Yaratılışın Lisanı: Her Şeyin Şükrü ve İbadeti
Yaratılışın Lisanı: Her Şeyin Şükrü ve İbadeti
İnsanı, kâinatın en şerefli misafiri kılan sır, onun fıtratına nakşedilmiş olan ibadet ve şükür kabiliyetidir. Yüce Yaratıcı, bu kâinatı öyle hikmetli bir biçimde inşa etmiştir ki, her bir varlık kendi lisan-ı haliyle O’na olan minnetini ve teslimiyetini ilan eder. İşte elimizdeki o manidar metinler de bu derin hakikati gözler önüne sermektedir.
1. Metin: Yaratılışın Gizli Sohbeti
İktibas: “Bak, başında çok süt konserveleri taşıyan Hindistan cevizi ve incir gibi meyvedar ağaçlar, rahmet hazinesinden lisan-ı hal ile süt gibi en güzel bir gıdayı ister, alır, meyvelerine yedirir; kendi bir çamur yer. Hem nar ağacı sâfi bir şarabı, hazine-i rahmetten alıp meyvesine yedirir; kendisi çamurlu ve bulanık bir suya kanaat eder.” (Bediüzzaman-Said Nursi – Risale-i Nur – Mesnevi-i Nuriye – 163)
İzah ve Açıklama:
Bu paragraf, kâinatın her bir parçasının ne kadar bilinçli ve amaçlı bir şekilde işlediğini muazzam bir benzetmeyle anlatıyor. Hindistan cevizi ve nar ağacı, kendi varlıklarıyla bir lisan-ı hal oluşturur. Lisan-ı hal, sözle ifade edilemeyen ancak eylem ve durumla anlaşılan bir dil demektir. Bu ağaçlar, çamurdan, topraktan ve bulanık sudan beslenirken, meyvelerine en saf, en lezzetli gıdaları ikram ederler. Bu durum, onların kendi benliklerini aşan bir ilahi emre tabi olduklarını gösterir. Kendi menfaatlerini değil, Rablerinin onlara yüklediği vazifeyi yerine getirerek meyvelerine hizmet ederler. Bu, adeta bir annenin, kendi zorluklara katlanarak çocuğuna en iyi gıdayı sunması gibidir.
Bu hikmetli misal bize şunu fısıldar: Gerçek bir yaratılış, sadece fiziksel bir süreçten ibaret değildir. Her bir parçanın bir anlamı, bir hikmeti ve bir amacı vardır. Bu, ağaçların bile bir “istek” ve “alma” eylemiyle bir rahmet hazinesinden beslendiğini, kendilerinin bulanık suya razı olup meyvelerine saf bir şurup ikram ettiğini gösterir. Bu, ilahi bir düzenin ve ilahi bir şefkatin delilidir. İnsan da bu düzenin bir parçasıdır. Kendi fani ve topraktan yaratılmış varlığıyla, sonsuz bir hikmet ve rahmetten beslenir. Onun vazifesi de bu nimetlere nankörlük etmek değil, onları fark edip şükranla Yaradan’a yönelmektir.
2. Metin: İnsanın Sorumluluğu ve İmtihanı
İktibas: “İnsan, umum mevcudat içinde ehemmiyetli bir vazifesi, ehemmiyetli bir istidadı olsun da, insanın Rabbi de insana bu kadar muntazam masnuatıyla kendini tanıtırsa, mukabilinde insan iman ile O’nu tanımazsa; hem bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse, mukabilinde insan ibadetle kendini O’na sevdirmese; hem bu kadar türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini ona gösterse, şükür ve hamd ile O’na hürmet etmese; cezasız kalsın, başıboş bırakılsın, o izzet, gayret sahibi Zât-ı Zülcelâl, bir dâr-ı mücâzât hazırlamasın?”
İzah ve Açıklama:
Bu metin, insanın kâinattaki yerini ve sorumluluklarını sorguluyor. İnsanın, diğer varlıklardan farklı olarak, “ehemmiyetli bir vazife” ve “ehemmiyetli bir istidat” ile donatıldığını vurguluyor. Bu vazife ve istidat, sadece fiziksel hayatta kalmak değil, aynı zamanda Yaratıcısını tanımak ve O’na karşı kulluk görevlerini yerine getirmektir.
Yüce Allah, sanatını ve kudretini sergilediği kâinatla, kendini insana tanıtır. Her bir varlık, her bir düzen, O’nun varlığının ve birliğinin bir delilidir. Eğer insan, bu delillere rağmen iman etmezse, kendisine bahşedilen sayısız nimete rağmen şükür ve hamd ile karşılık vermezse, bu durum ilahi izzete ve gayrete aykırıdır.
Metinde “başıboş bırakılsın” ifadesi, bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu ve her eylemin bir karşılığı olduğunu hatırlatır. İnsan, sorumlu bir varlıktır ve sorumluluklarını yerine getirmediği takdirde cezasız kalması düşünülemez. Bu, adaletin bir gereğidir. Bu metin, bizleri gafletten uyandırarak, kendimize ve kâinattaki yerimize dair derin bir tefekküre davet eder.
3. Metin: Yönelişin Gücü
İktibas: “Kul Der ki; ‘İşlerimi Halledip, Rabbime Yöneleyim.’ Rabbimiz Der ki; ‘Bana Yönelin, İşlerinizi Halleyim.'”
İzah ve Açıklama:
Bu kısa ama hikmet dolu metin, modern insanın en büyük yanılgılarından birini, yani öncelik sıralamasını gözler önüne seriyor. İnsan, genellikle dünyevi işlerini, problemlerini ve meşguliyetlerini birer engel olarak görür ve bu engelleri aştıktan sonra ibadete ve maneviyata yöneleceğini düşünür. “Önce işlerimi halledeyim, sonra namaz kılarım,” “Önce bu projeyi bitireyim, sonra kendimi dine veririm” gibi düşünceler, bu yanlış önceliklendirmeyi yansıtır.
Ancak metin, bu düşünceyi ters yüz ediyor ve ilahi bir çözüm sunuyor: Gerçek çözüm, işleri halledip sonra yönelmek değil, aksine, Allah’a yönelerek işlerin hallolmasını beklemektir. Bu, bir teslimiyet ve tevekkül dersidir. İnsanın gücü ve iradesi sınırlıdır, ancak Rabbinin kudreti ve iradesi sonsuzdur. O’na yönelen bir kulun işleri, O’nun inayeti ve yardımıyla daha kolay ve daha bereketli bir şekilde çözülür. Bu metin, bizlere, hayatın karmaşasında kaybolmak yerine, her şeyin sahibine sığınmayı ve O’nu merkeze almayı öğütler.
4. Metin: Kadere Teslimiyet ve İman
İktibas: “İ’lem Eyyühel-Aziz! Mer’ayı tecavüz eden koyun sürüsünü çevirtmek için çobanın attığı taşlara musab olan bir koyun, lisan-ı haliyle: ‘Biz çobanın emri altındayız. O bizden daha ziyade faidimizi düşünür. Madem onun rızası yoktur, dönelim.’ diye kendisi döner, sürü de döner. Ey nefis! Sen o koyundan fazla âsi ve dâll değilsin. Kaderden sana atılan bir musibet taşına maruz kaldığın zaman, söyle ve Merci-i Hakiki’ye dön, imana gel, mukedder olma. O seni senden daha ziyade düşünür.” (Mesnevi-i Nuriye 119 – Habbe)
İzah ve Açıklama:
Bu metin, kader ve musibetler karşısında insanın nasıl bir tavır alması gerektiğini çok etkili bir benzetmeyle anlatıyor. Çobanın sürüyü korumak ve doğru yola sevk etmek için attığı taşlar, ilk bakışta bir ceza gibi görünebilir. Ancak koyun için bu taşlar, bir rehberlik ve koruma işaretidir. Çünkü koyun, çobanın kendisinin iyiliğini istediğini bilir ve bu duruma teslim olur.
İnsan da aynı şekilde, başına gelen musibetleri ve zorlukları, ilahi bir çobanın (Allah’ın) kendisini doğru yola çevirmek için attığı “taşlar” olarak görmelidir. Bu musibetler, bizi nefsinin heva ve heveslerinden, hatalı yollardan çevirir. Metin, “O seni senden daha ziyade düşünür” diyerek, Allah’ın kuluna olan şefkatinin ve merhametinin derinliğini vurguluyor. Bu şefkat, insanı bir hatadan korumak veya daha büyük bir hayra ulaştırmak için musibetler gönderebilir. Bu, imanın ve tevekkülün en önemli derslerinden biridir: Başımıza gelen her şeyde bir hikmet ve hayır aramak, isyan etmek yerine teslim olmak.
5. Metin: İnsanın Bedeni ve Emanet Bilinci
İktibas: “İnsanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü kendisinin eser-i san’atı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lâkîta olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da insan almış değildir. Ancak o vücud hâvi olduğu garib san’at, acib nakışların şehadetiyle, bir Sâni’-i Hakîm’in dest-i kudretinden çıkmış kıymetdar bir hane olup, insan o hanede emaneten oturur.” (Bediüzzaman – Said Nursi (R. A) Mesnevi-i Nuriye – 65)
İzah ve Açıklama:
Bu metin, insan vücudunun mülkiyeti hakkındaki yaygın yanılgıyı düzeltiyor. İnsan, kendi bedenini “sahibi” olarak değil, bir “emanetçi” olarak görmelidir. Beden, ne yolda bulunmuş, ne de değersiz bir eşya gibi edinilmiştir. Aksine, içindeki eşsiz sanat ve mucizelerle, hikmet sahibi bir Yaratıcının kudret eliyle inşa edilmiş, çok kıymetli bir “hane”dir.
Bu hanede insan “emaneten” oturur. Emanet bilinci, kişiye büyük bir sorumluluk yükler. Bedenine iyi bakmak, onu haramdan korumak ve en önemlisi, asıl sahibinin rızasına uygun bir şekilde kullanmakla yükümlüdür. Bu anlayış, insanın bedenini hoyratça kullanmasını, onu günahlara alet etmesini engeller. Vücudun her bir hücresi, her bir organı, ilahi sanatın birer şahididir. Bu şahitlerin lisan-ı halleriyle, kendilerini yaratan Sani’e şükürlerini ilan ettiklerini bilmek, insanın kendi bedenine olan saygısını ve sorumluluğunu pekiştirir.
6. Metin: Hayatın ve Ölümün Hakikati
İktibas: “Ölüm haktır. Evet bu hayat ve bu beden şu azîm dünyaya direk olacak kabiliyette değildir. Zira onlar demir ve taştan değildir. Ancak et, kan ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküb etmiş. Kısa bir zamanda tevafukları, içtimaları varsa da, iftirakları ve dağılmaları her vakit melhuzdur.”
İzah ve Açıklama:
Bu metin, hayatın fani, bedenin ise geçici bir yapıya sahip olduğunu hatırlatıyor. Vücudumuz, demir ve taş gibi sağlam ve kalıcı malzemelerden değil, et, kan ve kemik gibi birbirinden farklı ve her an dağılmaya müsait unsurlardan oluşmuştur. Bu “mütehalif” (birbirinden farklı) unsurların bir araya gelmesi, hayat denilen muazzam bir olguyu oluşturur. Ancak bu birliktelik, her an ayrılmaya, dağılmaya “melhuz” (muhtemel) bir durumdadır.
Bu gerçek, bize hayatın ve bedenin kalıcı olmadığını, ölümün kaçınılmaz bir hakikat olduğunu hatırlatır. Bu, karamsarlık değil, aksine, hayatın her anının kıymetini bilmek ve asıl hedef olan ahiret yurdu için hazırlık yapmak gerektiği mesajını taşır. Vücudun zayıflığı ve dağılmaya olan yatkınlığı, insanın fani olduğunu ve bu dünyada bir misafir olduğunu idrak etmesini sağlar. Böylece insan, bu fani bedeniyle sonsuzluğa namzet olan ruhunu beslemeye yönelir. Bu metin, ölümden korkmak yerine, ölüm gerçeğiyle yüzleşerek hayatı daha anlamlı kılmanın yolunu gösterir.
Makalenin Özeti
Bu makalede, Bediüzzaman Said Nursi’nin Mesnevi-i Nuriye adlı eserinden alınan altı farklı metin üzerinden, insanın kâinattaki yeri, yaratılışın hikmeti, ibadet ve şükrün önemi, kader ve musibetlere bakış açısı ile insan vücudunun bir emanet olduğu hakikatleri işlenmiştir.
Her bir metin, Yüce Yaratıcı’nın kudret ve hikmetini farklı bir pencereden gösterirken, insanı kendi iç dünyasında ve kâinatta derin bir tefekküre davet eder. Ağaçların lisan-ı haliyle rahmetten beslenip meyvelerine ikram etmeleri, her şeyin bir amaca hizmet ettiğini ve bu amacın şükür olduğunu gösterir. İnsanın imtihan dünyasındaki sorumluluğu, iman, ibadet ve şükürle Rabbine yönelmek ve O’nun rızasını kazanmaktır. Başımıza gelen her musibetin, ilahi bir rahmet ve terbiye aracı olduğu, fani olan bedenimizin bir emanet olduğu ve ölümün kaçınılmaz bir hakikat olduğu vurgulanır.
Sonuç olarak, bu metinler bütünü, insanı dünyevi meşguliyetlerin ötesine geçerek, asıl hayatın manevi ve ebedi boyutlarına odaklanmaya teşvik eder.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com