: Niyet ve Nazarın Değiştirici Hükmü

    ​Eylemlerimizin değerini belirleyen, ne kadar büyük veya görünür olduğu değil, arkasındaki niyet ve nazarımızdır. “Nazar ile niyet, mâhiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder.”
    ​Niyet, bir sihirli değnek gibidir. Sabah kalkıp helalinden rızık kazanmak için işine giden bir esnafın yorgunluğu, eğer niyeti ailesini meşru yoldan geçindirmek ve Allah’ın emirlerine uymak ise, bir ibadete dönüşür. Oysa en güzel camide, en uzun namazı kılan bir kimsenin kalbinde, “Beni görsünler, takdir etsinler” düşüncesi varsa, o ibadet sadece bir gösterişe (riya) dönüşür ve manevi değeri kalmaz, hatta günaha kalbedilir.
    ​Bu hikmet, amellerin ruhunu arındırmayı, ihlası merkeze almayı öğütler. Gerçek dindarlık, eylemlerin kabuğunda değil, kalbin derinliklerindeki samimiyettedir. Bir eylemi, sadece Allah’ın rızası için yapmak, o eylemi ebedileştirir ve en sıradan hareketi dahi ulvi bir mertebeye çıkarır.

    ​III. Nefis Muhasebesi ve Gözün Kullanılış Sırrı

    ​Manevi yolculuğun en çetin merhalesi, kişinin nefsini terbiye etmesidir. Bu, “Nefsini ittiham eden, kusurunu görür” kaidesiyle başlar. İnsan, genellikle başkalarının kusurlarını görmekte mahir, kendi hatalarına karşı ise kördür. Oysa asıl erdem, başkasını suçlamak yerine, kendini eleştirmektir. Kusurunu kabul edip af dilemek, nefsi kibirden arındırır ve ruhu affa layık hale getirir. Zira Bediüzzaman’a göre: “Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur.” Bu, tevazu ve alçakgönüllülüğün, manevi büyüklüğün ilk adımı olduğunu gösterir.
    ​Nefis terbiyesinin pratik uygulamalarından biri de, organlarımızın doğru kullanılmasıdır. Özellikle göz, kâinatı seyreden bir pencere olarak çok önemlidir: “Meselâ göz bir hassedir ki ruh bu âlemi o pencere ile seyreder.”
    ​Göz, nefsin geçici heveslerine hizmet ettiğinde, sadece şehvet ve günah kapılarını açar. Oysa, gözün yaratıcısı olan Sâni-i Basîr adına kullanılmasıyla, kâinatı bir sanat eseri ve kudret mucizesi olarak okuyan bir “mübarek arı” gibi hikmet toplayan bir organ haline gelir. Bu, tüm organlarımızı, yaratılış gayelerine uygun, helal dairede kullanmanın, manevi bir yükseliş ve kurtuluş vesilesi olacağını gösterir.
    ​Ayrıca, toplumu ıslah etme davası güdenler için de temel bir şart koşulmuştur: “Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez.” Sözlerinin tesirli olması için önce kendi hayatıyla o sözlere şahitlik etmesi gerekir. Bir mürşidin veya önderin en büyük sermayesi, kendi hayatındaki istikamettir.

    ​IV. Medeniyetin Tuzakları ve İhtiyaç Fakirliği

    ​Bediüzzaman’ın derin bir öngörüyle yaptığı eleştiri, modern hayatın getirdiği maddi bolluğun ardındaki manevi boşluğa odaklanır: “Bu medeniyet-i hazıra insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş.”
    ​Modern medeniyet, insanı kanaatkârlıktan uzaklaştırarak, sürekli bir şeylere sahip olma arzusunun kölesi haline getirmiştir. Yapay arzular ve lüks tüketim, insanda bitmek bilmeyen suni bir “ihtiyaç fakirliği” oluşturur. Bu fakirlik, insanı maddi hırsa sürükler. Hırs ise, rekabeti, zulmü ve haram kazanç yollarını meşru görmeye sevk eder. Günümüzde çevreye verilen zarar, ekonomik sömürü, haksız rekabet ve ahlaki değerlerin çiğnenmesi, hep bu doymak bilmeyen ihtiyaç ve hırsın acı neticeleridir.
    ​Gerçek zenginlik, manevi doygunluk ve kanaattir. Medeniyetin sunduğu nimetleri şükür ve helal dairesinde kullanmak esastır. Aksi takdirde, modern hayatın refahı, insanı ebedi hayatından fakir düşürür.

    ​Sonuç: Bütünlük ve Kurtuluş Reçetesi

    ​Bediüzzaman Said Nursi’nin bu hikmetli sözleri, insanın kurtuluş reçetesini altı temel ilke üzerine inşa eder: İhlas, tevazu, murakabe (gözetleme), nefis muhasebesi, meşruiyet ve kanaat.
    ​Bu altı düstur, birbiriyle bütünleşir:
    • ​Meşruiyetten sapmadan (gayr-ı meşru tarîkten kaçınarak) hedefe varmak.
    • ​Amellerin kabulü için kalpteki niyeti ve eylemin kabuksuz özünü (ihlâsı) muhafaza etmek.
    • ​Organları, özellikle gözü, nefsin heveslerine değil, yaratılış amacına uygun (mübarek arı gibi) kullanmak.
    • ​Önce nefsi ıslah edip, kusurunu görerek, tevazu ile af dilemek.
    • ​Modern hayatın yapay ihtiyaç fakirliğinden ve hırsından, kanaat zenginliği ile kurtulmak.
    ​İnsanlık, bu ilkelerden uzaklaştıkça zulme, haksızlığa ve manevi kargaşaya düşmüştür. Bu asrın fırtınalarından kurtulmanın yegâne yolu, bu düsturları şuurla hayata tatbik etmek, bireysel hayatımızdan toplumsal ilişkilerimize kadar her alanda iman hakikatlerinin rehberliğini esas almaktır.

    ​Makale Özeti

    ​Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin altı hikmetli sözünü temel alarak, insanın manevi hayatındaki ilerleme (terakki) ve gerileme (tedenni) yollarını ele almıştır. Makalede özetle şu konular vurgulanmıştır:
    • ​Gayr-ı Meşru Yolun Akıbeti: Meşru olmayan yollarla hedefe giden kişinin, çoğunlukla arzuladığı amacın tam tersiyle cezalandırılacağı ve Batı medeniyetinin sefih yönlerine duyulan körü körüne hayranlığın (gayr-ı meşru muhabbet) akıbetinin, hayran olunan varlığın sömürüsü ve düşmanlığı olacağı (gaddarane adaveti) belirtilmiştir.
    • ​Niyet ve İhlasın Önemi: Eylemlerin değerinin, niceliği değil, arkasındaki niyet olduğu, iyi niyetin sıradan bir hareketi ibadete, kötü niyetin (riya, gösteriş) ise bir ibadeti günaha çevireceği açıklanmıştır.
    • ​Nefis Muhasebesi ve Islah: Manevi arınmanın, kişinin önce kendi nefsini suçlaması, kusurunu görmesi ve itiraf etmesiyle başladığı, kusuru görmemenin en büyük kusur olduğu ve kişinin kendini ıslah etmeden başkasını ıslah edemeyeceği vurgulanmıştır.
    • ​Organların Kullanımı: Göz gibi organların, ya nefsin şehvetlerine hizmet eden bir aracı ya da kâinatı ibretle okuyan hikmet toplayan bir “mübarek arı” derecesine yükseleceği, bunun kullanım amacına bağlı olduğu izah edilmiştir.
    • ​Modern Medeniyet Eleştirisi: Mevcut medeniyetin, insanda bitmek bilmeyen suni ihtiyaçlar oluşturarak onu manevi anlamda fakirleştirdiği ve bu fakirliğin insanları zulme ve haram kazanca sevk ettiği ifade edilmiştir.
    ​Sonuç: Bireysel ve toplumsal kurtuluşun, bu evrensel hikmet ilkelerini benimseyip ihlas, tevazu ve kanaat ile hayatı tanzim etmekten geçtiği belirtilmiştir.

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
    05/10/2025

 

 

Loading

No ResponsesEkim 6th, 2025