Hikmet ve İbret Aynası: Kâinatın Dili ve İnsanın Sırrı

Hikmet ve İbret Aynası: Kâinatın Dili ve İnsanın Sırrı

​Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan seçilmiş dört farklı parçayı mercek altına alarak, varoluşun sırlarını, kâinattaki düzeni, insanın konumunu ve musibetler perdesinin ardındaki ilahi hikmetleri incelemektedir. Her bir metin, okuyucuyu tefekküre davet eden, hem edebi hem de hikmetli derinliğe sahip birer hazinedir.

​I. Kuşların Cıvıltısında Gizlenen Sanat: Kâinatın Şahitliği

​İlk metinde yer alan ve tefekküre davet eden metin şöyledir:
​”Şimdi kuşlara bak! Onların söyleşmeleri ve cıvıldaşmaları, bir Sâni’-i Hakîm’in intak ve söyletmesi olduğuna delil-i kat’î ise, hayret verir bir tarzda birbirine o seslerle müdavele-i hissiyat ve ifade-i maksad etmeleridir.” (Risale-i Nur Külliyatından Sözler – 671)

​İzah ve Açıklama:
​Bu parça, kâinat kitabının okunmasına dair temel bir perspektif sunar. Kuşların ahenkli sesleri, karmaşık cıvıltıları ve bu seslerle birbirleriyle iletişim kurmaları, sıradan bir doğal olaydan öte, mutlak bir sanat ve hikmetin eseri olarak sunulur. Metin, iki temel delile odaklanır:
• ​Sâni’-i Hakîm’in İntakı (Hikmetli Sanatkâr’ın Konuşturması): Kuşların sesi, kendiliğinden anlamsız bir gürültü değil, yaratılışın bir mucizesi olarak, bilinçli bir kudret tarafından onlara verilen bir konuşma ve ifade yeteneğidir. Bu, her bir canlının ardında Sâni’-i Hakîm (Hikmetli ve Sanatkar Yaratıcı) olduğunu gösteren kesin bir delildir (delil-i kat’î).
• ​Müdavele-i Hissiyat ve İfade-i Maksad: Asıl hayret verici nokta, o basit seslerle kuşların birbirlerine duygularını aktarmaları (müdavele-i hissiyat) ve maksatlarını ifade etmeleridir. Bu, onların ses sistemlerindeki fiziksel yapının, bir dili taşıyacak şekilde tasarlanmış olduğunu gösterir. Bir kuşun alarm sesi, bir diğerinin yuva yapma çağrısı veya yiyecek bulma bilgisi… Bu karmaşık, şifreli iletişim ağı, tesadüfün eseri olmaktan uzaktır.
​Hikmetli ve İbretli Boyut: Bu metin, ibret almayı teşvik eder. En basit canlıdaki bu mükemmel düzen, kâinatın kör ve sağır bir mekanizma olmadığını, aksine yüksek bir bilgelik ile donatılmış bir sanat eseri olduğunu isbatlar. Bize düşen, sadece sesleri duymak değil, o seslerin ardındaki sanatçıyı ve hikmeti anlamaya çalışmaktır.

​II. Musibet Perdesinin Ardındaki Saadeti Aramak: Hz. Yusuf Kıssası

​İkinci metinde, musibet ve felaketlerin aslında büyük bir saadetin başlangıcı olabileceği anlatılır ve Hz. Yusuf’un (a.s.) kıssası örnek verilir:
​”Nuranî âlemlere giden yol kabirden geçer ve en büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir. Meselâ: Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nâil olmuştur.” (Bediüzzaman – Said Nursî – (Radiyallahu Anh) – (Şualar – 755))

​İzah ve Açıklama:
​Bu metin, acı ve musibetlere dair derin bir hikmet-i kader sunar. Yaşamın zorlukları, birer engel değil, manevi terakki (yükselme) için birer vesiledir. İki temel hakikat vurgulanır:
• ​Kabir ve Nuranî Âlemler: Ölüm (kabir), yok oluş değil, ebediyetin ve nuranî (aydınlık, manevi) âlemlerin kapısıdır. Bu, dünya hayatının geçiciliğini ve asıl hedefin ötesi olduğunu hatırlatır.
• ​Felaketlerin Neticesi: Dünyevi anlamda “en büyük saadetler” (hem makam hem manevi mertebe), çoğu zaman “büyük ve acı felaketlerin” (imtihanların) doğal sonucu olarak ortaya çıkar. Tıpkı ateşe atılan demirin daha sağlam bir kılıç haline gelmesi gibi, insan da musibetlerle pişer ve olgunlaşır.
​Tarihî ve İbretli Örnek: Hz. Yusuf (a.s.): Metin, bu hakikati tarihi bir figür olan Hz. Yusuf’un kıssasıyla somutlaştırır. O, Mısır’a sultan olma (azizlik) gibi büyük bir makama, ancak kuyuya atılma ve hapse girme gibi iki büyük felaketle ulaşmıştır. Bu çileli yol, onun sabrını, teslimiyetini ve ilahi plana olan güvenini göstermiş, bu da onu en yüksek mertebeye taşımıştır. İnsanlık tarihi, bu tür “felaketle başlayan saadet” örnekleriyle doludur. Bize düşen, zorluk anlarında isyan yerine sabır ve teslimiyet göstererek, o felaketin ardındaki ilahi bir lütfu aramaktır.

​III. Kâinatın Hükümdarı ve Kurtuluşun Anahtarı

​Üçüncü metin, kâinatın birliğine ve bu birliğin insan üzerindeki etkisine odaklanır:

​”SULTAN-I KÂİNAT BİRDİR
​her şeyin anahtarı onun yanında, her şeyin dizgini onun elindedir; her şey onun emriyle halledilir.
​Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.” (Risale-i Nur)

​İzah ve Açıklama:
​Bu metin, tevhid (Allah’ın birliği) inancının insan ruhu üzerindeki pratik ve psikolojik faydalarını veciz bir şekilde ifade eder. Sultan-ı Kâinat’ın (Kâinatın Hükümdarı) bir ve tek olması, tüm varoluşu tek bir merkeze bağlar.
• ​Mutlak İktidar ve Yekparelik: “Her şeyin anahtarı onun yanında, her şeyin dizgini onun elindedir” ifadeleri, kâinatta tesadüfün ve başıboşluğun olmadığını, her şeyin mutlak bir kontrol, nizam ve irade altında olduğunu belirtir. Büyük bir gemi gibi görünen kâinatın dümeni, tek bir eldedir; bu da insanı belirsizlik ve çokbaşlılık korkusundan kurtarır.
• ​Kurtuluşun Formülü: Cümlenin ikinci kısmı, bu inancın bireye sağladığı huzur ve özgürlüğü anlatır. “Onu bulsan, her matlubunu buldun” ifadesi, insanın tüm ihtiyaçlarının ve isteklerinin (matlublarının) tek bir noktada düğümlendiğini ifade eder.
• ​Hadsiz Minnetlerden ve Korkulardan Kurtuluş: En derin psikolojik fayda buradadır. İnsanın dünyevi yaşamı boyunca maruz kaldığı hadsiz minnetler (başkalarına bağımlı olma zorunluluğu) ve sayısız korku, bu tevhid inancıyla ortadan kalkar. Çünkü kişi, her şeyin tek bir Sahibine bağlı olduğunu bildiğinde, ne bir kişiye gereğinden fazla minnet duyar, ne de kendisine zarar verebilecek sayısız sebepten korkar. Tüm güç, kudret ve fayda/zarar verme yetkisi tek bir merkezden gelir. Bu, özgürleşmenin ve gerçek teslimiyetin formülüdür.

​IV. İnsanın Konumu: Zayıflıktan Gelen Azamet

​Dördüncü metin, insanın kâinat içindeki çelişkili ve eşsiz konumunu ele alır:
​”Kâinatın içinde bir zerre gibi zayıf, küçük bir mahluk olan şu insan, ubudiyetin azameti cihetiyle Hâlık-ı Arz ve Semavat’ın mahbub bir abdi ve Arz’ın halifesi, sultanı ve hayvanatın reisi ve hilkat-i kâinatın neticesi ve gayesi oluyor. “(LEM’ALAR)

​İzah ve Açıklama:
​Bu metin, insanın zıtlıklar içindeki üstünlüğünü ve kâinattaki maksadını açıklar. İnsan, bir yandan maddi yapısıyla kâinatta “bir zerre gibi zayıf, küçük bir mahluk” iken, diğer yandan manevi yönüyle en yüce mertebelere layık görülmüştür. Bu azamet, tek bir şeye bağlıdır: Ubudiyet (kulluk).
• ​Zayıflık ve Küçüklük: İnsan, fiziksel olarak evrenin devasa büyüklüğü karşısında çok küçüktür, hastalıklara ve ölüme karşı zayıftır. Bu, onun acz ve fakiriyetini (çaresizliğini ve muhtaçlığını) gösterir.
• ​Ubudiyetin Azameti: Bu zayıflık, insanı Hâlık-ı Arz ve Semavat’a (Yerin ve Göklerin Yaratıcısı’na) yönelttiğinde, yani ubudiyet (kulluk) yolunu seçtiğinde, zafiyet azamete dönüşür. Bu kulluk sayesinde insan, Yaratıcı’nın “mahbub (sevgili) bir kulu” olur.
• ​Kâinattaki Konumu: İnsan, kulluk mertebesiyle şunlara ulaşır:
• ​Arz’ın Halifesi, Sultanı: Yeryüzünün yönetim ve imarından sorumlu temsilcisi ve hükümdarı.
• ​Hayvanatın Reisi: Diğer canlılar üzerinde akıl ve irade ile hükmeden lideri.
• ​Hilkat-i Kâinatın Neticesi ve Gayesi: Kâinatın yaratılışının hem sonucu hem de temel amacı. Yani, evren, sanki bu şuurlu ve kulluk yapabilen varlık için bir zemin, bir sergi alanı olarak yaratılmıştır.
​Düşündürücü Boyut: Metin, insana sorumluluğunu hatırlatır. İnsan, sadece biyolojik bir varlık değil, evrenin en kıymetli meyvesidir. Bu kıymeti korumanın tek yolu, zayıflığını idrak edip kulluk vazifesini yerine getirmektir.

​Makalenin Özeti (Hülasa)

​Makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin dört farklı vecizesi üzerinden iman hakikatlerinin hayattaki karşılığını incelemiştir.
İlk olarak, kuşların cıvıltıları dâhil olmak üzere kâinattaki her detayda mutlak bir Sanatçı’nın (Sâni’-i Hakîm’in) hikmeti ve iradesi olduğu gösterilmiştir.
İkinci olarak, Hz. Yusuf kıssası ile felaketlerin ve zorlukların, aslında daha büyük saadetlere ve manevi makamlara ulaşmak için birer vesile olduğu, musibetlerin ardındaki ilahi hikmet perdesi aralanmıştır.
Üçüncü kısımda, Sultan-ı Kâinat’ın birliği (tevhid) ilkesinin, insan ruhunu tüm korkulardan ve başkalarına minnet duymaktan kurtaran yegâne sığınak olduğu vurgulanmıştır.
Son olarak, insan; fiziksel zayıflığına rağmen, kulluk (ubudiyet) şuuru sayesinde yeryüzünün halifesi ve kâinatın yaratılışının temel gayesi konumuna yükseldiği belirtilerek, insanın varoluştaki eşsiz yeri tayin edilmiştir.
Dört metin de, tefekkür, sabır, teslimiyet ve kulluk ekseninde, anlamlı ve amaçlı bir hayatın temel ilkelerini sunmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEylül 28th, 2025