Faniyi Aşkla Sevmenin İmkânsızlığı
Faniyi Aşkla Sevmenin İmkânsızlığı
İktibas:
”Güzel değil batmakla gaib olan bir mahbub. Çünkü zevale mahkûm, hakikî güzel olamaz. Aşk-ı Ebedî için yaratılan ve âyine-i Sâmed olan kalp ile sevilmez ve sevilmemeli.”
(Sözler – 214)
İzah ve Açıklama:
Bu söz, insan kalbinin temel bir fıtrî arayışını ve bu arayışın yanlış hedeflere yöneldiğinde nasıl hüsranla sonuçlandığını çok veciz bir şekilde anlatır. “Batmakla gaib olan,” yani bir gün yok olacak, zevale uğrayacak her şeyin hakikî bir güzelliğe sahip olamayacağı vurgulanır. Bir insanın güzelliği, gençliği, bir çiçeğin tazeliği, bir manzaranın ihtişamı… Tüm bunlar, zamanın ve zevalin hükmü altındadır. Oysa insan kalbi, ebedî ve sonsuz bir aşka layık olarak yaratılmıştır. Kalp, Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz ve Samed (her şeyin kendisine muhtaç olduğu, kendisi ise hiçbir şeye muhtaç olmayan) isminin bir tecellisidir. Dolayısıyla, fani, geçici güzelliklere bağlanmak, sonsuzluğa namzet olan kalbi ziyan etmek demektir.
Bu hikmet, insana dünyevi aşklardan vazgeçmeyi değil, bu aşkları doğru bir kanala yönlendirmeyi öğretir. Güzelliğe olan aşk, o güzelliğin kaynağı olan Cemâl-i Mutlak’a (Sonsuz Güzellik Sahibi’ne) yönelik bir sevgiye dönüşmelidir. Bu dönüşüm gerçekleşmediğinde, insan fani varlıklardan ayrıldıkça incinir, hayal kırıklığına uğrar ve kalbinde derin boşluklar oluşur. Bu söz, kalbe doğru adresin ebediyet olduğunu fısıldar.
Hayat ve Rızık Bağının Sırrı
İktibas:
”Rızkınız, yerin hayatına bağlıdır. Yerin dirilmesi ise, bahara bakar. Bahar ise, Şems ve Kamer’i teshir eden, gece ve gündüzü çeviren zâtın elindedir. Öyle ise Bir elmayı, bir adama hakikî rızk olarak vermek; bütün yeryüzünü bütün meyvelerle dolduran o zât verebilir. Ve o, ona hakikî Rezzak olur.”
Risale-i Nur – Sözler – 418
İzah ve Açıklama:
Bu metin, rızık meselesini yalnızca maddi bir kazanç olarak görmenin ötesinde, ilahi bir kudretin muazzam bir tecellisi olarak sunar. İnsan rızkının, bir tohumun toprağa düşmesiyle başlayan, baharın gelmesiyle canlanan, güneşin ve ayın belirli bir düzen içinde hareket etmesiyle gelişen karmaşık bir zincirin halkası olduğunu gösterir. Bu zincirin her bir halkası, tesadüflere değil, her şeyi bir hikmetle yöneten bir Kudret’e işaret eder.
Metin, küçük bir elma örneği üzerinden Rezzâk (rızık veren) isminin azametini anlatır. Bir elmayı bir insana rızık olarak ulaştırmak, sadece o elmayı yaratmaktan ibaret değildir. Bu süreç, toprağın canlandırılması, yağmurun indirilmesi, güneşin ve ayın belirli bir yörüngede dönmesi gibi sayısız ilahi fiilin birbiriyle uyum içinde çalışmasını gerektirir. Bu kadar büyük bir sistemin idaresini yapabilen bir Zât, ancak tek bir elmayı hakiki rızık olarak verebilir. Bu, insana rızık endişesi taşımaması gerektiğini, ancak sebeplere sarılıp rızkı verenin kudretine tam bir teslimiyetle güvenmesi gerektiğini öğretir. Her bir meyve, her bir yudum su, bu muazzam sistemin birer şahididir ve insana asıl rızık verenin kim olduğunu gösterir.
Gerçek Liderlik: Akıl ve Kalbin Fedakârlığı
İktibas (1):
”Maatteessüf büyüklerdeki meziyyet, sebeb-i tevazu iken, vasıta-i tahakküm oluyor. Avamdaki zayıf bir damar, câlib-i şefkat iken, vesile-i esaret oluyor.”
BEDİÜZZAMAN – Asar-ı Bediiyye – 313
İktibas (2):
”Demek büyük o değil ki; kılıcı keskin olsun, milleti kendine feda etsin. Belki odur ki; aklı keskin olsun, kalbi millet için fedakâr olsun.”
BEDİÜZZAMAN – Asar-ı Bediiyye – 313
İzah ve Açıklama:
Bu iki metin, Bediüzzaman’ın liderlik ve büyüklük kavramlarına getirdiği derin ahlaki eleştirileri ortaya koyar.
İlk metin, maalesef toplumda sıkça karşılaşılan bir duruma işaret eder: meziyetlerin (üstün vasıfların) kibire ve tahakküme (üstünlük kurmaya) vesile olması. Oysa bu meziyetler, gerçek büyüklüğün gereği olan tevazunun (alçakgönüllülüğün) bir sebebi olmalıdır. Yine aynı metin, halkın (avam) zayıf bir damarını, yani duygusal boşluklarını veya zaaflarını, şefkatle yaklaşılması gereken bir durumken, maalesef bu durumun istismar edilerek onları esaret altına almanın bir aracı haline geldiğini belirtir. Bu, gücün ve statünün ahlaki çürümesine bir uyarı niteliğindedir.
İkinci metin ise bu eleştiriyi olumlu bir liderlik tanımıyla tamamlar. Gerçek büyüklük, kaba güçte veya iktidarda değildir. “Kılıcı keskin” olmak, yani zorbalıkla, baskıyla yönetmek gerçek bir liderlik vasfı değildir. Hakiki lider, “aklı keskin” olan, yani doğruyu yanlıştan ayırt edebilen, ileri görüşlü ve hikmetli davranan kişidir. En önemlisi ise “kalbi millet için fedakâr” olandır. Gerçek lider, kendi nefsini, çıkarlarını ve konforunu değil, milletinin refahını, iyiliğini ve geleceğini düşünür. Fedakârlık, bir liderin sadece sözle değil, fiiliyatla gösterebileceği en önemli erdemdir. Bu iki metin, tarihteki nice zalim hükümdarlara ve liderlere karşı, akıl, kalp ve fedakârlığı esas alan ahlaki bir duruş sergiler.
Âlimler Peygamberlerin Mirasçılarıdır
İktibas:
”Peygamber Efendimiz, şu الْعُلَمَاءُ وَرَثَةُ الْأَنْبِيَاءِ yani: ‘Âlimler, Peygamberlerin vârisleridirler’ hadîs-i şerîfleriyle; âlim olmanın pek kolay bir şey olmadığını, i’cazkâr belâgatları ile beyan buyuruyorlar. Zira mademki bir âlim, Peygamberlerin vârisidir; o halde hak ve hakikatın tebliğ ve neşri hususunda, aynen onların tutmuş oldukları yolu takib etmesi lâzımdır.”
Asa-yı Musa – 256
İzah ve Açıklama:
Bu hadis, âlimlik makamının ne kadar büyük bir sorumluluk taşıdığını gözler önüne serer. Peygamberler, insanlığın manevi rehberleri ve kurtuluş reçetelerini getiren elçilerdir. Onların mirasçısı olmak, sadece kuru bir bilgi birikimine sahip olmak değil, aynı zamanda o bilgiyi Peygamberlerin ahlakıyla, fedakârlığıyla ve ihlasıyla yaymak demektir. Hadiste geçen “vâris” kelimesi, mal ve mülk mirasından öte, bir vazife ve sorumluluk mirasını işaret eder.
Bir âlim, Peygamberlerin mirasçısıysa, onların izlediği yoldan ayrılmamalıdır. Bu yol, hakikati en doğru ve en hikmetli şekilde tebliğ etme, insanları irşat etme, haksızlığa karşı durma ve tüm bunları Allah rızası için yapma yoludur. Bu, makam, şöhret veya dünyevi menfaatler için ilmi kullanmaktan kaçınmayı gerektirir. Gerçek bir âlim, insanlara karşı şefkatli, cehalete karşı kararlı, zulme karşı ise tavizsiz olmalıdır. Bu metin, günümüzdeki ilim insanlarına, sahip oldukları bilginin sadece bir meslek değil, aynı zamanda peygamberlere uzanan kutsal bir emanet olduğunu hatırlatır.
Bütün Varlıkları Kuşatan Rahmet ve Hamd Borcu
İktibas:
”Binaenaleyh, zerrât-ı âlemin adedince iman nimetlerine hamd ü senâ etmek bir borçtur. Evet, Rahmâniyet, zevilhayattan zevilhayattan rahmete mazhar olanların sayısınca nimetleri tazammun etmiştir. ‘Elhamdülillah’ lâfz-ı istigrakla işaret ettiği umum hamdlerle hamd edilmesi lazım olan nimetlerden birisi de, Rahmâniyet (Allah’ın bütün varlıkları kaplayan merhamet ediciliği) nimetidir.”
Lem’alar.495 – Risale-i Nur Külliyatı
İzah ve Açıklama:
Bu metin, hamd (şükür) kavramına dair çok geniş bir perspektif sunar. “Zerrât-ı âlemin adedince,” yani kâinattaki atomlar adedince hamd etmenin bir borç olduğu ifade edilir. Bu, hamdin sadece bireysel olarak sahip olunan nimetlere yönelik bir şükür değil, aynı zamanda kâinattaki tüm yaratılmışları kuşatan ilahi rahmete yönelik bir hayranlık ve minnettarlık ifadesi olduğunu gösterir.
Metin, bu hamd borcunun en temel kaynağını “Rahmâniyet” nimetine bağlar. Rahmâniyet, Allah’ın bütün varlıkları ayırt etmeksizin, inanan-inanmayan, canlı-cansız demeden kuşatan sonsuz merhametidir. Güneşin ışığı, suyun bereketi, havanın solunması gibi temel nimetler, Rahman isminin tecellisidir. Bu genel rahmet, “zevilhayattan rahmete mazhar olanların sayısınca” yani tüm canlıların faydalandığı sayısız nimeti içinde barındırır. Bu nedenle, her nefes, her göz açıp kapama, her damla su, hamd etmemiz için birer vesiledir. “Elhamdülillah” sözü, bu sonsuz ve genel rahmet denizindeki tüm hamdleri toplayan, kuşatan bir anahtar gibidir. İnsana düşen, bu bilinci taşıyarak hayatın her anında şükür ve hamd ile Rabbine yönelmektir.
Makale Özeti
Bu makale, beş farklı metinden hareketle insan varoluşunun temel meselelerini ele almaktadır. İlk olarak, insan kalbinin fani ve geçici şeylere değil, ebedi olanın güzelliğine yönelmesi gerektiği anlatılmaktadır.
İkinci olarak, rızık kavramının sadece bir kazanç değil, yeryüzünün canlanmasından güneşe ve aya kadar uzanan devasa bir ilahi sistemin eseri olduğu açıklanmaktadır.
Üçüncü ve dördüncü başlıklar, gerçek liderlik vasıflarını irdelemektedir; kılıçla değil, akıl ve fedakârlıkla yönetmenin önemi vurgulanırken, âlimlerin Peygamberlerin mirasını taşıdığı ve bu mirasın büyük bir ahlaki sorumluluk olduğu belirtilmektedir.
Son olarak, hamd ve şükür kavramının sadece kişisel nimetlere değil, Allah’ın tüm kâinatı kuşatan Rahman isminin tecellisi olan sonsuz rahmetine yönelik bir borç olduğu ifade edilmektedir.
Makale, tüm bu kavramları bir araya getirerek, insanın bu dünyadaki hayatını doğru bir bilinçle ve ilahi isimlerin tecellileri ışığında yaşaması gerektiği mesajını vermektedir.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com