Dünya Malının ve Gücünün Geçiciliği

Makale 1: Dünya Malının ve Gücünün Geçiciliği

​”Dünyanın en zengin adamı 56’sında öldü. En zekisi 20 yaşında tekerlekli sandalyeye mahkum oldu. En iyi boksörü kibriti bile çakamaz hale geldi. Türkiye’nin en zengin adamı yaptırdığı lüks hastanesine ulaşamadı, devlet hastanesinde öldü. Ne servet ne şöhret ne makam bizi yanıltmasın…”

​Bu ibretlik sözler, dünya hayatının en çok arzulanan değerleri olan servet, zeka, şöhret ve makamın aslında ne kadar kırılgan ve geçici olduğunu çarpıcı örneklerle gözler önüne seriyor. İnsanların hayatlarını uğruna feda ettiği bu unsurların, hayatın en temel gerçekliği olan ölüm ve acı karşısında nasıl da anlamsızlaştığını anlatır.

​İzah ve Açıklama:

İnsanlık tarihi, sahip olduğu zenginlik, güç veya zeka ile ölümsüzlük sananların hikayeleriyle doludur. Ancak bu hikayelerin sonu, her zaman aynı trajik gerçeğe çıkar: insan fani bir varlıktır.
Bu örnekler, şu gerçeği en acımasız ve net şekilde ortaya koyuyor. Dünyanın en zengin insanı bile parasıyla hayat satın alamazken, en zeki kişi bile bedeni zayıflık karşısında çaresiz kalabilir. En güçlü boksör bile, zamanla bedeninin zayıfladığını görür.

​İbret ve Düşünceler:
Bu metin, bizi hayatın asıl amacını sorgulamaya davet eder. Eğer en büyük başarılar bile bir virüs, bir kaza veya yaşlılık karşısında anlamını yitiriyorsa, asıl yatırımımızı nereye yapmalıyız? Tarihi figürler ve edebiyatın büyük eserleri, bu sorunun cevabını verir. Örneğin, İskender’in devasa imparatorluğu, kendisi genç yaşta öldüğünde parçalanmıştır. Napolyon, Avrupa’ya hükmettiği halde, sürgün edildiği adada çaresiz kalmıştır. Bu hikayeler, dünyevi zaferlerin sonlu olduğunu, ancak manevi zaferlerin kalıcı olduğunu gösterir.
​Bu makaleden alınacak en büyük ders, servetin, şöhretin ve makamın bizi yanıltmasına izin vermememiz gerektiğidir. Bunlar, bize ait sandığımız ama aslında bize verilmiş emanetlerdir. Hayatın gerçek zenginliği, para veya makamla değil, vicdan, merhamet ve iyi amellerle ölçülür. Asıl makam, başkasının kalbinde bıraktığımız izdir. Asıl zenginlik, ebedi olanın peşinden koşmaktır.

​Özet:

Bu makale, “Dünyanın en zengin adamı 56’sında öldü…” sözünü merkeze alarak, dünyevi güç, zenginlik ve şöhretin geçiciliğini ve fani oluşunu ele alır. Çarpıcı örneklerle bu gerçeği vurgulayan makale, insanları hayatın asıl amacını sorgulamaya ve kalıcı olan manevi değerlere yönelmeye davet eder. Asıl zenginliğin, vicdan ve iyi amellerle ölçüldüğünü, servet ve makamın ise sadece birer yanılması olduğunu belirtir.

​Makale 2: Her Şeyin Şahidi: Gözetleyen Rab

​”ŞÜPHESİZ RABBİN, GÖZETLEMEDEDİR. FECR SURESİ 14″

​Bu ayet, İslam inancının en temel direklerinden birini, Allah’ın her şeyi gördüğü ve bildiği gerçeğini vurgular. “Gözetlemek”, sadece izlemek değil, aynı zamanda her şeyden haberdar olmak, her eylemi ve niyeti kaydetmek anlamını taşır. Bu, insan için hem bir uyarı hem de bir güvencedir.

​İzah ve Açıklama:

Fecr Suresi, Firavun ve diğer zalimlerin akıbetini anlatırken, bu ayetle onlara yapılan eziyetlerin ve adaletsizliklerin asla karşılıksız kalmayacağını hatırlatır. Allah’ın gözetlemede olması, dünyada işlenen hiçbir zulmün, haksızlığın veya adaletsizliğin cezasız kalmayacağının garantisidir. Bu, zulme uğrayanlar için büyük bir teselli, zalimler için ise kaçışı olmayan bir hesap gününün habercisidir.

​Hikmet ve Düşünceler:

Bu ayet, sadece büyük adaletsizlikler için geçerli değildir; aynı zamanda her insanın günlük hayatındaki küçük eylemleri ve niyetleri için de geçerlidir. İnsanın gizlice yaptığı her iyilik ve kötülük, kimse görmese bile, Rabbin gözetimindedir. Bu farkındalık, bir yandan insanın vicdanını diri tutar ve onu iyilik yapmaya teşvik ederken, diğer yandan da onu yanlış yoldan alıkoyar.
​Tarih boyunca, bu inanç, inananlara zor zamanlarda büyük bir güç vermiştir. Haksızlığa uğrayanlar, tek başına kalmış hissedenler, haklarının bir gün mutlaka alınacağına dair bu ayetle teselli bulmuşlardır. Bu, sadece bir hesap günü inancı değil, aynı zamanda evrensel bir adalet sistemi inancıdır. Bu sistemde hiçbir şey kaybolmaz ve her şeyin karşılığı er ya da geç bulunur. Edebiyatta ve sinemada, kötülerin cezasını bulduğu, iyilerin ise sonunda hak ettiği huzura kavuştuğu hikayeler, bu ilahi adaletin yansımasıdır.

​Özet:

Bu makale, Fecr Suresi’nin “Şüphesiz Rabbin, gözetlemededir” ayetini ele alır. Bu ayetin, Allah’ın her şeyi gördüğü ve bildiği gerçeğini vurguladığını ve bu durumun hem zalimler için bir uyarı hem de mazlumlar için bir güvence olduğunu belirtir. Makale, bu ilahi gözetimin sadece büyük olaylar için değil, her insanın günlük hayatındaki eylemleri için de geçerli olduğunu vurgulayarak, bu inancın insanı iyiliğe teşvik ettiğini ve adalete olan inancı pekiştirdiğini anlatır.

​Makale 3 : Rabbin Terbiyesinde Olmak ve Şükür

​”SİZİN TERBİYENİZ RABBINİZİN ELİNDE OLDUĞUNDAN, DAİMA ONA MUHTAÇSINIZ. Ve terbiyenize lâzım olan bütün levazımatı veren odur. Onun o nimetlerine şükür lâzımdır. İşârât-ül i’caz- 97″
​Bu söz, insanın hayati olarak Allah’a bağımlı olduğunu ve O’nun terbiye ediciliği (Rab) sayesinde hayatını sürdürebildiğini vurgular. Terbiye, sadece yetiştirmek değil, aynı zamanda ihtiyaçları karşılamak, geliştirmek ve mükemmelleştirmek anlamını da taşır. Bu, insanın her an Allah’a muhtaç olduğu gerçeğidir.

​İzah ve Açıklama:

“Sizin terbiyeniz Rabbinizin elinde olduğundan, daima O’na muhtaçsınız” ifadesi, insanın ne kadar güçlü veya bağımsız görünürse görünsün, temel hayati ihtiyaçlarının Allah tarafından karşılandığını anlatır. İnsan, nefesten yemeğe, bilgiden duygusal ihtiyaçlara kadar her alanda, ilahi bir desteğe muhtaçtır. “Terbiyenize lâzım olan bütün levazımatı veren O’dur” cümlesi ise, bu desteğin sadece fiziki ihtiyaçlarla sınırlı olmadığını, manevi ve entelektüel gelişim için gereken her şeyin de ilahi bir kaynak tarafından sağlandığını belirtir.

​Hikmetli ve Düşündürücü Yorum:

Bu makaleden alınacak en önemli derslerden biri, şükrün sadece bir minnettarlık eylemi değil, aynı zamanda bir bilinç hali olduğudur. İnsan, etrafındaki nimetleri fark etmeye başladıkça, hayatın her anının ilahi bir lütuf olduğunu anlar. Bu anlayış, onu kibirden ve nankörlükten uzaklaştırır. Tarihte, bu bilince sahip olan büyük şahsiyetler, zorluklar karşısında bile şükretmeyi bilmişlerdir. Onlar, en büyük sıkıntıların bile, Allah’ın terbiye edici birer aracı olduğunu anlamışlardır.
​Bu söz, aynı zamanda modern insanın yaşadığı en büyük problemlerden birine de işaret eder: kendine yetme yanılması. Günümüz insanı, kendi başarısı, zekası ve çabasıyla her şeyi elde ettiğini düşünme eğilimindedir. Ancak bu düşünce, onu yalnızlığa ve ruhi boşluğa iter. Oysa ki, her şeyin bir lütuf olduğunu anlamak, insanı daha alçakgönüllü, daha merhametli ve daha huzurlu yapar.

​Özet:
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin “SİZİN TERBİYENİZ RABBINİZİN ELİNDE OLDUĞUNDAN, DAİMA ONA MUHTAÇSINIZ…” sözünü işler.
Makale, insanın her alanda Allah’a olan mutlak bağımlılığını ve O’nun terbiyeci sıfatının, tüm ihtiyaçları karşıladığını anlatır. Bu açıdan şükrün, sadece bir eylem değil, bir şuur hali olduğunu ve bu şuurun insanı kibirden uzaklaştırıp huzura kavuşturduğunu vurgular.

​Makale 4: Nefse Karşı Mücadele

​”Bir gün nefsime dedim: Gel seninle Rabbime gidelim. Gelmedi. Ben de tek başıma yürüdüm, gittim.” Beyazıd-ı Bestami Hazretleri”

​Bu hikmetli söz, tasavvufun ve manevi yolculuğun en temel problemlerinden birini, nefsin direnci ve insan iradesinin gücünü anlatır. Beyazıd-ı Bestami Hazretleri, deruni bir mücadeleyi, nefsiyle olan çatışmasını bu yalın cümlelerle özetler. Nefis, insanın içindeki dünyevi arzuları, bencil istekleri ve Allah’a giden yolda engel teşkil eden tüm eğilimleri temsil eder.

​İzah ve Açıklama:

“Gel seninle Rabbime gidelim” ifadesi, manevi bir davet ve nefsi doğru yola çekme çabasıdır. Ancak nefsin “gelmedi” şeklinde cevabı, onun dünya sevgisine, tembelliğe ve konfor alanından çıkmama eğilimine olan bağlılığını gösterir. Bu, her insanın deruni dünyasında yaşadığı evrensel bir çatışmadır. İyilik yapmaya niyetlendiğimizde, namaz kılmaya kalktığımızda veya haramdan uzak durmaya çalıştığımızda, nefsimizin bizi nasıl geri çektiğini bu sözde bulabiliriz.

​İbret ve Manevi Yorum:

Ancak sözün en çarpıcı ve ibretlik kısmı, “Ben de tek başıma yürüdüm, gittim” cümlesidir. Bu, manevi yolculuğun tek başına bir mücadele olduğunu ve bazen nefsi ikna etmeye çalışmak yerine, onu geride bırakarak ilerlemek gerektiğini anlatır. Tasavvufi yolculukta bu, nefsin isteklerini tamamen terk ederek, sadece Allah’a yönelmek anlamına gelir. Beyazıd-ı Bestami’nin bu kararlılığı, manevi hedeflere ulaşmak için gereken sarsılmaz iradeyi ve fedakarlığı sembolize eder.
​Bu söz, insana kendi iç mücadelesinde yalnız olmadığını, ancak bu mücadelenin bireysel bir sorumluluk olduğunu hatırlatır. Başkalarıyla veya nefsimizle olan ortaklıklarımız, bizi yavaşlatabilir, ancak manevi ilerleme kararlılığımızı kırmamalıdır. Yalnız başına yürümek, aslında Allah’a daha yakın olmak için atılan bir adımdır, çünkü bu yolda en büyük refik zaten O’dur.

​Özet:

Bu makale, Beyazıd-ı Bestami Hazretleri’nin “Bir gün nefsime dedim…” sözünü ele alarak, insanın nefsiyle olan deruni mücadelesini ve manevi yolculuğun halini anlatır. Nefsin dünyevi arzulara olan direncini ve bu dirence rağmen manevi yolda ilerleme kararlılığını vurgular. Makale, “tek başına yürüdüm” ifadesinin, manevi hedeflere ulaşmak için gereken bireysel irade ve fedakarlığı sembolize ettiğini açıklar.

​Makale 5: Kalplerin ve Gözlerin Mühürlenmesi

​”Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır. 2- Bakara Mealli Kur’an”

​Bu ayet, İslam inancında önemli bir konuya, hakikate karşı kör ve sağır olmaya işaret eder. “Mühürlemek” ifadesi, sadece fiziksel duyuların kapanmasını değil, aynı zamanda manevi duyguların da kaybolmasını ifade eder. Bu durum, Allah’ın bir cezası olmaktan ziyade, insanın kendi seçimiyle hakikatten yüz çevirmesinin bir sonucudur.

​İzah ve Açıklama:

Ayet, bazı insanların, kendilerine sunulan hakikatlere karşı bile isteye kayıtsız kaldığını anlatır. Onlar, gerçeği görecek gözlere, duyacak kulaklara ve düşünecek kalplere sahip oldukları halde, bunları kullanmayı reddederler. “Gözleri üzerinde de bir perde vardır” ifadesi, bu manevi körlüğü somutlaştırır. Bu perde, dışarıdan bir zorlama değil, insanın kendi iç dünyasında oluşturduğu bir engeldir. Kibir, inat ve dünya sevgisi gibi unsurlar bu perdenin temelini oluşturur.

​İbret ve Edebi Yorum:

Bu ayet, bir insanı en büyük felakete sürükleyenin, bazen dış etkenler değil, kendi içindeki manevi çürüme olduğunu düşündürür. Tarihte, pek çok zalim ve inatçı lider, doğruya karşı gözlerini kapattığı için sonu felaketle bitmiştir. Firavun’un hikayesi, bu durumun en bilinen örneğidir. O, Musa’nın mucizelerini gördüğü halde kalbi mühürlenmiş bir şekilde inkar etmeye devam etmiştir.
​Bu ayet, aynı zamanda kişisel sorumluluğun önemini vurgular. İnsan, kendi kalbini ve aklını ne şekilde kullanacağını seçme özgürlüğüne sahiptir. Hakikate açılan kapı her zaman açıktır, ancak o kapıdan içeri girmeyi reddedenler, kendi manevi hapishanelerinde yaşamaya mahkum olurlar. Bu, aynı zamanda büyük bir azabın da habercisidir, çünkü hakikatten uzaklaşmak, ruhi bir boşluğa ve huzursuzluğa yol açar.

​Özet:

Bu makale, Kur’an’ın Bakara Suresi’nden “Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir…” ayetini incelemektedir. Ayetin, hakikate karşı kayıtsız kalan insanların manevi körlüğünü ve sağırığını anlattığını belirtir. Bu durumun, ilahi bir cezadan çok, insanın kendi seçimiyle oluşan bir sonuç olduğunu vurgular. Makale, kibir ve inat gibi duyguların bu manevi perdeleri nasıl oluşturduğunu anlatarak, kişisel sorumluluğun önemini ve hakikatten uzaklaşmanın getirdiği azabı vurgular.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 19th, 2025