Gazze’de İnsanlık Dramı: Zorunlu Göç ve Vicdanların Sessizliği

Gazze’de İnsanlık Dramı: Zorunlu Göç ve Vicdanların Sessizliği
Gazze Şeridi’nde yaşanan dram, sadece bir bölgenin değil, tüm dünyanın vicdanının sınavıdır. İsrail ordusunun Gazze’nin kuzeyine yönelik yoğun saldırıları ve zorunlu tahliye çağrıları, yüz binlerce Filistinliyi evlerini terk etmeye zorluyor. “Gazze’de zorunlu göç sürüyor” ifadesi, bu büyük insanlık dramının en trajik yansımasıdır. Yaşlı, genç, kadın ve çocuk demeden, ellerinde taşıyabildikleri birkaç eşyayla, çaresizlik içinde Reşid Caddesi üzerinden güneye doğru yol alan insanların görüntüsü, modern çağın en büyük utanç tablolarından birini oluşturmaktadır. Bu göç, sadece mekânla ilgili bir yer değiştirme değil, aynı zamanda köklerinden, hatıralarından ve gelecek umutlarından kopuşun da sembolüdür. Uluslararası hukukun ve insan haklarının hiçe sayıldığı bu süreçte, dünya kamuoyunun büyük bir kısmı sessiz kalarak bu trajediye seyirci kalmaktadır.
Bu zorunlu göçün bir başka boyutu ise İsrail’in kendisinin yaşadığı iç sıkıntılar ve manevi çöküştür. “Habis ruh” başlığı altında yer alan bilgiler, Gazze’ye saldıran İsrail askerlerinin ruh sağlığı sorunlarıyla boğuştuğunu gösteriyor. “Son 2 yılda Gazze’ye saldırılara katılan 20 binden fazla asker tedavi gördü” bilgisi, savaşın sadece kurbanları değil, failler üzerinde de derin psikolojik yaralar açtığının bir isbatıdır. Bu durum, zulmün sadece zulme uğrayanları değil, zulmü gerçekleştirenlerin de ruhunu kirlettiğini ve onların iç dünyasını harap ettiğini gösterir. Tarih boyunca hiçbir zalim, döktüğü kandan huzur bulamamış, aksine kendi eylemlerinin yükü altında ezilmiştir.
İsrail’e Karşı Küresel Tepkiler ve Değişen Dengeler
Gazze’deki soykırım, küresel vicdanı harekete geçirmeye başlamış, bu da İsrail’in yalnızlaşma sürecini hızlandırmıştır. “İsrail’e en çok para akıtan ülkeler” listesi, bu yalnızlaşmanın önündeki ekonomik engelleri gözler önüne serse de, Avrupa’dan gelen yaptırım sinyalleri, bu tablonun değişmeye başladığını gösteriyor. ABD’nin başı çektiği bu ticarî ilişkiler ağına rağmen, Avrupa Komisyonu’nun İsrail mallarına yönelik serbest ticaret düzenlemesini askıya alma ve gümrük vergisi uygulama önerileri, uluslararası tepkinin somut adımlara dönüştüğünün işaretleridir. Bu durum, İsrail’in ekonomik ve siyasi izolasyonunu artırma potansiyeli taşıyor.
Bu tepkilerin manevi ve tarihi bir arka planı da bulunmaktadır. “Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır…” hadisi, bu mücadelenin sadece siyasî veya askerî değil, aynı zamanda dinî bir boyutu olduğunu gösterir. Bu hadis, İslam inancında, Kudüs ve Filistin toprakları üzerindeki mücadelenin kaçınılmaz bir sonuca ulaşacağını haber veren ihbarlardan biri olarak yorumlanır. İstanbul’un fethinin hak ve muhakkak olduğu gibi, bu hadiste bahsedilen savaşın da gerçekleşeceği inancı, Müslümanlar için bu mücadeleyi manevî bir görev hâline getirir.
Nifak Şebekeleri ve Tarihin Tekerrürü
İsrail’in dış politikası, sadece askerî güçten ibaret değildir; aynı zamanda karmaşık bir etki operasyonları ve işbirliği ağını da ihtiva eder. Nitekim, “Nifak şebekesi devrede” ve “İsrail ile FETÖ arasında iş birliği” iddiaları, bu durumu somutlaştıran önemli göstergelerdendir. FETÖ’nün, Türkiye’ye karşı İsrail ile ortak bir söylem geliştirmesi, bu tür yapılanmaların sadece siyasî değil, aynı zamanda millî güvenliği tehdit eden unsurlar olduğunu ortaya koymaktadır. Mavi Marmara olayında Fethullah Gülen’in İsrail’i destekleyen açıklamaları ve İsrailli bir hahamın, Gülen’e yönelik “büyük kayıp yaşarız” ifadeleri, bu işbirliğinin ne denli derin ve köklü olduğunu göstermektedir. Bu, tarihin acı bir tekerrürüdür; çünkü her dönemde, kendi milletine sırtını dönen ve dış güçlerle işbirliği yapan “Müslüman görünümlü” yapılar, bir baltanın sapı gibi içeriden yıkım operasyonlarına dâhil olmuştur.
Bu durum, yalnızca bir siyasî analiz değil, aynı zamanda manevî bir ders de ifade eder: İhanet, daima en yakın olandan gelir. “Kurt gövdenin içinde” metaforu, bir milleti en çok yaralayan şeyin, dışarıdan gelen düşmanlar değil, içindeki hainler olduğunu vurgular.
Kudüs’ün Kutsiyeti ve Liderlerin Cesur Duruşu
Filistin meselesinin kalbinde Kudüs ve onun kutsal mekânları yer almaktadır. “İşgalci İsrail, Harem-i İbrahim Camii’ni ‘ele geçirme planını’ adım adım gerçekleştiriyor” haberi, İsrail’in sadece siyasî hedefleri değil, aynı zamanda dinî mekânları da kontrol altına alma amacını gösteriyor. Bu tür eylemler, sadece Müslümanların değil, tüm semavî dinlerin kutsiyetine bir saldırı niteliği taşır.
Bu saldırılara karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın duruşu, Türkiye’nin ve tüm İslam dünyasının bu konudaki kırmızı çizgisini ortaya koymaktadır. “Hitler özentisi tiplerin bu kuyruk acısı geçmeyecek” ve “Döktükleri kanda boğulacaklardır” gibi ifadeler, İsrail’in soykırım politikalarına karşı sert bir tepkiyi temsil etmektedir. Erdoğan’ın, “Kudüs’ü yüzyıllar boyunca barış ve esenlik yurdu haline biz getirdik” sözü, bu coğrafyaya barışın ve adaletin ancak adil bir yönetimle gelebileceğini hatırlatmaktadır. Filistinli gençlerin “Ne yaparsan yap Gazze’yi terk etmeyeceğiz” mesajı ise, Filistin halkının boyun eğmeyeceğini ve topraklarına olan bağlılığını sembolize etmektedir.

Makale Özeti

Bu makale, Gazze’deki zorunlu göç ve İsrail askerlerinin yaşadığı psikolojik problemler üzerinden insanlık dramını ele almaktadır. İsrail’e yönelik uluslararası yaptırım sinyalleri ve Yemen’den gelen saldırılar, İsrail’in küresel ve bölgesel olarak yalnızlaşmaya başladığını gösterir.
Makale, bu durumun, sadece siyasî değil, aynı zamanda dinî bir boyutu olduğunu, nifak şebekelerinin bu süreçteki rolünü ve tarihi ihanet örneklerini vurgular.
Son olarak, Kudüs’ün kutsiyetini koruma mücadelesini ve liderlerin bu konudaki duruşunu ele alarak, Filistin davasının sadece bir toprak meselesi değil, aynı zamanda bir onur ve varoluş mücadelesi olduğunu ifade eder.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 18th, 2025