Yaratıcının Tezahürleri ve İnsanın Sorumluluğu
- Yaratıcının Tezahürleri ve İnsanın Sorumluluğu
> “Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir zâtın hârika işlerine bak! Sen başıboş olmadığın gibi, bu hâdiseler de başıboş olamazlar…”
> (Asâ-yı Mûsâ – 103)
>
Bu derin ve düşündürücü ifade, modern dünyanın en temel yanılmalarından birine meydan okuyor: başıboşluk ve tesadüf inancı. Bediüzzaman, insana adeta bir uyarıda bulunurcasına, “Başını kaldır” der. Bu, sadece fiziki bir eylem değil, aynı zamanda manevi bir uyanış çağrısıdır. Bizi, günlük hayatın rutininden sıyrılarak, etrafımızdaki muhteşem düzeni ve olayları tefekkür etmeye davet eder. Gök cisimlerinin kusursuz hareketinden, bir çiçeğin açmasına, bir bebeğin gelişiminden mevsimlerin dönüşüne kadar her olay, faal ve kudretli bir zâtın hârika işleridir.
Bu makalenin odak noktası, insan ve kâinat arasındaki bu karşılıklı ilişkidir. İnsan, kendi varlığının bir tesadüf olmadığını, eşsiz bir sanat ve hikmetle yaratıldığını hissettiği an, aynı bilincin kâinat için de geçerli olduğunu anlar. Kâinattaki olaylar, bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır ve her biri, kendisini tanıttırmak isteyen bir Kudretin varlığını ilan eder. Tarih boyunca bu hakikati idrak eden medeniyetler, bilim ve sanatın zirvelerine ulaşmış, dünyayı adalet ve medeniyetle aydınlatmıştır. Çünkü onlar, evreni keşfedilmesi gereken bir kitap, bir laboratuvar olarak görmüş ve her buluşun, Yaratıcının bir isminin tecellisi olduğuna inanmışlardır.
Bu düşüncenin en büyük ibretlerinden biri, insanın kendi varlığını anlamasının, evreni anlamaktan geçtiğidir. “Sen başıboş olmadığın gibi, bu hâdiseler de başıboş olamazlar” sözü, insanın kendi sorumluluğunu ve evrenin düzenini aynı kefeye koyar. Kâinatın bu mükemmel düzeni, insanın da belli bir amaç için var olduğunu ve bu amaç doğrultusunda hareket etmesi gerektiğini hatırlatır. Bu makale, her birimizin hayatında bir anlam ve amaç arayışında olduğunu, ancak bu anlamın, ancak başımızı kaldırıp etrafımızdaki hârika işlere bakarak bulunabileceğini vurgular.
Özet: Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin “Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir zâtın hârika işlerine bak! Sen başıboş olmadığın gibi, bu hâdiseler de başıboş olamazlar” sözünü merkeze alır. İnsanın ve kâinatın tesadüf eseri değil, bilakis bilinçli bir yaratılışın eseri olduğunu vurgular. Bu makale, evrendeki düzen ve hikmetin, insanın kendi varlık amacını anlaması için bir anahtar olduğunu ve bu idrakin, hayatı anlamlı kılacak en önemli adımlardan biri olduğunu açıklar.2. Kalbin ve Ruhun Gizli Yaraları
> Metin: “İşlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.”
> (Risale-i Nur)
>
Modern dünyada insanlar genellikle fiziki yaralara ve acılara odaklanırken, manevi ve psikolojik yaralar göz ardı edilir. Bu makaledeki veciz ifade, görünmeyen ancak çok daha derin ve kalıcı olan bu yaralara dikkat çeker. Bediüzzaman, günah ve şüphenin sadece ahlaki veya dini bir problem olmadığını, aynı zamanda insanın manevi yapısında kalıcı yaralar açan somut bir gerçeklik olduğunu belirtir.
Günahın kalpte açtığı yara, adeta bir zehirin bedene yayılması gibidir. İnsan, günah işledikçe vicdanının sesini kısar, kalbi kararmaya başlar ve iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırt etme yeteneği zayıflar. Bu durum, zamanla manevi bir uyuşukluğa yol açar ve insanı hakikatten uzaklaştırır. Edebi bir dille, her günahın birer kanayan yara izi bıraktığını ve bu izlerin ruhun aynasını kirlettiğini söyleyebiliriz.
Şüphenin ruhu yaralaması ise daha sinsidir. Akla giren her şüphe, imanın sağlam kalesini içeriden sarsar. Yaratıcıya, dine, ahirete dair şüpheler, ruhu huzursuzluğa, kaygıya ve anlamsızlık hissine sürükler. Bu, modern çağın en yaygın hastalıklarından biridir. İnsan, inancının temelinden şüphe duymaya başladığında, hayatının dayandığı tüm manevi sütunlar sarsılır. Kalp ve ruh, bu şüphelerin oluşturduğu boşluk ve ıstırapla dolar.
Bu makalenin tarihi ve ibretli boyutu, insanoğlunun tarih boyunca yaptığı hataların, sadece dış dünyada değil, kendi iç dünyasında da yıkıma yol açtığını göstermesidir. Bencillik, kıskançlık, hırs gibi günahlar, kişiyi içten içe kemirirken, şüpheler de onun manevi direncini kırar. Kurtuluş yolu, bu yaraların farkında olmak ve onları tedavi etmeye çalışmaktır. Bu tedavi, samimi bir tövbe, doğru bilgiyle şüpheleri giderme ve manevi bir hayatı benimseme çabasıyla mümkündür.
Özet: Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin “İşlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar” sözünü inceler. Günahların ve şüphelerin, insanın manevi yapısında, özellikle kalbinde ve ruhunda kalıcı hasarlar bıraktığını açıklar. Bu manevi yaraların, vicdanı körelttiğini, imanı zayıflattığını ve huzursuzluğa yol açtığını vurgular. Makale, bu yaraların farkında olmanın ve onları tedavi etmenin önemine dikkat çeker.3. Dinde ve Kahramanlıkta Ecdadın Vârisliği
> Metin: “Bizler dinde olduğu gibi, kahramanlıkta da ecdadımızın vârisleri olduğumuzu göstereceğiz.”
> (Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat – 605)
>
Bu tarihi ve coşkulu ifade, sadece bir siyasi slogan değil, aynı zamanda manevi ve kültürel bir sorumluluk beyannamesidir. Bediüzzaman, genç kuşaklara seslenerek, onların sadece dindar değil, aynı zamanda ecdadları gibi kahraman olmaları gerektiğini belirtir. Bu, tarihin sadece kuru bir bilgi yığını olmadığını, aksine gelecek nesiller için birer ilham ve eylem kaynağı olduğunu gösterir.
Dinde vârislik, ataların bıraktığı manevi mirasa sahip çıkmak, onu korumak ve yaşatmaktır. Bu miras, sadece şekli ibadetlerden ibaret değildir; aynı zamanda adalet, merhamet, doğruluk ve dürüstlük gibi evrensel ahlaki değerleri ihtiva eder. Ecdadımız, bu değerleri sadece kendi hayatlarına uygulamakla kalmamış, bu değerler üzerine büyük medeniyetler ve devletler inşa etmiştir. Dini mirasa sahip çıkmak, bu değerleri günümüz dünyasında yeniden canlandırmak ve onlara yeni bir ruh katmaktır.
Kahramanlıkta vârislik ise, bu dini değerleri savunmak, korumak ve yaymak için gösterilen cesaret ve fedakarlıktır. Tarih, Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda ve daha nice mücadelede, inancını ve vatanını savunmak için canını feda eden kahramanların hikayeleriyle doludur. Onlar, sadece fiziki bir düşmana karşı değil, aynı zamanda manevi değerleri yok etmeye çalışan her türlü tehdide karşı da mücadele etmişlerdir. Bediüzzaman, bu ruhun ve cesaretin modern çağda da devam etmesi gerektiğini belirtir.
Bu makalenin en önemli ibretli yönü, din ve kahramanlığın birbirinden ayrı düşünülemeyeceğidir. Gerçek kahramanlık, sadece kaba kuvvet veya savaş meydanlarında gösterilen cesaretle sınırlı değildir. Aynı zamanda, çağın manevi ve fikri meydan okumalarına karşı durmak, hakikati savunmak ve zulme karşı çıkmak da bir kahramanlıktır. Bu ifade, bizlere sadece geçmişimizle gurur duymayı değil, aynı zamanda o mirası geleceğe taşımak için harekete geçme sorumluluğunu yükler.
Özet: Bu makale, Bediüzzaman’ın “Bizler dinde olduğu gibi, kahramanlıkta da ecdadımızın vârisleri olduğumuzu göstereceğiz” sözünü inceler. Genç nesillerin, sadece dini değerleri yaşamakla kalmayıp, aynı zamanda ataları gibi cesaret, fedakarlık ve adaleti savunma sorumluluğuna sahip olduğunu vurgular. Bu makale, gerçek kahramanlığın, inancın korunması ve yayılması için gösterilen manevi ve fikri mücadeleyi de ihtiva ettiğini belirtir.4. Fani Dünyanın İmtihanı ve Sonsuzluk Arzusu
> Metin: “AKLINI BAŞINA AL. Sen ve hususi dünyan, daimi zeval ve fena darbesine maruzsunuz.”
> (Risale-i Nur Külliyatı’ndan)
>
Bu makale, insana en temel ve en acı verici gerçeği, fâniliği (geçiciliği) ve fenayı (yok oluşu) hatırlatır. Bediüzzaman, bu gerçeği görmezden gelenlere “Aklını başına al” diye seslenir. Bu ifade, bir uyarı ve bir davettir; bizi, geçici zevklerin ve dünya hayatının aldatıcılığının ötesine bakmaya çağırır.
İnsan ve onun hususi dünyası, yani evi, malı, sevdikleri ve hatta kendi bedeni, daimi bir zeval ve fena darbesine maruzdur. Her geçen saniye, her geçen gün, zamanın acımasız darbesiyle her şey eskir, solar ve yok olur. Bir zamanlar güçlü olanlar zayıflar, güzel olanlar çirkinleşir, canlı olanlar ölür. Bu, bir karamsarlık ifadesi değil, aksine hayatın gerçek yapısını idrak etme çağrısıdır. Bu gerçeği anlamadan, insan, hayatını boş bir çaba ve anlamsız bir koşuşturma içinde geçirir.
Bu makalenin tarihi ve ibretli boyutu, bütün medeniyetlerin ve imparatorlukların, eninde sonunda yıkılmaya mahkûm oluşudur. Kudretli krallar, zenginler, bilginler ve sanatçılar, hepsi zamanın darbesiyle tarihin tozlu sayfalarında birer hatıra olmuştur. Bu durum, bize dünya hayatının sadece bir imtihan sahnesi olduğunu gösterir. Gerçek başarı, bu fani dünyada kalıcı bir iz bırakmak değil, ebedi olan bir hayata yatırım yapmaktır.
Bu düşündürücü metin, insanı bir kayıktan farksız görür. Fırtınalı bir denizde sürüklenen bu kayık, bir gün batmaya mahkûmdur. Ancak bu bilginin farkına varanlar, kayığın içindeki geçici eşyalara değil, onu kurtaracak olan ebedi limana odaklanırlar. Gerçek huzur ve mutluluk, bu fani dünyanın aldatıcılığından sıyrılarak, sonsuzluk ve ebediyet için çaba göstermekte yatar.Özet: Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin “Aklını başına al. Sen ve hususi dünyan, daimi zeval ve fena darbesine maruzsunuz” sözünü inceler. İnsanın ve onun dünyasının fani ve geçici olduğunu vurgular. Bu gerçekliğin farkına varmanın, hayatın anlamsızlığını ve boşluğunu gidermek için bir motivasyon kaynağı olduğunu açıklar. Makale, insanın gerçek başarısının, fani dünyaya değil, ebedi olan bir hayata yatırım yapmakla mümkün olduğunu belirtir.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com