TESBİTLER

 

TESBİTLER

 

  1. Risale-i Nur Külliyatından (Mektubat – 452)
    İktibas:
    > “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü’l-Enbiyadır ve umum nev-i beşer namına muhatab-ı İlâhîdir. Elbette, nev-i beşer onun caddesi haricinde gidemez; ve bayrağı altında bulunmak zarurîdir.”
    > (Risale-i Nur Külliyatından – Mektubat – 452)
    >
    İzah ve Açıklama:
    Bu metin, İslam inancının temel direklerinden biri olan Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) evrensel ve mutlak konumunu ifade eder. “Hâtemü’l-Enbiya” tabiri, Peygamberlerin Mührü veya Son Peygamber anlamına gelir. Bu, O’nunla birlikte peygamberlik müessesesinin sona erdiğini ve getirdiği mesajın kıyamete kadar geçerli olduğunu belirtir.
    “Umum nev-i beşer namına muhatab-ı İlâhîdir” ifadesi, O’nun mesajının sadece belli bir topluluğa, döneme veya coğrafyaya değil, tüm insanlık (nev-i beşer) adına Allah’ın (c.c.) hitabına mazhar olduğunu, yani evrensel bir elçi olduğunu vurgular.
    Sonuç olarak, bütün insanlığın kurtuluş ve doğru yolunun ancak O’nun caddesi (yolu) üzerinden geçebileceği, O’nun gösterdiği ilkeler ve rehberlik (bayrağı) altında toplanmanın ise bir tercih değil, bir zorunluluk (zarurîdir) olduğu hikmetli bir dille belirtilmiştir. Bu, Allah’a ulaşmanın tek ve güvenilir yolunun Son Peygamber’in getirdiği şeriat ve sünnet olduğunu kesin bir dille ifade eder.
    2. Abdurrahim Karakoç
    İktibas:
    > “Fil çoğalsın, Ebabilden umut kesilmez. Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez. Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma. Sabret hele, Azrailden umut kesilmez!”
    > (Abdurrahim Karakoç)
    >
    İzah ve Açıklama:
    Şair Abdurrahim Karakoç’un bu mısraları, ezilenlerin ve mazlumların ümitsizliğe düşmemesi için derin bir teselli ve direniş ruhu aşılar. Metin, tarihî ve dinî referanslarla doludur:
    * Fil çoğalsın, Ebabilden umut kesilmez: Bu kısım, Ebrehe’nin Filler Olayı’na atıf yapar. Güçlü ordu (Fil) ne kadar büyük olursa olsun, Allah’ın gönderdiği küçük kuşlar (Ebabil) bile zalim bir gücü yenmeye kâdirdir. Bu, fiziki güçten ziyade ilahi yardımın üstünlüğünü simgeler.
    * Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez: Firavun’un zulmü ve kudreti ne kadar artarsa artsın, onun sonu ve mucizelerle dolu kurtuluşun kaynağı yine Nil Nehri olmuştur. Zulmün doruk noktası aynı zamanda kurtuluşun başlangıcı demektir.
    * Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma. Sabret hele, Azrailden umut kesilmez!: Burası ana mesajı ihtiva eder. Zalimlerin dünyevi hayatlarının uzun sürmesi, insanı ümitsizliğe (ye’se) düşürmemelidir. Çünkü dünyevi adalet gecikse bile, ölüm meleği (Azrail) eninde sonunda her canlının yanına varacak, ve bu, zalimler için dünyevi hayatın sonu ve ilahi adaletin başlangıcı olacaktır. Mutlak ve kaçınılmaz son, adaletin tecelli edeceğinin en büyük teminatıdır.

    3. Kudüs Temalı
    İktibas:
    > “Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız. Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek! Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate, başımızı dahi feda olsun!”
    >
    İzah ve Açıklama:
    Bu metin, son derece keskin ve mücadeleci bir ifadedir. Metin, iki zıt grubu karşı karşıya koyar:
    * Dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar: Bunlar, geçici dünya menfaatleri için inançlarından, değerlerinden ve kutsallarından vazgeçen, manen iflas etmiş kimselerdir. “Küfr-ü mutlak” ise, şüphesiz ve tam bir inkâr hâlini ifade eder. Metin, bu kişileri pervasız eylemlerinden dolayı kınayarak, dünyevi hırslarının eninde sonunda kendilerini yok edeceğini (“Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek!”) kesin bir uyarı ile belirtir.
    * Kudsî hakikate başlarını feda edenler: Bu grup, canlarından bile değerli gördükleri bir kutsal hakikat (kudsî hakikat) uğruna her şeyi göze alanlardır. Kudüs’ün manevi değeri, uğruna yüz milyonlarca kahramanın canını feda ettiği bir ideal olarak yüceltilir. Metin, bu uğurda kendi canlarını da seve seve feda edeceklerini beyan ederek, hakikate bağlılık ve fedakârlık ruhunu en yüksek mertebede ifade eder. Bu, davaya olan mutlak bağlılığın ve kutsal değerleri savunma azminin bir manifestosudur.

    4. Bediüzzaman Said Nursi (Asar-ı Bediiyye – 564)
    İktibas:
    > “Aç olan canavara karşı tahabbüb (muhabbet beslemek) etsen; merhametini değil, iştihasını açar. Sonra döner, geliyor; tırnağın, hem dişinin kirasını senden ister.”
    > (BEDÎÜZZAMAN – Asar-ı Bediiyye – 564)
    >
    İzah ve Açıklama:
    Bu veciz ifade, Bediüzzaman Said Nursi’nin siyaset ve sosyal hayata dair keskin bir realitesini ortaya koyar. Aç olan canavar, nefsinin arzularına, hırslarına veya zalimane eğilimlerine tabi olmuş, merhametten nasipsiz bir gücü veya kişiliği temsil eder.
    Bu canavara karşı muhabbet beslemek (tahabbüb), yani iyi niyetle yaklaşmak, onu yumuşatmaya çalışmak veya yaranmaya kalkışmak, beklenen sonucu (merhameti) getirmez. Aksine, canavarın iştihasını (daha fazla zulmetme, ele geçirme hırsını) artırır. Zalime gösterilen iyi niyet ve zayıflık, onun cüretini artırır ve onu daha da azgınlaştırır.
    Metnin devamı, bu yanlış stratejinin kaçınılmaz acı sonucunu belirtir: Canavar daha sonra geri döner ve yaptığı kötülüklerin bedelini (mecazi olarak tırnağın ve dişinin kirasını) bizzat o iyi niyetli kimseden ister. Bu, zalime karşı gösterilen tavizin, eninde sonunda tavizi verene zarar vereceği, hatta bedel ödettireceği konusunda sert bir uyarıdır. Zalime verilecek en doğru tepkinin, zaaf göstermeyen bir duruş ve hakkaniyetli bir karşı koyuş olması gerektiği ima edilir.

    5. Bediüzzaman Said Nursi (Şualar – 79)
    İktibas:
    > “Bu kâinat denilen meşher-i acaib ve saray-ı muhteşemin hüsünlerini gören ve aklı çürük ve kalbi bozuk olmayan elbette intikal edecek ki; bu saray bir âyinedir, başkasının cemalini ve kemalini göstermek için böyle süslenmiş.”
    > (BEDÎÜZZAMAN – Şualar – 79)
    >
    İzah ve Açıklama:
    Bu metin, tefekkür (derin düşünme) yoluyla Allah’ın varlığına ve birliğine (Tevhid) ulaşmanın bir yöntemini sunar. Kâinat (evren), burada iki metaforla tanımlanır:
    * Meşher-i Acaib: Hayret verici sanat eserlerinin sergilendiği yer, harikalar sergisi.
    * Saray-ı Muhteşem: Görkemli, büyük saray.
    Evrendeki bu muhteşem güzellikleri ve harikaları gören bir insanın, eğer “aklı çürük ve kalbi bozuk” değilse, kesinlikle şu sonuca (intikal edecek) varacağı belirtilir: Bu saray (kâinat) kendi başına amaç değildir. O, yalnızca bir âyinedir (ayna/gösterge).
    Bir ayna, kendi güzelliği için değil, başkasının cemalini (güzelliğini) ve kemalini (mükemmelliğini) yansıtmak için vardır. Dolayısıyla, kâinattaki bütün sanat, intizam ve güzellikler, bizzat Kâinatın Yaratıcısı’nın sonsuz güzelliğini, mükemmel sanatını ve üstün kudretini göstermek için yaratılmış, süslenmiş ve donatılmıştır. Bu, kâinatı yaratandan bağımsız bir varlık olarak görme düşüncesini reddeden, her güzelliğin ardında Mutlak Güzellik Sahibini arayan bir bakış açısıdır.

    6. Risale-i Nur (Lemalar)
    İktibas:
    > “Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşatı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telakki edip, yüzer âyât ve ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp bütün hissiyatınızla ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz yani ihtilafa düşmeyiniz.”
    > (Lemalar, Risale-i Nur)
    >
    İzah ve Açıklama:
    Bu metin, özellikle zor zamanlarda Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliğin hayati önemine odaklanır. Metin, temel bir strateji ve görev tanımı sunar:
    * Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşatı terk etmek: Dışarıdan bir düşman (fikri, siyasi veya askeri tehdit) varken, içerideki küçük ve tali tartışmaları, ayrılıkları bırakmak gerekir. İç çekişmeler, düşmana karşı en büyük zaafı oluşturur.
    * Ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmak: Hak yolunda olanları düşüşten (sukut) ve aşağılanmaktan/esaretten (zillet) kurtarmak, en önemli (en birinci ve en mühim) manevi görev (vazife-i uhreviye) olarak kabul edilmelidir.
    * Uhuvvet, muhabbet ve teavün: Bu görev, kardeşlik (uhuvvet), sevgi (muhabbet) ve yardımlaşma (teavün) prensiplerini yaşayarak yerine getirilir. Bu ilkeler, yüzlerce ayet ve hadis ile kesin bir dille emredilmiştir.
    * Ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette ittifak: Müslümanlar, geçici dünya menfaatleri için birleşenlerden (ehl-i dünya) daha güçlü, daha samimi ve daha kararlı bir şekilde, kendi dindaşları ve meslektaşları (aynı davada olanlar) ile birleşmeli (ittifak etmeli) ve ayrılığa düşmemelidir (ihtilafa düşmeyiniz). Bu, İslam toplumunun gücünü korumasının ve ayakta kalmasının temel şartıdır.
    Makale: İman, Direniş ve Kardeşlik: Bir Kutsal Bütünlük Manifestosu
    Tarihin Aynasında Sonsuzluğun Çağrısı
    İnsanlık tarihi, daima bir yol arayışının, hakikat ve batılın, zulüm ve adaletin bitmek bilmeyen mücadelesinin sahnesi olmuştur. Bu kadim mücadelede, inancın ve ahlakın rehberliği hayati bir öneme sahiptir. Karşımızdaki altı hikmetli metin, bu mücadelede birer deniz feneri gibi yol göstermekte, imanî, ahlakî ve sosyal hayatın temel dinamiklerini, birbiriyle uyum ve bütünlük içinde ele almaktadır. Bu metinler, bir yandan insanın varoluş gayesini kâinatın ihtişamıyla açıklarken, diğer yandan zulme karşı takınılması gereken tavırdan, cemaat içi birlikteliğin zorunluluğuna kadar geniş bir yelpazede derinlikli bir yol haritası sunar.

    I. Mutlak Önderlik ve Evrensel Yol: Kâinatın Tek Caddesi

    “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü’l-Enbiyadır ve umum nev-i beşer namına muhatab-ı İlâhîdir. Elbette, nev-i beşer onun caddesi haricinde gidemez; ve bayrağı altında bulunmak zarurîdir.”
    Bu mübarek hakikat, kâinatın kuruluşundan kıyamete kadar sürecek olan İlahi planın merkezindeki şahsiyeti işaret eder. Hazreti Muhammed (s.a.v.), insanlığın tüm zamanlar ve mekânlar için tayin edilmiş son ve en mükemmel rehberidir. O’nun getirdiği “cadde” (yol), bir ihtimal değil, aksine kurtuluş için tek bir **”zaruret”**tir. Bu zaruret, insanın cüz’i aklının dağınık keşiflerinden çok, bizzat Kâinatın Sahibinin mutlak kudret ve ilmiyle çizdiği ana yoldur. İnsanlığın huzuru, saadeti ve medeniyetinin bekası, ancak bu bayrağın altında toplanmakla mümkündür; zira bu bayrak, sadece ahlakı değil, aynı zamanda siyasetten sosyal hayata kadar her alanda denge ve adaleti tesis etme garantisidir.

    II. Zalime Taviz, Azgınlığa Davettir: Realitenin Acı Dersi

    İkinci metin, manevi hayatın ve sosyal mücadelenin en önemli derslerinden birini, acı bir realiteyle gözler önüne serer. “Aç olan canavara karşı tahabbüb (muhabbet beslemek) etsen; merhametini değil, iştihasını açar. Sonra döner, geliyor; tırnağın, hem dişinin kirasını senden ister.” Bediüzzaman’ın bu uyarısı, naif iyiliğin ve stratejik zaafın ayrımını yapar. Canavarlaşmış nefislere, hırslı ve azgın güçlere karşı gösterilen merhamet kisveli teslimiyet, zulmü dizginlemek yerine onu teşvik eder, iştahını kabartır. Tarih, zalime boyun eğen milletlerin, sonunda o zalimin elinde en ağır bedelleri ödediğine dair ibret dolu örneklerle doludur. Bu, adaletin tesisinde aktif ve onurlu bir duruşun, pasif bir teslimiyetten çok daha hikmetli ve doğru bir yol olduğunu net bir şekilde ortaya koyar.

    III. Zulmün Karşısında İlahî Umut ve Kaçınılmaz Adalet

    Ne var ki, zulüm ne kadar azgınlaşırsa azgınlaşsın, iman ehli ümitsizliğe kapılmamalıdır. “Fil çoğalsın, Ebabilden umut kesilmez. Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez. Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma. Sabret hele, Azrailden umut kesilmez!” Abdurrahim Karakoç’un bu dörtlüğü, tarihi referanslarla beslenmiş bir teselli ve direniş manifestosudur. İnsanlık, bazen Ebrehe’nin fil ordularının ezici gücü altında kalmış, bazen de Firavun’un sonsuz kudretine maruz kalmıştır. Ancak her seferinde, en beklenmedik anda, en mütevazı kaynaktan (Ebabil kuşu, Nil Nehri) İlahi Kudretin tecellisi gerçekleşmiştir. Bu, mü’mine bir sabır ve metanet dersidir: Dünya adaletinin yavaş işlediği anlarda bile, en kesin ve nihai adalet Azrail suretinde tecelli edecek, her zalim, er ya da geç, yaptıklarının hesabını vereceği o mutlak sona ulaşacaktır. Ümitsizlik, kâfirlerin sıfatıdır; mü’min ise nihai zaferin ve adaletin mutlak olduğuna iman eder.

    IV. Dinini Satana Lanet, Kutsala Can Feda

    Bu mücadele ruhu, kutsal değerler söz konusu olduğunda en yüksek fedakârlık seviyesine ulaşır. “Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız… Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate, başımızı dahi feda olsun!” Bu sözler, özellikle Kudüs gibi mukaddes mekânlar ve manevi değerler etrafında verilen varoluş mücadelesinin özünü teşkil eder. Dinini, yani ebedi saadetini geçici dünya menfaatlerine satanlar, bu tavırlarıyla kendilerini bir felakete sürüklemektedirler. Onların tehditleri ve zulümleri, hakikate bağlı olanların gözünde bir değer taşımaz. Çünkü hakiki inanca sahip olanlar, uğruna milyonlarca kahramanın can verdiği kutsal bir hakikati, kendi canlarından dahi üstün tutarlar. Bu, yalnızca bir meydan okuma değil, aynı zamanda en değerli varlıklarını feda etmeye hazır olan bir imanın ve kimliğin onur beyanıdır.

    V. Kâinat Aynasından Yansıyan Güzellik

    Bütün bu hayat ve mücadele, kâinatın temel amacını anlamakla mümkün olur. “Bu kâinat denilen meşher-i acaib ve saray-ı muhteşemin hüsünlerini gören ve aklı çürük ve kalbi bozuk olmayan elbette intikal edecek ki; bu saray bir âyinedir, başkasının cemalini ve kemalini göstermek için böyle süslenmiş.” İmanî derinliğin doruğu, kâinatı bir tefekkür laboratuvarı olarak görmektir. Evrenin her zerresindeki mükemmel sanat, intizam ve güzellik, kendi başına bir amaç olamaz. Göz kamaştıran bir saray, ancak sahibinin ihtişamını ve sanatını göstermek için kurulur. Kalbi ve aklı saf olanlar, kâinat aynasında kendi faniliklerini değil, Yaratıcı’nın sonsuz ve mutlak Güzelliğini (Cemal) ve Mükemmelliğini (Kemal) görürler. Bu idrak, insana evrendeki yerini gösterir ve hayatın asıl gayesini anlamasını sağlar.

    VI. Birlik ve Beraberlik: Varlık ve Yokluk Arasındaki Çizgi

    Nihayet, dış tehditler karşısında ayakta kalmanın yegâne yolu, iç birliği sağlamaktır. “Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşatı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telakki edip… meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz yani ihtilafa düşmeyiniz.” Bu, İslam toplumunun bekası için vazgeçilmez bir düsturdur. Dış düşman ne kadar tehlikeli olursa olsun, bir toplumu asıl yıkan şey içeriden gelen ayrılıktır (ihtilaf). Dışarıdaki tehlike, toplumun sinirlerini gererek birlik ruhunu güçlendirirken, içerideki küçük tartışmalar enerjiyi dağıtır ve düşmanı cesaretlendirir. Kardeşlik (uhuvvet), sevgi (muhabbet) ve yardımlaşma (teavün); ne sadece bir ahlak kuralı, ne de bir tavsiyedir; bilakis, zilletten kurtuluşun ve hakkı ayakta tutmanın en önemli manevi görevidir. Bu, hakiki bir varoluş mücadelesinde zafere ulaşmanın temel ilkesidir.

    Makale Özeti
    Bu makalede incelenen metinler, imanın temelini (Peygamberin mutlak rehberliği ve kâinatın tevhidi göstermesi), sosyal ve siyasi hayattaki realiteyi (zalime tavizin zararı) ve büyük mücadele anındaki stratejiyi (dış düşman karşısında iç birliğin zorunluluğu) ele alarak bütüncül bir manifestoyu ortaya koymaktadır.

    Temel çıkarımlar şunlardır:
    * Mutlak Önderlik: Bütün insanlığın kurtuluş yolu, son ve evrensel rehber olan Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) caddesidir.
    * Kâinatın Gayesi: Evren, Yaratıcısı’nın sonsuz güzelliğini ve mükemmelliğini yansıtan bir aynadır; hayatın gayesi bu hakikati idraktir.
    * Zulme Karşı Duruş: Canavarlaşmış zalime karşı yumuşaklık ve taviz göstermek, onun merhametini değil, azgınlığını artırır ve sonunda taviz verene zarar verir.
    * İlahi Adalet ve Ümit: En büyük zulüm karşısında dahi ümitsizliğe düşülmemelidir. Tarihi mucizeler (Ebabil, Nil) ve kaçınılmaz son (Azrail), ilahi adaletin mutlak tecelli edeceğinin kesin teminatıdır.
    * Fedakârlık ve Onur: Kutsal hakikatler uğruna can dâhil her şey feda edilebilir; dinini dünyaya satan bedbahtların akıbeti ise kayıptır.
    * Birliğin Hayatiyeti: Harici düşmanın tehdidi altındayken, dâhili çekişmeleri terk etmek ve bütün hissiyatla dindaşlarla ittifak etmek, zilletten kurtulmanın en önemli manevi görevidir.
    Bu altı hikmet, birbirini tamamlayarak, zorlu bir çağda hem bireysel hem de toplumsal manada metanetli bir imanı, stratejik bir ahlakı ve sarsılmaz bir birliği inşa etmenin gerekliliğini vurgulamaktadır.

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 

Loading

No ResponsesEkim 4th, 2025