Kur’an’ın Şakirdlerine Verdiği İnbisat
- Kur’an’ın Şakirdlerine Verdiği İnbisat
İktibas:
”Kur’an, kendi şakirdlerinin ruhuna öyle bir inbisat ve ulviyet verir ki; doksan dokuz taneli tesbihe bedel, doksan dokuz Esma-i İlahiyenin cilvelerini gösteren doksan dokuz âlemlerin zerratını, birer tesbih taneleri olarak şakirdlerinin ellerine verir. “Evradlarınızı bununla okuyunuz.” der.”
BEDÎÜZZAMAN – Lemalar – 119İzah ve Açıklama:
Bu ifade, Kur’an-ı Kerim’in müminlere (şakirdlere) kazandırdığı manevi derinliği ve yüksek ufku anlatır. İnbisat, genişleme; ulviyet ise yücelik anlamına gelir. Kur’an, müminin ruhunu öyle bir genişletir ve yüceltir ki, o kişi dar bir tesbih tanesi yerine, bütün kâinatı bir tesbih olarak görmeye başlar.
• Doksan dokuz Esma-i İlahiye: Allah’ın (c.c.) 99 ismi.
• Doksan dokuz âlemlerin zerratı: Bu isimlerin tecellileriyle yaratılan sayısız varlık ve âlemdeki en küçük parçacıklar (atomlar).
Kur’an’ın talebesi, elindeki somut tesbihi bırakıp, Allah’ın isimlerinin kâinattaki yansımaları olan tüm varlıkları birer tesbih tanesi gibi anlar. Bu bakış açısı, zikri (evradları) sadece dilde değil, bütün varlıkta aramak ve okumak demektir. Artık kâinatın her bir zerresi, Yaratıcı’yı anlatan bir ayet, bir zikir tanesi haline gelmiştir. Bu, tefekkürle zikrin en yüksek mertebesidir.II. Kâinatın İhtişamından Yansıyan Cemal ve Kemal
A. Kâinatın Ayna Oluşu
İktibas:
”Bu kâinat denilen meşher-i acaib ve saray-ı muhteşemin hüsünlerini gören ve aklı çürük ve kalbi bozuk olmayan elbette intikal edecek ki; bu saray bir âyinedir, başkasının cemalini ve kemalini göstermek için böyle süslenmiş.”
BEDÎÜZZAMAN – Şualar – 79İzah ve Açıklama:
Bu veciz söz, tevhid (Allah’ın birliği) inancının kâinat tefekkürüyle nasıl elde edildiğini açıklar.
• Kâinat: Harikalar sergisi (meşher-i acaib) ve görkemli saray (saray-ı muhteşem) olarak nitelenir.
• Bu sarayın kendi başına bir amaç olmadığı; ancak bir âyine (ayna) olduğu vurgulanır.
• Ayna, kendi güzelliğini değil, başkasının cemalini (güzelliğini) ve kemalini (mükemmelliğini) gösterir.
Dolayısıyla kâinattaki bütün düzen, sanat ve güzellik, Yaratıcı’nın sınırsız güzelliğini ve kusursuz mükemmelliğini yansıtmak için var edilmiş ve süslenmiştir. Fani olan bu saraya saplanıp kalmak, aklı çürük ve kalbi bozuk olanın işidir; basiret sahibi ise aynanın arkasındaki asıl güzelliğe intikal eder.B. Sema Yüzündeki Saltanat ve Sanat
İktibas:
”semavat yüzünde, öyle bir haşmet içinde parlamak ve bir ziynet içinde bir tebessüm var ki Sâni’-i Zülcelal’ın ne kadar muazzam bir saltanatı, ne kadar güzel bir sanatı olduğunu gösterir.”
Risale-i Nur – Sözler/664İzah ve Açıklama:
Bu metin, bir önceki düşünceyi gökyüzü (semavat) ve yıldızlar üzerinden somutlaştırır. Gökyüzündeki muazzam düzen, parlaklık ve süs (ziynet), sadece maddi bir olay değil, Yüce Sanatkâr’ın (Sâni’-i Zülcelal) bir tecellisidir.
• Haşmetle parlamak: Gezegenlerin ve yıldızların görkemli düzeni, Allah’ın muazzam saltanatını gösterir.
• Ziynet içinde tebessüm: Gökyüzünün güzelliği, ahengi ve estetiği ise O’nun güzel sanatının bir yansımasıdır.
Kâinatın bu ihtişamlı durumu, gören kalplere Yaratıcı’nın sınırsız kudretini ve eşsiz sanatını ilan eden edebi bir manzaradır.
III. Kudretin Sonsuzluğu ve Haşir İnancıİktibas:
”(Allah) Fâil muktedirdir. Kudrette noksan yoktur. A’zam (en büyük) ve asgar (en küçük) ona nisbeten birdirler. Evet bir Kadîr ki; âlem bütün güneşleri, yıldızları, avalimi (âlemleri), zerratı, cevahiri, gayr-ı mütenahi lisanlar ile azametine, kudretine şehadet eder. Hiçbir vehim ve vesvesenin hakkı var mıdır ki, haşr-i cismanîyi (bedenin tekrardan diriltilmesi) O kudretten istib’ad (uzak görme) etsin?”
BEDÎÜZZAMAN – Asar-ı Bediiyye – 34İzah ve Açıklama:
Bu metin, kudret kavramının mutlaklığını ve ahiret (haşr-i cismani) inancının akli temelini ele alır.
• Fâil Muktedir: İşleyen, yapan ve tam güç sahibi. Allah’ın kudreti sınırsızdır.
• A’zam ve Asgar’ın Birlikteliği: Allah için en büyük (güneşler) ve en küçük (zerrat – atomlar) varlıkları yaratmakta bir fark yoktur. Kudret için zorluk/kolaylık yoktur.
• Kâinatın Şehadeti: Bütün evren, güneşler, yıldızlar, atomlar (gayr-ı mütenahi lisanlar), Allah’ın sonsuz azametine ve kudretine şahitlik eder.
Bu sonsuz kudretin varlığı sabit olduktan sonra, insan bedenini tekrar diriltmeyi (haşr-i cismani) imkânsız veya uzak görmek (istib’ad) gibi hiçbir vesvesenin ve şüphenin yeri kalmaz. Çünkü en büyüğü kolayca yaratan, en küçüğü de aynı kolaylıkla yaratabilir; dolayısıyla ölüyü diriltmek O’nun kudretine asla ağır gelmez.IV. Rızık ve Merhametin Sürekli Tezahürü
A. Rızık Veren Mâlik-i Kerim
İktibas:
”Sen memlukiyet (kulluk) ve ubudiyet intisabıyla öyle bir Mâlik-i Kerim’e mensub ve iaşe defterinde mukayyedsin ki; her bahar ve yazda gaybdan ve hiçten umulmadığı yerden ve kuru bir topraktan kaldırır, indirir tarzında yüz defa zemin sofrasını ayrı ayrı yemekleriyle tezyin eder, serer. Güya zamanın seneleri ve her senenin günleri, birbiri arkasından gelen ihsan meyvelerine ve rahmet taamlarına birer kap ve bir Rezzak-ı Rahîm’in küllî ve cüz’î ihsanat mertebelerine birer meşherdirler. İşte sen böyle bir Ganiyy-i Mutlak’ın abdisin (kulusun).”
BEDÎÜZZAMAN – Şualar – 65İzah ve Açıklama:
Bu metin, insanın kulluk vasfını ve Allah’ın Rezzak (rızık veren) isminin tecellilerini anlatır. İnsan, cömert bir Mâlik’e (sahibe) mensuptur ve O’nun iaşe defterinde (rızık listesinde) kayıtlıdır.
• Her bahar ve yazda: Rızkın en büyük delili, kuru topraktan her yıl hiç beklenmedik bir şekilde yüzlerce çeşit yemeğin (bitki, meyve) yaratılması ve yeryüzü sofrasının (zemin) döşenmesidir.
• Zaman ve Günler: Yıllar ve günler, Allah’ın (Rezzak-ı Rahîm) kullarına gönderdiği büyük ve küçük (küllî ve cüz’î) ikram ve nimetlerin sergilendiği birer alandır (meşherdirler).
Bu muazzam rızık sistemi, insanın fakirliğini ve acizliğini itiraf etmesini ve O Mutlak Zengin’in (Ganiyy-i Mutlak) kulu (abdi) olduğunu anlamasını gerektirir.B. Zemin Sofrasındaki İkram ve Kerem
İktibas:
”Zemin sofrasında Kerim-i Mutlak olan Rahman-ı Rahîm’in misafirlerine, rahmet tarafından ihzar edilen hadsiz taamların ayrı ayrı ve güzel kokularına ve muhtelif, süslü renklerine ve mütenevvi, hoş tatlarına ve her zîhayatın zevk u safasına yardım eden cihazlara bak, ikram ve kerimiyet-i Rabbâniyenin gayet şirin cemalini ve gayet tatlı güzelliğini gör.”
BEDÎÜZZAMAN – Şualar – 78İzah ve Açıklama:
Bu metin, yeryüzü sofrasının yalnızca doyurmakla kalmadığını, aynı zamanda estetik ve lezzetle donatıldığını vurgular. Kerim-i Mutlak olan Rahman-ı Rahîm, bütün varlıkları (misafirleri) için sınırsız yiyecekler (hadsiz taamlar) hazırlamıştır.
• Koku, Renk, Tat: Yiyeceklerin sadece var olması değil, aynı zamanda güzel kokular, süslü renkler, hoş tatlar taşıması, basit bir ihtiyaç gidermenin ötesinde, Allah’ın İkram ve Kerem (cömertlik) sıfatlarının tecellisidir.
• Zevk u Sefa Cihazları: Her canlının tat almasını ve zevk almasını sağlayan duyu organları (cihazlar).
Bu lütufkâr sofra, Allah’ın sonsuz cömertliğinin (kerimiyet-i Rabbâniye) şirin cemalini ve tatlı güzelliğini gösterir. Varlık, kuru bir ihtiyaçlar zinciri değil, lezzetli bir sanattır.V. Mücadele ve Ahlak Prensipleri
A. Zalime Karşı Tavır
İktibas:
”Aç olan canavara karşı tahabbüb (muhabbet beslemek) etsen; merhametini değil, iştihasını açar. Sonra döner, geliyor; tırnağın, hem dişinin kirasını senden ister.”
BEDÎÜZZAMAN – Asar-ı Bediiyye – 564İzah ve Açıklama:
Bu söz, ahlak, hikmet ve siyasi realiteye dair keskin bir uyarıdır. “Aç olan canavar,” nefsinin esiri olmuş, zalim ve hırslı bir gücü veya kişiliği temsil eder.
• Bu tür bir güce muhabbet (tahabbüb) göstererek, yani pasif bir iyilikle yaklaşarak onu yumuşatmaya çalışmak bir hatadır.
• Böyle bir yaklaşım, zalimin merhametini değil, aksine daha da ileri gitme iştihasını artırır.
• Sonuç, o zalimin geri dönüp daha büyük bir bedel (tırnağın ve dişinin kirası) istemesidir.
Bu, zalime karşı duruşun kararlı, tavizsiz ve onurlu olması gerektiğini, zayıflık veya naiflik göstermenin ancak daha büyük bir zulmü davet edeceğini anlatır.B. Ümit ve Nihai Adalet
İktibas:
”Fil çoğalsın, Ebabilden umut kesilmez. Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez. Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma. Sabret hele, Azrailden umut kesilmez!”
Abdurrahim Karakoçİzah ve Açıklama:
Bu mısralar, sabır ve ümit ruhunun destansı ifadesidir. Tarihi ve dini olaylara atıf yapar:
• Fil çoğalsın, Ebabilden umut kesilmez: Mekke’yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin ordusunun (Fil) küçük kuşlar (Ebabil) tarafından yenilgiye uğratılması. En büyük gücün bile ilahi kudret karşısında aciz kalması.
• Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez: Zulmün zirvesindeki Firavun’un, kurtuluşun ve helakinin kaynağı olan Nil Nehri’nde boğulması. En zor şartlarda bile kurtuluşun beklenmesi.
• Azrailden umut kesilmez: Zalimlerin dünyevi ömürlerinin uzamasıyla ümitsizliğe düşülmemesi. Çünkü kaçınılmaz bir son olan ölüm meleği (Azrail) mutlaka gelip, nihai adaletin başlangıcını sağlayacaktır.
Bu, zulme karşı direnenlere moral ve manevi gücün asla tükenmeyeceğini hatırlatan, ibretli ve düşündürücü bir metindir.C. Kutsal Hakikat Uğruna Fedakârlık
İktibas:
”Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız. Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek! Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate, başımızı dahi feda olsun!”İzah ve Açıklama:
Bu söz, iman ve fedakârlık ruhunu en keskin dille ifade eder.
• Dinini dünyaya satanlar: Geçici dünya menfaatleri için ebedi değerlerden vazgeçen, mutlak inkâra (küfr-ü mutlaka) düşenlerdir. Onların bu hırslarının kendilerini tüketeceği hakikati yapılır.
• Kutsî Hakikat: Özellikle Kudüs gibi mukaddes değerlerin temsil ettiği hakikat davası.
Hak yolunda olanlar ise, bu kutsal dava için canlarını seve seve feda etmeye hazırdırlar. Bu, maddi güce karşı manevi iradenin ve teslimiyetin nihai ilanıdır.D. Birlikteliğin Yüksek Sorumluluğu
İktibas:
”Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşatı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve ve en mühim bir vazife-i uhreviye telakki edip, yüzer âyât ve ehadîs-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp bütün hissiyatınızla ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz yani ihtilafa düşmeyiniz.”
(Lemalar, Risale-i Nur)İzah ve Açıklama:
Bu metin, bir cemaatin veya milletin beka prensibini ortaya koyar.
• Dahili Münakaşatın Terki: Dış tehdit (haricî düşman) varken, içerideki küçük tartışmaların ve ayrılıkların derhal bırakılması, hayati bir zorunluluktur.
• Vazife-i Uhreviye: Hak ehlinin düşüşten (sukut) ve aşağılanmaktan (zillet) kurtarılması, sadece siyasi değil, en mühim manevi görev olarak görülmelidir.
• İttifakın Şiddeti: Kardeşlik (uhuvvet), sevgi (muhabbet) ve yardımlaşma (teavün) gibi ilahi emirler, geçici dünya menfaati için birleşenlerden (ehl-i dünya) daha güçlü ve samimi bir birliktelikle uygulanmalıdır.
Bu, hakikat yolcularının, ayrılığa düşmeden, bütün güçleriyle birbirine kenetlenmesinin, hayatta kalmanın ve zafere ulaşmanın temel şartı olduğunu vurgular.Makale: Hakkın Yolu, Kâinatın Dili ve Beka Mücadelesi
Giriş: İman ve İdrakin Bütünlüğüİnsan, kâinatın en nazik ve en manalı misafiri olarak yaratılmıştır. Yaşam serüveni boyunca, O’na sunulan sayısız nimet ve O’ndan istenen en büyük görev; iman, idrak ve sebat üçgeninde şekillenir. Karşımızdaki hikmetli sözler, bu kadim yolculuğun rehberleridir. Bediüzzaman Said Nursi’nin tefekkür derinliği ile Abdurrahim Karakoç’un mücadeleci ruhu, birbirini tamamlayarak, müminin hem iç dünyasını hem de dış dünyadaki duruşunu inşa eden bir kutsal bütünlük manifestosu sunar.
I. Kâinatın Dili: Kudret ve Kerem Şahitliği
”Bu kâinat denilen meşher-i acaib ve saray-ı muhteşemin hüsünlerini gören… bu saray bir âyinedir, başkasının cemalini ve kemalini göstermek için böyle süslenmiş.” İman, evvela bu idrakle başlar. Kâinat, rastgele oluşmuş bir yığın değil, aksine Sâni’-i Zülcelal’ın ne kadar muazzam bir saltanatı, ne kadar güzel bir sanatı olduğunu gösteren bir harikalar sergisidir. Güneşlerin haşmeti, yıldızların tebessümü, kâinatın her zerresi (a’zam ve asgar) aynı Kadîr-i Mutlak’ın sonsuz kudretine delildir.
Bu kudretin en büyük şahidi, yeryüzü sofrasında her baharda kurulan, gaybdan ve hiçten yüzlerce çeşit yemekle donatılmış zemin sofrasıdır. Her koku, her renk, her hoş tat, Kerim-i Mutlak olan Rahman-ı Rahîm’in misafirlerine sunduğu ikram ve cömertliğin bir nişanesidir. Bu kerem ve kudretin şahidi olan bir akıl, asla şüpheye düşmez; zira haşr-i cismanîyi (bedenin tekrardan diriltilmesi) O kudretten istib’ad (uzak görme) etmeye hiçbir vehmin ve vesvesenin hakkı yoktur.
Kur’an’ın şakirdi ise bu idraki en yüksek mertebede yaşar. O’nun ruhu öyle bir inbisat ve ulviyet kazanır ki, doksan dokuz Esma-i İlahiyenin cilvelerini gösteren doksan dokuz âlemlerin zerratını birer tesbih tanesi gibi eline alır ve “Evradlarınızı bununla okuyunuz.” davetine icabet eder. Bu, kuru bir zikirden tefekkürle zikre, cüz’i ibadetten külli idrake geçiştir.II. Mutlak Rehberlik ve Mücadelenin Etiği
Kâinatı doğru okuyan ve Allah’ın kudretine teslim olan insan, hayatın mücadelesinde de doğru bir tavır sergilemekle yükümlüdür. Bu yolun yegâne rehberi ise Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. O, Hâtemü’l-Enbiyadır ve umum nev-i beşer namına muhatab-ı İlâhîdir. İnsanlığın kurtuluşu, ancak O’nun caddesi haricinde gitmemekle ve bayrağı altında bulunmak zarurîdir.
Ancak bu ulvi yolda zalimlerle karşılaşmak kaçınılmazdır. Bu karşılaşmada takınılacak tavır, acziyetten uzak, onurlu bir duruş olmalıdır. Zira hikmet bize fısıldar: “Aç olan canavara karşı tahabbüb (muhabbet beslemek) etsen; merhametini değil, iştihasını açar.” Tarih, zulme karşı pasif ve naif duruşların, zulmün iştihasını artırdığını ve sonunda zalimin geri dönüp kat be kat bedel (tırnağın ve dişinin kirasını) talep ettiğini göstermiştir.
Bu nedenle, “Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar!” karşısında net bir irade gerekir. Kutsal Hakikat, can dâhil her şeyden üstündür. “Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate, başımızı dahi feda olsun!” demenin onuru, dünyevi menfaat uğruna dinini satmanın sefaletinden fersah fersah ileridedir.III. Ümit, Sabır ve Kardeşlik: Bekanın Sırrı
Mücadele ne kadar zorlu olursa olsun, ümitsizlik inananın sözlüğünde yer almaz. Abdurrahim Karakoç’un mısraları, tarihin en ibretli dersidir: “Fil çoğalsın, Ebabilden umut kesilmez. Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez.” Görünürdeki devasa güce rağmen, Ebabil ve Nil mucizeleri, İlahi Kudretin en zayıf noktadan bile tecelli edebileceğini ispatlar. Zalimlerin uzun ömür sürmesi de bir imtihandır; “Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma. Sabret hele, Azrailden umut kesilmez!” Nihai adalet, er ya da geç, kaçınılmaz bir şekilde tecelli edecektir.
Ancak bu büyük mücadeleyi kazanmanın ve bu ümidi muhafaza etmenin yegâne teminatı birliktir. En hayati emir şudur: “Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşatı terk etmek… yüzer âyât ve ehadîs-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp bütün hissiyatınızla… ittifak ediniz yani ihtilafa düşmeyiniz.”
Hak ehlinin sukuttan ve zilletten kurtarılması, en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye olarak kabul edilmelidir. Zira iç çekişme, dış düşmandan daha yıkıcıdır. Ehl-i dünya bile kendi menfaatleri için birleşirken, kutsal bir hakikatin yolcularının, uhuvvet (kardeşlik), muhabbet (sevgi) ve teavün (yardımlaşma) ile, onlardan daha şiddetli bir surette birbirlerine kenetlenmeleri bir inanç ve beka meselesidir.Sonuç: İmanın İkiz Direkleri
Bu altı hikmetli metin, mümin şahsiyetin iki temel direğini ortaya koyar: Tevhidin Külli İdrakine Ulaşmak ve Mücadelenin Ahlakını Kuşanmak.
Kâinatı bir tesbih tanesi gibi okuyan, kudretin sonsuzluğuna teslim olan ve rızkın sahibi Kerim-i Mutlak’a güvenen bir kalp; dışarıdaki zulme karşı asla ye’se düşmez, zalime karşı onurunu korur ve en önemlisi, kardeşleriyle birleşerek davasını ayakta tutar. Bütünlük, imanın ve hayatın hem sanatı hem de zorunlu kuralıdır.Makale Özeti
Sunulan metinler, tevhid, tefekkür, mücadele ve birlik konularını bütüncül bir yaklaşımla ele almaktadır.
Temel Düşünceler:
• Tefekkür ve İdrak: Kâinat (güneş, yıldızlar, yeryüzü sofrası) bir “meşher-i acaib” ve “âyine” olup, Allah’ın (c.c.) sonsuz kudretini, cemalini ve keremini gösterir. Kur’an’ın rehberliğiyle mümin, tüm kâinatı bir tesbih olarak anlayarak en yüce zikri gerçekleştirir. Allah’ın kudreti için “a’zam ve asgar” birdir; bu kudret, haşr-i cismanînin (yeniden diriliş) en büyük teminatıdır.
• Rehberlik ve Duruş: İnsanlığın yegâne rehberi ve kurtuluş yolu, Hâtemü’l-Enbiya olan Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) caddesidir.
• Zulme Karşı Ahlak: Zalim güce (aç canavar) gösterilen merhamet, onun iştihasını artırır; bu yüzden tavizsiz ve kararlı bir duruş esastır. Kutsal hakikatler uğruna (Kudüs davası gibi) can feda etme iradesi, dinini dünyaya satanların sefaletine karşı en şerefli cevaptır.
• Ümit ve Adalet: Zalimlerin geçici azgınlığı karşısında ümitsizliğe düşmek küfürdür. Ebabil ve Nil örnekleriyle gösterildiği gibi, Azrail mutlak adaletin en kesin sonudur.
• Birlik (İttifak): Haricî düşmanın hücumunda iç çekişmeleri (dahilî münakaşat) terk etmek, ehl-i hakkı zilletten kurtarmak için en mühim vazife-i uhreviyedir. Beka, uhuvvet, muhabbet ve teavün ile, dünya ehlinden daha güçlü bir birlikteliğin tesis edilmesine bağlıdır.Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com