Hakiki bütün elem dalalette, bütün lezzet imandadır

Hakiki bütün elem dalalette, bütün lezzet imandadır 

  Hayal libasını giymiş muazzam bir hakikat  

   Ey yoldaş-ı hüşdar! Sırat-ı müstakimin o meslek-i nurani, mağdub ve dâllînin o tarîk-i zulmanî, tam farklarını görmek eğer istersen ey aziz,

   Gel vehmini ele al, hayal üstüne de bin, şimdi seninle gideriz zulümat-ı ademe. O mezar-ı ekberi, o şehr-i pür-emvatı bir ziyaret ederiz.

   Bir Kadîr-i Ezelî, kendi dest-i kudretle bu zulümat kıtadan bizi tuttu çıkardı, bu vücuda bindirdi, gönderdi şu dünyaya; şu şehr-i bîlezaiz.

   İşte şimdi biz geldik şu âlem-i vücuda, o sahra-yı hēile. Gözümüz de açıldı, şeş cihette biz baktık; evvel istîtafkârane önümüze bakarız.

Lâkin beliyyeler, elemler önümüzde düşmanlar gibi tehacüm eder. Ondan korktuk, çekindik. Sağa sola, anâsır-ı tabâyia bakarız, ondan meded bekleriz.

   Lâkin biz görüyoruz ki onların kalpleri kasiyye, merhametsiz. Dişlerini bilerler, hiddetli de bakarlar; ne naz dinler, ne niyaz!

   Muztar adamlar gibi meyusane nazarı yukarıya kaldırdık. Hem istimdadkârane ecram-ı ulviyeye bakarız, pek dehşetli tehditkâr da görürüz.

   Güya birer gülle bomba olmuşlar, yuvalardan çıkmışlar. Hem etraf-ı fezada pek süratli geçerler, her nasılsa ki onlar birbirine dokunmaz.

   Ger birisi yolunu kazara bir şaşırtsa, el-iyazü billah, şu âlem-i şehadet ödü de patlayacak. Tesadüfe bağlıdır, bundan dahi hayır gelmez.

   Meyusane nazarı o cihetten çevirdik, elîm hayrete düştük. Başımız da eğildi, sinemizde saklandık, nefsimize bakarız. Mütalaa ederiz.

   İşte işitiyoruz: Zavallı nefsimizden binlerle hâcetlerin sayhaları geliyor. Binlerle fâkatlerin enînleri çıkıyor. Teselliyi beklerken tevahhuş ediyoruz.

   Ondan da hayır gelmedi. Pek ilticakârane vicdanımıza girdik; içine bakıyoruz, bir çareyi bekleriz. Eyvah! Yine bulmayız, biz meded vermeliyiz.

   Zira onda görünür binlerle emelleri, galeyanlı arzular, heyecanlı hissiyat, kâinata uzanmış. Her birinden titreriz, hiç yardım edemeyiz.

   O âmâl sıkışmışlar vücud adem içinde; bir tarafı ezele, bir tarafı ebede uzanıp gidiyorlar. Öyle vüs’atleri var, ger dünyayı yutarsa o vicdan da tok olmaz.

   İşte bu elîm yolda nereye bir baş vurduk, onda bir bela bulduk. Zira mağdub ve dâllîn yolları böyle olur. Tesadüf ve dalalet, o yolda nazar-endaz.

   O nazarı biz taktık, bu hale böyle düştük. Şimdi dahi halimiz ki mebde ve meâdi hem Sâni’ ve hem haşri muvakkat unutmuşuz.

   Cehennemden beterdir, ondan daha muhriktir, ruhumuzu eziyor. Zira o şeş cihetten ki onlara baş vurduk. Öyle halet almışız.

   Ki yapılmış o halet hem havf ile dehşetten hem acz ile ra’şetten hem kalak ve vahşetten hem yütm ve hem yeisten mürekkeb vicdansûz.

Şimdi her cihete mukabil bir cepheyi alırız, def’ine çalışırız. Evvel, kudretimize müracaat ederiz, vâ-esefâ görürüz

   Ki âcize, zaîfe. Sâniyen: Nefiste olan hâcatın susmasına teveccüh ediyoruz. Vâ-esefâ durmayıp bağırırlar, görürüz.

   Sâlisen: İstimdadkârane, bir halâskârı için bağırır, çağırırız, ne kimse işitiyor, ne cevabı veriyor. Biz de zannediyoruz:

   Her bir şey bize düşman, her bir şey bizden garib. Hiçbir şey kalbimize bir teselli vermiyor; hiç emniyet bahşetmez, hakiki zevki vermez.

   Râbian: Biz ecram-ı ulviyeye baktıkça onlar nazara verir bir havf ile dehşeti. Hem vicdanın müz’ici bir tevahhuş geliyor: Akılsûz, evhamsâz!

   İşte ey birader! Bu dalaletin yolu, mahiyeti şöyledir. Küfürdeki zulmeti, bu yolda tamam gördük. Şimdi de gel kardeşim, o ademe döneriz.

   Tekrar yine geliriz. Bu kere tarîkımız sırat-ı müstakimdir hem imanın yoludur. Delil ve imamımız, inayet ve Kur’an’dır, şehbaz-ı edvar-pervaz.

   İşte Sultan-ı ezel’in rahmet ve inayeti, vaktâ bizi istedi, kudret bizi çıkardı, lütfen bizi bindirdi kanun-u meşiete: Etvar üstünde perdaz.

   Şimdi bizi getirdi, şefkat ile giydirdi şu hil’at-ı vücudu, emanet rütbesini bize tevcih eyledi. Nişanı niyaz ve namaz.

   Şu edvar ve etvarın, bu uzun yolumuzda birer menzil-i nazdır. Yolumuzda teshilat içindir ki kaderden bir emirname vermiş, sahifede cephemiz.

   Her nereye geliriz, herhangi taifeye misafir oluyoruz, pek uhuvvetkârane istikbal görüyoruz. Malımızdan veririz, mallarından alırız.

   Ticaret muhabbeti, onlar bizi beslerler, hediyelerle süslerler hem de teşyi ederler. Gele gele işte geldik, dünya kapısındayız, işitiyoruz âvâz.

   Bak girdik şu zemine, ayağımızı bastık şehadet âlemine: Şehrâyine-i Rahman, gürültühane-i insan. Hiçbir şey bilmeyiz, delil ve imamımız

   Meşiet-i Rahman’dır. Vekil-i delilimiz, nâzenin gözlerimiz. Gözlerimizi açtık, dünya içine saldık. Hatırına gelir mi evvelki gelişimiz?

   Garib, yetim olmuştuk; düşmanlarımız çoktu, bilmezdik hâmimizi. Şimdi nur-u iman ile o düşmanlara karşı bir rükn-ü metînimiz

İstinadî noktamız hem himayetkârımız def’eder düşmanları. O iman-ı billahtır ki ziya-yı ruhumuz hem nur-u hayatımız hem de ruh-u ruhumuz.

   İşte kalbimiz rahat, düşmanları aldırmaz, belki düşman tanımaz. Evvelki yolumuzda, vaktâ vicdana girdik; işittik ondan binlerle feryad u fîzar ve âvâz.

   Ondan belaya düştük. Zira âmâl, arzular, istidat ve hissiyat; daim ebedi ister. Onun yolunu bilmezdik, bizden yol bilmemezlik, onda fîzar ve niyaz.

   Fakat elhamdülillah, şimdi gelişimizde bulduk nokta-i istimdad, ki daim hayat verir o istidat, âmâle; tâ ebedü’l-âbâda onları eder pervaz.

   Onlara yol gösterir, o noktadan istidat hem istimdad ediyor hem âb-ı hayatı içer hem kemaline koşuyor; o nokta-i istimdad, o şevk-engiz remz ü naz.

   İkinci kutb-u iman ki tasdik-i haşirdir. Saadet-i ebedî, o sadefin cevheri. İman bürhanı, Kur’an. Vicdan-ı insanî bir râz.

   Şimdi başını kaldır, şu kâinata bir bak, onun ile bir konuş. Evvelki yolumuzda pek müthiş görünürdü. Şimdi de mütebessim her tarafa gülüyor, nâzenînane niyaz ve âvâz.

   Görmez misin gözümüz arı-misal olmuştur, her tarafa uçuyor. Kâinat bostanıdır, her tarafta çiçekler, her çiçek de veriyor ona bir âb-ı leziz.

   Hem ünsiyet, teselli, tahabbübü veriyor. O da alır, getirir; şehd-i şehadet yapar. Balda bir bal akıtır, o esrarengiz şehbaz.

   Harekât-ı ecrama ya nücum ya şümusa nazarımız kondukça ellerine verirler Hâlık’ın hikmetini. Hem mâye-i ibreti hem cilve-i rahmeti alır ediyor pervaz.

   Güya şu güneş bizlerle konuşuyor, der: “Ey kardeşlerimiz! Tevahhuşla sıkılmayınız, ehlen sehlen merhaba, hoş teşrif ettiniz. Menzil sizin, ben bir mumdar-ı şehnaz.

   Ben de sizin gibiyim fakat safi, isyansız, mutî bir hizmetkârım. O Zat-ı Ehad-i Samed ki mahz-ı rahmetiyle hizmetinize beni musahhar-ı pür-nur etmiş. Benden hararet, ziya; sizden namaz ve niyaz.”

   Yahu, bakın kamere! Yıldızlarla denizler her biri de kendine mahsus

birer lisanla: “Ehlen sehlen merhaba!” derler. “Hoş geldiniz, bizi tanımaz mısınız?”

   Sırr-ı teavünle bak, remz-i nizamla dinle. Her birisi söylüyor: “Biz de birer hizmetkâr, rahmet-i Zülcelal’in birer âyinedarıyız; hiç de üzülmeyiniz, bizden sıkılmayınız.”

   Zelzele na’raları, hâdisat sayhaları sizi hiç korkutmasın, vesvese de vermesin. Zira onlar içinde bir zemzeme-i ezkâr, bir demdeme-i tesbih, velvele-i naz u niyaz.

   Sizi bize gönderen o Zat-ı Zülcelal, ellerinde tutmuştur bunların dizginlerini. İman gözü okuyor yüzlerinde âyet-i rahmet, her biri birer âvâz.

   Ey mü’min-i kalbi hüşyar! Şimdi gözlerimiz bir parça dinlensinler, onların bedeline hassas kulağımızı imanın mübarek eline teslim ederiz, dünyaya göndeririz. Dinlesin leziz bir saz.

   Evvelki yolumuzda bir matem-i umumî hem vaveylâ-yı mevtî zannolunan o sesler, şimdi yolumuzda birer nevaz u namaz, birer âvâz u niyaz, birer tesbihe âğâz.

   Dinle, havadaki demdeme, kuşlardaki civcive, yağmurdaki zemzeme, denizdeki gamgama, ra’dlardaki rakraka, taşlardaki tıktıka birer manidar nevaz…

   Terennümat-ı hava, naarat-ı ra’diye, nağamat-ı emvac, birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecatı, kuşların seceatı birer tesbih-i rahmet, hakikate bir mecaz.

   Eşyada olan asvat, birer savt-ı vücuddur: Ben de varım derler. O kâinat-ı sâkit, birden söze başlıyor: “Bizi camid zannetme, ey insan-ı boşboğaz!”

   Tuyûrları söylettirir ya bir lezzet-i nimet ya bir nüzul-ü rahmet. Ayrı ayrı seslerle, küçük âğâzlarıyla rahmeti alkışlarlar, nimet üstünde iner, şükür ile eder pervaz.

   Remzen onlar derler: “Ey kâinat kardeşler! Ne güzeldir halimiz, şefkatle perverdeyiz, halimizden memnunuz.” Sivri dimdikleriyle fezaya saçıyorlar birer âvâz-ı pür-naz.

   Güya bütün kâinat ulvi bir musikîdir, iman nuru işitir ezkâr ve tesbihleri. Zira hikmet reddeder tesadüf vücudunu, nizam ise tard eder ittifak-ı evhamsâz.

Ey yoldaş! Şimdi şu âlem-i misalîden çıkarız, hayalî vehimden ineriz, akıl meydanında dururuz, mizana çekeriz, ederiz yolları ber-endaz.

   Evvelki elîm yolumuz mağdub ve dâllîn yolu, o yol verir vicdana, tâ en derin yerine hem bir hiss-i elîmi hem bir şedit elemi. Şuur onu gösterir. Şuura zıt olmuşuz.

   Hem kurtulmak için de muztar ve hem muhtacız; ya o teskin edilsin ya ihsas da olmasın; yoksa dayanamayız, feryad u fîzar dinlenmez.

   Hüda ise şifadır; heva, iptal-i histir. Bu da teselli ister, bu da tegafül ister, bu da meşgale ister, bu da eğlence ister. Hevesat-ı sihirbaz.

   Tâ vicdanı aldatsın, ruhu tenvim edilsin, tâ elem hissolmasın. Yoksa o elem-i elîm, vicdanı ihrak eder; fîzara dayanılmaz, elem-i yeis çekilmez.

   Demek, sırat-ı müstakimden ne kadar uzak düşse o derece nisbeten şu halet tesir eder, vicdanı bağırttırır. Her lezzetin içinde elemi var, birer iz.

   Demek heves, heva, eğlence, sefahetten memzuç olan şaşaa-i medeni, bu dalaletten gelen şu müthiş sıkıntıya bir yalancı merhem, uyutucu zehirbaz.

   Ey aziz arkadaşım! İkinci yolumuzda, o nurani tarîkte bir haleti hissettik; o haletle oluyor hayat, maden-i lezzet. Âlâm, olur lezaiz.

   Onunla bunu bildik ki mütefavit derecede, kuvvet-i iman nisbetinde ruha bir halet verir. Ceset ruhla mültezdir, ruh vicdanla mütelezziz.

   Bir saadet-i âcile, vicdanda mündericdir; bir firdevs-i manevî, kalbinde mündemicdir. Düşünmekse deşmektir, şuur ise şiar-ı râz.

   Şimdi ne kadar kalp ikaz edilirse, vicdan tahrik edilse, ruha ihsas verilse lezzet ziyade olur hem de döner ateşi nur, şitası yaz.

   Vicdanda firdevslerin kapıları açılır, dünya olur bir cennet. İçinde ruhlarımız, eder pervaz u perdaz, olur şehbaz u şehnaz, yelpez namaz u niyaz.

   Ey aziz yoldaşım! Şimdi Allah’a ısmarladık. Gel, beraber bir dua ederiz, sonra da buluşmak üzere ayrılırız…

اَللّٰهُمَّ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقٖيمَ ۝ اٰمٖينَ

******

Bu metin, insanın dünyadaki manevî sınavlarını, dalalet ve doğruluk yollarını, elemin ve lezzetin hakikat içindeki yerini detaylı bir biçimde ele alıyor.

1) Giriş: Hakiki elemin ve lezzetin kaynağı

Metnin başlığı: “Hakiki bütün elem dalalette, bütün lezzet imandadır”.

Yani, dalalet ve yanlış yolda olmanın sonucu acıdır, elem ve sıkıntı getirir.

İman ve doğru yol, hakiki lezzet ve tatmin kaynağıdır.

Burada, hayal ve vehim üzerinden yapılan metaforik yolculuk, insanın iç dünyasını ve ruhunu anlamaya yöneliktir:

Zulümat-ı adem: Dalaletin, gafletin ve yanlışlığın manevi karanlığı.

İnsan, kendi nefsi ve arzularıyla bu zulümat içinde kaybolmuş durumdadır.

> Bu bölüm, insanın dalalet ve sapkınlık içinde yaşadığı manevi sıkıntıları gözler önüne serer.

2) Dalalet yolu: Mağdub ve dallîn yolları

Bediüzzaman, yanlış yolları “mağdub ve dallîn yollar” olarak adlandırır:

  1. Zorluk ve acı ile doludur: İnsan, nefsî arzu ve heyecanlar, tabiatın unsurları ve kendi eksik güçleriyle baş etmeye çalışır.
  2. Yardım alamamak: Bu yolda insan, ne nefsinden, ne çevresinden ne de kudretli yardımcılardan hakiki teselli bulamaz.
  3. Vicdan sarsılır: İnsan hem korku, hem endişe, hem de çaresizlik hisseder.

Metinde bu durum “gözümüz arı-misal olmuş, her tarafa uçuyor” ve “binlerle hâcetlerin sayhaları geliyor” gibi ifadelerle tasvir edilir:

Yani insanın dünyadaki arzuları ve istekleri, kontrol edilemeyecek kadar geniş ve karmaşıktır.

Bu yolda her türlü belâ, elem ve zorluk insana dokunur; tesadüfler bile hayır getirmez.

> Mesaj: Dalalet yolu, hem ruh hem vicdan için yıkıcıdır; insanın çabası yetersiz kalır, yalnız kalır ve huzur bulamaz.

3) Doğru yol: Sırat-ı müstakim ve iman

Yanlış yolların ardından Bediüzzaman, Sırat-ı müstakim (doğru yol) ve iman yolunu tanıtır:

Bu yol Kur’anî rehberliğe, inâyete ve iman nuruna dayalıdır.

İnsan artık:

Düşmanları ve zorlukları bir rükn-ü metîn (güçlü dayanak) ile def eder.

Vicdanı ve ruhu, iman ile ışık ve hayat bulur.

Dünyanın acı ve belâları, iman sayesinde teselli ve nûr hâline gelir.

Buradaki metaforlar:

Hil’at-ı vücut: İnsanın manevi olarak giydirildiği değerler ve sorumluluklar.

Nişanı niyaz ve namaz: İbadet ve teslimiyet, insanı doğru yola bağlayan manevi göstergeler.

Etvar ve edvar: Dünyadaki menziller ve süreçler, insanın manevi yolculuğunda birer ders ve kolaylaştırıcıdır.

4) Elemin ve lezzetin iç içe olması

Bediüzzaman şunu vurgular: “Her lezzetin içinde elemi var, birer iz”.

Yani dünyadaki her tat ve zevk, aynı zamanda bir sınav, bir sorumluluk ve bir tehlike ihtiva eder.

Heves ve eğlence, yanlış yollara sapmanın tatlı görünen ama tehlikeli yönleridir.

Hakiki lezzet ise iman ve doğru yolun getirdiği iç huzuru ve ruhî tatmini ihtiva eder.

İnsan, iman ve doğru yol ile bu tatları ve elemleri dengeler, ruhunu yükseltir ve hayatı anlamlı kılar.

5) Kâinat ve yaratılışın rolü

Metin, kâinatın birer “âyet” ve rahmet tecellisi olduğunu anlatır:

Kuşlar, yağmur, rüzgar, güneş ve yıldızlar, insan için manevî mesaj ve şükür vesilesidir.

“Her birisi birer hizmetkâr, rahmet-i Zülcelal’in birer aynasıdır” ifadesi, her yaratılışın Allah’ın kudret ve rahmetini gösterdiğini vurgular.

İnsan, bu mesajları iman gözüyle okuduğunda:

Eski korku ve sıkıntılar yerini teselli ve lezzete bırakır.

Ruh, bu ilahi tecellilerle pervaz eder, şehbaz ve şehnaz olur (manevî yükseliş).

6) Ruhî gelişim ve nihai sonuç

İnsan yanlış yolda elem ve feryatla sınanır, doğru yolda ise iman ve Kur’anî rehberlikle lezzet ve huzur bulur.

Bu süreç, ruhun olgunlaşması, vicdanın arınması ve iman nuru ile yaşamın ışık bulmasıdır.

Bediüzzaman, burada hem hikmetli bir psikolojik analiz hem de manevî bir rehberlik sunar:

Yanlış yollar elemdir

Doğru yol lezzettir

Kâinatın dili ve iman, insanı doğru yola sevk eder

7) Ana temalar ve mesajlar

  1. Elemin kaynağı dalalet, lezzetin kaynağı imandır.
  2. Yanlış yolların zahmetleri: Korku, belâ, vicdan sarsıntısı, çaresizlik.
  3. Doğru yolun nimetleri: İman, Kur’an, Allah’ın inayeti, ruhî teselli ve lezzet.
  4. Kâinat birer mesajdır: Her yaratılmış şey, Allah’ın rahmet ve kudretini gösterir; iman gözüyle okunmalıdır.
  5. Ruhî yükseliş ve saadet, iman ve doğru yol ile mümkündür; elemler ve lezzetler dengelenir.

> Sonuç: İnsan, dalaletin acısını ve imanın lezzetini tecrübe ederek ruhî olgunluğa ulaşır. İman, hem dünyada hem ahirette hakiki saadeti ve lezzeti verir.

*******

### **İzah**

Metin, iman ve dalalet (sapkınlık) arasındaki zıtlığı, insanın varoluşsal arayışını ve Kur’an’ın hidayet yolunu (sırat-ı müstakim) alegorik bir yolculuk üzerinden tefekkür eder. Temel mesaj, “Hakiki bütün elem dalalette, bütün lezzet imandadır” cümlesiyle özetlenir. Metin, dalalet yolunun (mağdub ve dâllîn) karanlık ve elem dolu olduğunu, iman yolunun ise nurani, lezzetli ve hidayet edici olduğunu vurgular. Alegorik bir anlatımla, insan ruhunun kâinattaki yolculuğunu, imanla aydınlanan bir kalbin lezzetini ve dalaletin vicdanı ezdiğini tasvir eder.

#### **Giriş: Hakiki Elem Dalalette, Lezzet İmandadır**

**Metin:**
> Hakiki bütün elem dalalette, bütün lezzet imandadır
> Hayal libasını giymiş muazzam bir hakikat
> Ey yoldaş-ı hüşdar! Sırat-ı müstakimin o meslek-i nurani, mağdub ve dâllînin o tarîk-i zulmanî, tam farklarını görmek eğer istersen ey aziz,
> Gel vehmini ele al, hayal üstüne de bin, şimdi seninle gideriz zulümat-ı ademe. O mezar-ı ekberi, o şehr-i pür-emvatı bir ziyaret ederiz.

**İzah:**
Bu bölüm, metnin ana temasını ortaya koyar ve dalalet ile iman yollarının karşılaştırmasını yapmak için alegorik bir yolculuğa davet eder.

  1. **“Hakiki bütün elem dalalette, bütün lezzet imandadır”**: Gerçek elem (üzüntü, acı) dalalettedir (sapkınlıkta); gerçek lezzet (zevk, huzur) ise imandadır. Bu, metnin temel mesajıdır.
    2. **“Hayal libasını giymiş muazzam bir hakikat”**: Bu hakikat, hayal libasıyla (alegorik anlatımla) sunulur; yani soyut bir gerçek, hikâyeleştirilerek anlatılır.
    3. **“Ey yoldaş-ı hüşdar!”**: Bilinçli yoldaş (hüşdar, uyanık), iman ve dalalet yollarını anlamaya davet edilir.
    4. **“Sırat-ı müstakimin o meslek-i nurani, mağdub ve dâllînin o tarîk-i zulmanî”**: Sırat-ı müstakim, nurani bir yoldur; mağdub (gazaba uğrayanlar) ve dâllîn (sapkınlar) yolu ise karanlık (zulmanî) bir yoldur.
    5. **“Gel vehmini ele al, hayal üstüne de bin”**: Vehmi (yanlış zanları) bırak, hayali (tefekkür gücünü) kullan ve bu yolculuğa katıl.
    6. **“Zulümat-ı ademe… mezar-ı ekberi, şehr-i pür-emvatı bir ziyaret ederiz”**: Karanlık yokluk âlemine (zulümat-ı adem), büyük mezar (mezar-ı ekber) ve cesetler şehri (şehr-i pür-emvat) ziyaret edilir; bu, dalaletin karanlık dünyasını sembolize eder.

**Genel Yorum Bu Kısımda**: İnsan, dalaletin elemini ve imanın lezzetini anlamak için bir tefekkür yolculuğuna davet edilir. Dalalet, karanlık ve yokluk; iman ise nur ve lezzettir.

#### **Dalalet Yolunun Karanlığı**

**Metin:**
> Bir Kadîr-i Ezelî, kendi dest-i kudretle bu zulümat kıtadan bizi tuttu çıkardı, bu vücuda bindirdi, gönderdi şu dünyaya; şu şehr-i bîlezaiz.
> İşte şimdi biz geldik şu âlem-i vücuda, o sahra-yı hēile. Gözümüz de açıldı, şeş cihette biz baktık; evvel istîtafkârane önümüze bakarız.
> Lâkin beliyyeler, elemler önümüzde düşmanlar gibi tehacüm eder. Ondan korktuk, çekindik. Sağa sola, anâsır-ı tabâyia bakarız, ondan meded bekleriz.
> Lâkin biz görüyoruz ki onların kalpleri kasiyye, merhametsiz. Dişlerini bilerler, hiddetli de bakarlar; ne naz dinler, ne niyaz!
> Muztar adamlar gibi meyusane nazarı yukarıya kaldırdık. Hem istimdadkârane ecram-ı ulviyeye bakarız, pek dehşetli tehditkâr da görürüz.
> Güya birer gülle bomba olmuşlar, yuvalardan çıkmışlar. Hem etraf-ı fezada pek süratli geçerler, her nasılsa ki onlar birbirine dokunmaz.
> Ger birisi yolunu kazara bir şaşırtsa, el-iyazü billah, şu âlem-i şehadet ödü de patlayacak. Tesadüfe bağlıdır, bundan dahi hayır gelmez.

**İzah:**
Bu bölüm, dalalet yolunda kâinatın korkutucu ve merhametsiz göründüğünü tasvir eder.

  1. **“Bir Kadîr-i Ezelî… bu vücuda bindirdi”**: Ezelî Kudret Sahibi (Allah), insanı yokluktan (zulümat-ı adem) varlığa (âlem-i vücud) çıkarmış ve bu dünyaya göndermiştir.
    2. **“Şu şehr-i bîlezaiz… sahra-yı hēile”**: Dünya, lezzetsiz bir şehir (bîlezaiz) ve aldatıcı bir çöldür (sahra-yı hēile) dalalet gözüyle bakıldığında.
    3. **“Gözümüz de açıldı, şeş cihette biz baktık”**: İnsan, altı yöne (şeş cihet: ön, arka, sağ, sol, üst, alt) bakar; yani kâinatı gözlemler.
    4. **“Beliyyeler, elemler önümüzde düşmanlar gibi tehacüm eder”**: Önünde belalar ve elemler saldırır; dalalet yolunda her şey düşman gibi görünür.
    5. **“Sağa sola, anâsır-ı tabâyia bakarız”**: Tabiat unsurlarına (anâsır-ı tabâyi: su, hava, toprak, ateş) medet umar, ama onların kalpleri katıdır (kasiyye), merhametsizdir; ne yalvarış (naz) ne niyaz dinler.
    6. **“Meyusane nazarı yukarıya kaldırdık”**: Ümitsizce göklere (ecram-ı ulviye) bakar, ama yıldızlar tehditkar görünür; sanki bombalar gibi çarpışabilir.
    7. **“Tesadüfe bağlıdır, bundan dahi hayır gelmez”**: Dalalette kâinat tesadüfe bağlı görünür; bu yolda hayır yoktur.

**Genel Yorum Bu Kısımda**: Dalalet yolunda kâinat korkutucu, merhametsiz ve tesadüfi görünür; insan, belalar ve elemlerle karşı karşıyadır.

#### **Dalalette Nefis ve Vicdanın Çaresizliği**

**Metin:**
> Meyusane nazarı o cihetten çevirdik, elîm hayrete düştük. Başımız da eğildi, sinemizde saklandık, nefsimize bakarız. Mütalaa ederiz.
> İşte işitiyoruz: Zavallı nefsimizden binlerle hâcetlerin sayhaları geliyor. Binlerle fâkatlerin enînleri çıkıyor. Teselliyi beklerken tevahhuş ediyoruz.
> Ondan da hayır gelmedi. Pek ilticakârane vicdanımıza girdik; içine bakıyoruz, bir çareyi bekleriz. Eyvah! Yine bulmayız, biz meded vermeliyiz.
> Zira onda görünür binlerle emelleri, galeyanlı arzular, heyecanlı hissiyat, kâinata uzanmış. Her birinden titreriz, hiç yardım edemeyiz.
> O âmâl sıkışmışlar vücud adem içinde; bir tarafı ezele, bir tarafı ebede uzanıp gidiyorlar. Öyle vüs’atleri var, ger dünyayı yutarsa o vicdan da tok olmaz.

**İzah:**
Bu bölüm, dalalette nefis ve vicdanın çaresizliğini tasvir eder.

  1. **“Meyusane nazarı o cihetten çevirdik, elîm hayrete düştük”**: Göklere bakmaktan ümidi kesen insan, hayrete düşer ve nefsine yönelir.
    2. **“Zavallı nefsimizden binlerle hâcetlerin sayhaları geliyor”**: Nefis, sayısız ihtiyaç (hâcet) ve feryatlarla (fâkat) doludur; teselli yerine vahşet (tevahhuş) verir.
    3. **“Pek ilticakârane vicdanımıza girdik”**: Vicdana sığınır, ama çare bulamaz; vicdanın ihtiyaçlarını karşılamak gerekir.
    4. **“Binlerle emelleri, galeyanlı arzular, heyecanlı hissiyat, kâinata uzanmış”**: Vicdan, kâinata uzanan emeller, arzular ve hislerle doludur; insan bunları karşılayamaz.
    5. **“O âmâl sıkışmışlar vücud adem içinde”**: Emeller, varlıkla yokluk (vücud-adem) arasında sıkışmıştır; ezel ve ebede uzanır.
    6. **“Ger dünyayı yutarsa o vicdan da tok olmaz”**: Vicdan, dünyayı yutsa bile tatmin olmaz; sınırsız arzuları vardır.

**Genel Yorum Bu Kısımda**: Dalalette nefis ve vicdan, tatmin edilemeyen ihtiyaçlarla doludur; insan çaresiz kalır ve elem çeker.

#### **Dalaletin Elîm Hali**

**Metin:**
> İşte bu elîm yolda nereye bir baş vurduk, onda bir bela bulduk. Zira mağdub ve dâllîn yolları böyle olur. Tesadüf ve dalalet, o yolda nazar-endaz.
> O nazarı biz taktık, bu hale böyle düştük. Şimdi dahi halimiz ki mebde ve meâdi hem Sâni’ ve hem haşri muvakkat unutmuşuz.
> Cehennemden beterdir, ondan daha muhriktir, ruhumuzu eziyor. Zira o şeş cihetten ki onlara baş vurduk. Öyle halet almışız.
> Ki yapılmış o halet hem havf ile dehşetten hem acz ile ra’şetten hem kalak ve vahşetten hem yütm ve hem yeisten mürekkeb vicdansûz.

**İzah:**
Bu bölüm, dalalet yolunun cehennemden beter bir hal sunduğunu vurgular.

  1. **“Nereye bir baş vurduk, onda bir bela bulduk”**: Dalalette her sığınak bela getirir.
    2. **“Zira mağdub ve dâllîn yolları böyle olur”**: Mağdub (tabiatçılar) ve dâllîn (hevesperestler) yolları, tesadüf ve dalaletle doludur.
    3. **“O nazarı biz taktık, bu hale böyle düştük”**: Tesadüfi ve dalaletçi bakış (nazar), bu elîm hale düşürür.
    4. **“Mebde ve meâdi hem Sâni’ ve hem haşri muvakkat unutmuşuz”**: Başlangıcı (mebde), sonu (meâd), Yaratıcıyı (Sâni’) ve ahireti (haşr) unutmak, bu hale sebep olur.
    5. **“Cehennemden beterdir, ondan daha muhriktir”**: Bu hal, cehennemden daha yakıcıdır; ruhu ezer.
    6. **“Halet… havf ile dehşetten… vicdansûz”**: Dalalet, korku (havf), dehşet, acz, titreme (ra’şe), endişe (kalak), vahşet, yetimlik (yütm) ve ümitsizlikten (yeis) oluşan vicdansız bir haldir.

**Genel Yorum Bu Kısımda**: Dalalet, insanı korku, acz ve ümitsizlikle dolu bir cehenneme sürükler; Allah’ı ve ahireti unutmak, bu elîm halin sebebidir.

#### **Dalalette Çare Arayışı**

**Metin:**
> Şimdi her cihete mukabil bir cepheyi alırız, def’ine çalışırız. Evvel, kudretimize müracaat ederiz, vâ-esefâ görürüz ki âcize, zaîfe.
> Sâniyen: Nefiste olan hâcatın susmasına teveccüh ediyoruz. Vâ-esefâ durmayıp bağırırlar, görürüz.
> Sâlisen: İstimdadkârane, bir halâskârı için bağırır, çağırırız, ne kimse işitiyor, ne cevabı veriyor. Biz de zannediyoruz:
> Her bir şey bize düşman, her bir şey bizden garib. Hiçbir şey kalbimize bir teselli vermiyor; hiç emniyet bahşetmez, hakiki zevki vermez.
> Râbian: Biz ecram-ı ulviyeye baktıkça onlar nazara verir bir havf ile dehşeti. Hem vicdanın müz’ici bir tevahhuş geliyor: Akılsûz, evhamsâz!

**İzah:**
Bu bölüm, dalalette çare arayışının başarısızlığını tasvir eder.

  1. **“Her cihete mukabil bir cepheyi alırız”**: Her yönden gelen belalara karşı mücadele edilir.
    2. **“Evvel, kudretimize müracaat ederiz, vâ-esefâ görürüz ki âcize, zaîfe”**: Kudretimiz aciz ve zayıftır (âcize, zaîfe).
    3. **“Nefiste olan hâcatın susmasına teveccüh ediyoruz”**: Nefsin ihtiyaçlarını susturmaya çalışılır, ama bağırırlar.
    4. **“İstimdadkârane, bir halâskârı için bağırır, çağırırız”**: Kurtarıcı (halâskâr) aranır, ama kimse duymaz.
    5. **“Her bir şey bize düşman, her bir şey bizden garib”**: Kâinat, düşman ve yabancı görünür; teselli ve emniyet vermez.
    6. **“Ecram-ı ulviyeye baktıkça… akılsûz, evhamsâz!”**: Göklere bakıldığında korku ve vahşet (tevahhuş) gelir; dalalet, akılsız ve evhamlıdır.

**Genel Yorum Bu Kısımda**: Dalalette insan, ne kudretinde, ne nefsinde, ne de kâinatta çare bulur; her şey düşman gibi görünür.

#### **İman Yoluna Dönüş**

**Metin:**
> İşte ey birader! Bu dalaletin yolu, mahiyeti şöyledir. Küfürdeki zulmeti, bu yolda tamam gördük. Şimdi de gel kardeşim, o ademe döneriz.
> Tekrar yine geliriz. Bu kere tarîkımız sırat-ı müstakimdir hem imanın yoludur. Delil ve imamımız, inayet ve Kur’an’dır, şehbaz-ı edvar-pervaz.

**İzah:**
Bu bölüm, dalaletin karanlığını gördükten sonra iman yoluna (sırat-ı müstakim) dönüşü başlatır.

  1. **“Bu dalaletin yolu, mahiyeti şöyledir”**: Dalalet, korku ve elemle doludur.
    2. **“Küfürdeki zulmeti, bu yolda tamam gördük”**: Küfrün karanlığı, dalalet yolunda açıkça görülür.
    3. **“O ademe döneriz. Tekrar yine geliriz”**: Yokluktan varlığa yeniden gelinir; bu kez iman yolu seçilir.
    4. **“Tarîkımız sırat-ı müstakimdir hem imanın yoludur”**: Yol, sırat-ı müstakim ve iman yoludur.
    5. **“Delil ve imamımız, inayet ve Kur’an’dır, şehbaz-ı edvar-pervaz”**: Rehber, Allah’ın inayeti ve Kur’an’dır; bu, çağlar boyunca uçan bir şahbaz (büyük kuş) gibidir.

**Genel Yorum Bu Kısımda**: Dalaletin karanlığı görüldükten sonra, iman yolu seçilir; Kur’an ve inayet, rehberdir.

#### **İman Yolunun Nurani Hali**

**Metin:**
> İşte Sultan-ı ezel’in rahmet ve inayeti, vaktâ bizi istedi, kudret bizi çıkardı, lütfen bizi bindirdi kanun-u meşiete: Etvar üstünde perdaz.
> Şimdi bizi getirdi, şefkat ile giydirdi şu hil’at-ı vücudu, emanet rütbesini bize tevcih eyledi. Nişanı niyaz ve namaz.
> Şu edvar ve etvarın, bu uzun yolumuzda birer menzil-i nazdır. Yolumuzda teshilat içindir ki kaderden bir emirname vermiş, sahifede cephemiz.
> Her nereye geliriz, herhangi taifeye misafir oluyoruz, pek uhuvvetkârane istikbal görüyoruz. Malımızdan veririz, mallarından alırız.
> Ticaret muhabbeti, onlar bizi beslerler, hediyelerle süslerler hem de teşyi ederler.

**İzah:**
Bu bölüm, iman yolunda kâinatın dostça ve rahmetle dolu olduğunu tasvir eder.

  1. **“Sultan-ı ezel’in rahmet ve inayeti… kanun-u meşiete”**: Ezelî Sultan’ın (Allah) rahmet ve inayeti, insanı yokluktan varlığa çıkarır; meşiet kanununa (ilahi irade) bindirir.
    2. **“Şefkat ile giydirdi şu hil’at-ı vücudu”**: Şefkatle insana varlık elbisesi (hil’at-ı vücud) giydirilir.
    3. **“Emanet rütbesini bize tevcih eyledi. Nişanı niyaz ve namaz”**: İnsana emanet rütbesi verilir; nişanı, niyaz ve namazdır.
    4. **“Edvar ve etvarın… menzil-i nazdır”**: Çağlar ve haller, yolculukta zarif duraklardır (menzil-i naz).
    5. **“Kaderden bir emirname vermiş”**: Kader, yolculuğu kolaylaştıran bir emirname verir.
    6. **“Pek uhuvvetkârane istikbal görüyoruz”**: Her yere misafir olunduğunda kardeşçe karşılanma (istikbal) görülür; muhabbet ticareti yapılır.

**Genel Yorum Bu Kısımda**: İman yolunda kâinat, rahmet ve şefkatle doludur; insan, namaz ve niyazla Allah’a bağlıdır.

#### **İman Yolunda Kâinatın Dostluğu**

**Metin:**
> Gele gele işte geldik, dünya kapısındayız, işitiyoruz âvâz.
> Bak girdik şu zemine, ayağımızı bastık şehadet âlemine: Şehrâyine-i Rahman, gürültühane-i insan. Hiçbir şey bilmeyiz, delil ve imamımız
> Meşiet-i Rahman’dır. Vekil-i delilimiz, nâzenin gözlerimiz. Gözlerimizi açtık, dünya içine saldık. Hatırına gelir mi evvelki gelişimiz?
> Garib, yetim olmuştuk; düşmanlarımız çoktu, bilmezdik hâmimizi. Şimdi nur-u iman ile o düşmanlara karşı bir rükn-ü metînimiz
> İstinadî noktamız hem himayetkârımız def’eder düşmanları. O iman-ı billahtır ki ziya-yı ruhumuz hem nur-u hayatımız hem de ruh-u ruhumuz.

**İzah:**
Bu bölüm, iman yolunda kâinatın dostça ve nurani olduğunu vurgular.

  1. **“Dünya kapısındayız, işitiyoruz âvâz”**: Dünya kapısına gelinir; sesler (âvâz) duyulur.
    2. **“Şehadet âlemine: Şehrâyine-i Rahman, gürültühane-i insan”**: Görünen âlem (şehadet), Rahman’ın şenlik yeri (şehrâyine-i Rahman) ve insan gürültüsüyle doludur (gürültühane-i insan).
    3. **“Hiçbir şey bilmeyiz, delil ve imamımız Meşiet-i Rahman’dır”**: İnsan bilgisizdir; rehberi, Rahman’ın iradesidir (meşiet-i Rahman).
    4. **“Vekil-i delilimiz, nâzenin gözlerimiz”**: Gözler, hidayet vekilidir; kâinatı nurani görür.
    5. **“Hatırına gelir mi evvelki gelişimiz?”**: Dalaletteki karanlık yolculuk hatırlatılır.
    6. **“Garib, yetim olmuştuk… şimdi nur-u iman ile”**: Dalalette insan garip ve yetimdi; iman nuruyla düşmanlara karşı sağlam bir dayanak (rükn-ü metîn) bulunur.
    7. **“O iman-ı billahtır ki ziya-yı ruhumuz hem nur-u hayatımız”**: Allah’a iman, ruhun ziyası, hayatın nuru ve ruhun ruhudur.

**Genel Yorum Bu Kısımda**: İman, kâinatı dostça ve nurani kılar; insan, Allah’a imanla korunur ve lezzet bulur.

#### **İman Yolunda Vicdan ve Kâinat**

**Metin:**
> İşte kalbimiz rahat, düşmanları aldırmaz, belki düşman tanımaz. Evvelki yolumuzda, vaktâ vicdana girdik; işittik ondan binlerle feryad u fîzar ve âvâz.
> Ondan belaya düştük. Zira âmâl, arzular, istidat ve hissiyat; daim ebedi ister. Onun yolunu bilmezdik, bizden yol bilmemezlik, onda fîzar ve niyaz.
> Fakat elhamdülillah, şimdi gelişimizde bulduk nokta-i istimdad, ki daim hayat verir o istidat, âmâle; tâ ebedü’l-âbâda onları eder pervaz.

**İzah:**
Bu bölüm, iman yolunda vicdanın tatmin olduğunu ve kâinatın hidayet yolunu gösterdiğini tasvir eder.

  1. **“Kalbimiz rahat, düşmanları aldırmaz”**: İmanla kalp rahatlar; düşmanlar önemsenmez.
    2. **“Evvelki yolumuzda… binlerle feryad u fîzar”**: Dalalette vicdan, feryatlarla doluydu; emeller ebedi ister, ama yol bilinmezdi.
    3. **“Şimdi gelişimizde bulduk nokta-i istimdad”**: İman yolunda yardım noktası (nokta-i istimdad) bulunur; bu, istidat ve emellere ebedi hayat verir.
    4. **“Tâ ebedü’l-âbâda onları eder pervaz”**: İman, emelleri sonsuzluğa uçurur (pervaz).

**Genel Yorum Bu Kısımda**: İman, vicdanın ebedi arzularını tatmin eder; dalaletteki feryatlar, hidayetle nura dönüşür.

#### **İmanla Kâinatın Mütebessim Yüzü**

**Metin:**
> Onlara yol gösterir, o noktadan istidat hem istimdad ediyor hem âb-ı hayatı içer hem kemaline koşuyor; o nokta-i istimdad, o şevk-engiz remz ü naz.
> İkinci kutb-u iman ki tasdik-i haşirdir. Saadet-i ebedî, o sadefin cevheri. İman bürhanı, Kur’an. Vicdan-ı insanî bir râz.
> Şimdi başını kaldır, şu kâinata bir bak, onun ile bir konuş. Evvelki yolumuzda pek müthiş görünürdü. Şimdi de mütebessim her tarafa gülüyor, nâzenînane niyaz ve âvâz.

**İzah:**
Bu bölüm, imanla kâinatın mütebessim (gülümseyen) bir dost olduğunu vurgular.

  1. **“Onlara yol gösterir, o noktadan istidat”**: İman, istidat ve emellere yol gösterir; âb-ı hayat (hayat suyu) sunar.
    2. **“İkinci kutb-u iman ki tasdik-i haşirdir”**: İmanın ikinci kutbu, ahirete imandır; bu, ebedi saadetin cevheridir.
    3. **“İman bürhanı, Kur’an. Vicdan-ı insanî bir râz”**: Kur’an, imanın kanıtıdır; vicdan, insanın sırrıdır.
    4. **“Şimdi başını kaldır, şu kâinata bir bak”**: İmanla kâinata bakıldığında, her şey mütebessim ve nazenin görünür; niyaz ve sesler (âvâz) dostçadır.

**Genel Yorum Bu Kısımda**: İman, kâinatı dostça ve gülümseyen bir yer yapar; ahiret inancı, vicdanı saadete ulaştırır.

#### **Kâinatın İmanla Görünümü**

**Metin:**
> Görmez misin gözümüz arı-misal olmuştur, her tarafa uçuyor. Kâinat bostanıdır, her tarafta çiçekler, her çiçek de veriyor ona bir âb-ı leziz.
> Hem ünsiyet, teselli, tahabbübü veriyor. O da alır, getirir; şehd-i şehadet yapar. Balda bir bal akıtır, o esrarengiz şehbaz.
> Harekât-ı ecrama ya nücum ya şümusa nazarımız kondukça ellerine verirler Hâlık’ın hikmetini. Hem mâye-i ibreti hem cilve-i rahmeti alır ediyor pervaz.

**İzah:**
Bu bölüm, iman gözüyle kâinatın bir bahçe gibi göründüğünü tasvir eder.

  1. **“Gözümüz arı-misal olmuştur”**: İman gözü, arı gibi kâinatı dolaşır; her şeyden lezzet alır.
    2. **“Kâinat bostanıdır, her tarafta çiçekler”**: Kâinat, bir bahçedir; her şey, lezzetli su (âb-ı leziz) sunar.
    3. **“Ünsiyet, teselli, tahabbübü veriyor”**: Kâinat, yakınlık (ünsiyet), teselli ve sevgi (tahabbüb) sunar.
    4. **“Şehd-i şehadet yapar”**: İman, kâinattan şehadet balını (şehd-i şehadet) üretir.
    5. **“Harekât-ı ecrama… Hâlık’ın hikmetini”**: Göklere (ecram, nücum, şümus) bakıldığında, Allah’ın hikmeti, ibreti ve rahmet cilvesi görülür.

**Genel Yorum Bu Kısımda**: İmanla kâinat, bir bahçe gibi dostça ve hikmetli görünür; her şey Allah’ın rahmetini yansıtır.

#### **Güneş ve Yıldızların Daveti**

**Metin:**
> Güya şu güneş bizlerle konuşuyor, der: “Ey kardeşlerimiz! Tevahhuşla sıkılmayınız, ehlen sehlen merhaba, hoş teşrif ettiniz. Menzil sizin, ben bir mumdar-ı şehnaz.
> Ben de sizin gibiyim fakat safi, isyansız, mutî bir hizmetkârım. O Zat-ı Ehad-i Samed ki mahz-ı rahmetiyle hizmetinize beni musahhar-ı pür-nur etmiş. Benden hararet, ziya; sizden namaz ve niyaz.”
> Yahu, bakın kamere! Yıldızlarla denizler her biri de kendine mahsus birer lisanla: “Ehlen sehlen merhaba!” derler. “Hoş geldiniz, bizi tanımaz mısınız?”

**İzah:**
Bu bölüm, imanla güneş, ay ve yıldızların dostça hitap ettiğini tasvir eder.

  1. **“Güneş bizlerle konuşuyor”**: Güneş, iman gözüyle kardeşçe hitap eder; “Hoş geldiniz” der.
    2. **“Ben bir mumdar-ı şehnaz”**: Güneş, nurani bir hizmetkâr (mumdar-ı şehnaz) olduğunu söyler.
    3. **“Safi, isyansız, mutî bir hizmetkârım”**: Güneş, Allah’a itaat eden bir hizmetkârdır; rahmetle insana hizmet eder.
    4. **“Benden hararet, ziya; sizden namaz ve niyaz”**: Güneş, ısı ve ışık verir; insan, namaz ve niyazla karşılık vermelidir.
    5. **“Bakın kamere! Yıldızlarla denizler… ‘Ehlen sehlen merhaba!’”**: Ay (kamer), yıldızlar ve denizler, dostça “Hoş geldiniz” der.

**Genel Yorum Bu Kısımda**: İmanla kâinatın her unsuru, dostça hitap eder; insan, namaz ve niyazla bu rahmete karşılık verir.

#### **Kâinatın Zikri ve Tesbihi**

**Metin:**
> Sırr-ı teavünle bak, remz-i nizamla dinle. Her birisi söylüyor: “Biz de birer hizmetkâr, rahmet-i Zülcelal’in birer âyinedarıyız; hiç de üzülmeyiniz, bizden sıkılmayınız.”
> Zelzele na’raları, hâdisat sayhaları sizi hiç korkutmasın, vesvese de vermesin. Zira onlar içinde bir zemzeme-i ezkâr, bir demdeme-i tesbih, velvele-i naz u niyaz.

**İzah:**
Bu bölüm, kâinatın nizam ve teavünle Allah’ı tesbih ettiğini vurgular.

  1. **“Sırr-ı teavünle bak, remz-i nizamla dinle”**: Yardımlaşma sırrı (teavün) ve düzen sembolü (remz-i nizam) ile kâinata bak.
    2. **“Biz de birer hizmetkâr, rahmet-i Zülcelal’in birer âyinedarıyız”**: Kâinatın her unsuru, Allah’ın rahmetini yansıtan bir hizmetkârdır.
    3. **“Zelzele na’raları, hâdisat sayhaları… zemzeme-i ezkâr, demdeme-i tesbih”**: Depremler ve olaylar, dalalette korkutucu görünür; imanda ise zikir ve tesbih sesleridir.

**Genel Yorum Bu Kısımda**: İmanla kâinat, Allah’ın zikriyle doludur; korkutucu olaylar bile rahmet ve tesbih içerir.

#### **Kâinatın Sesleri**

**Metin:**
> Ey mü’min-i kalbi hüşyar! Şimdi gözlerimiz bir parça dinlensinler, onların bedeline hassas kulağımızı imanın mübarek eline teslim ederiz, dünyaya göndeririz. Dinlesin leziz bir saz.
> Evvelki yolumuzda bir matem-i umumî hem vaveylâ-yı mevtî zannolunan o sesler, şimdi yolumuzda birer nevaz u namaz, birer âvâz u niyaz, birer tesbihe âğâz.

**İzah:**
Bu bölüm, iman kulağıyla kâinatın seslerinin tesbih ve zikir olarak duyulduğunu tasvir eder.

  1. **“Ey mü’min-i kalbi hüşyar!”**: Uyanık kalpli mümin, iman kulağını kullanmalıdır.
    2. **“Hassas kulağımızı imanın mübarek eline teslim ederiz”**: İman kulağı, kâinatı lezzetli bir musiki (saz) gibi dinler.
    3. **“Evvelki yolumuzda bir matem-i umumî… şimdi yolumuzda birer nevaz u namaz”**: Dalalette ölüm ve matem sesleri duyulur; imanda ise zikir, namaz ve niyaz sesleri vardır.

**Genel Yorum Bu Kısımda**: İman kulağı, kâinatın seslerini zikir ve tesbih olarak algılar; her şey Allah’ı anar.

#### **Kâinatın Musiki ve Tesbihi**

**Metin:**
> Dinle, havadaki demdeme, kuşlardaki civcive, yağmurdaki zemzeme, denizdeki gamgama, ra’dlardaki rakraka, taşlardaki tıktıka birer manidar nevaz…
> Terennümat-ı hava, naarat-ı ra’diye, nağamat-ı emvac, birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecatı, kuşların seceatı birer tesbih-i rahmet, hakikate bir mecaz.

**İzah:**
Bu bölüm, kâinatın seslerinin imanla zikir ve tesbih olarak algılandığını detaylandırır.

  1. **“Havadaki demdeme, kuşlardaki civcive…”**: Hava, kuşlar, yağmur, deniz, gök gürültüsü (ra’d) ve taşların sesleri, anlamlı bir musiki (nevaz)dir.
    2. **“Terennümat-ı hava, naarat-ı ra’diye…”**: Havanın nağmeleri, gök gürültüsü, dalgaların sesleri, azamet zikridir; yağmur ve kuş sesleri, rahmet tesbihidir.

**Genel Yorum Bu Kısımda**: İmanla kâinat, bir musiki gibi Allah’ı tesbih eder; her ses, rahmet ve azameti yansıtır.

#### **Kâinatın Canlılığı**

**Metin:**
> Eşyada olan asvat, birer savt-ı vücuddur: Ben de varım derler. O kâinat-ı sâkit, birden söze başlıyor: “Bizi camid zannetme, ey insan-ı boşboğaz!”
> Tuyûrları söylettirir ya bir lezzet-i nimet ya bir nüzul-ü rahmet. Ayrı ayrı seslerle, küçük âğâzlarıyla rahmeti alkışlarlar, nimet üstünde iner, şükür ile eder pervaz.

**İzah:**
Bu bölüm, kâinatın canlı ve zikirle dolu olduğunu vurgular.

  1. **“Eşyada olan asvat, birer savt-ı vücuddur”**: Kâinattaki sesler, varlığın sesidir; “Ben varım” der.
    2. **“O kâinat-ı sâkit, birden söze başlıyor”**: Sessiz sanılan kâinat, imanla konuşur; insana “Camid (cansız) zannetme” der.
    3. **“Tuyûrları söylettirir ya bir lezzet-i nimet ya bir nüzul-ü rahmet”**: Kuşlar, nimetin lezzeti veya rahmetin inişiyle şükürle öter.

**Genel Yorum Bu Kısımda**: İmanla kâinat, cansız değil, canlı ve zikirle doludur; her şey Allah’ı tesbih eder.

#### **İman ve Dalaletin Sonuçları**

**Metin:**
> Remzen onlar derler: “Ey kâinat kardeşler! Ne güzeldir halimiz, şefkatle perverdeyiz, halimizden memnunuz.” Sivri dimdikleriyle fezaya saçıyorlar birer âvâz-ı pür-naz.
> Güya bütün kâinat ulvi bir musikîdir, iman nuru işitir ezkâr ve tesbihleri. Zira hikmet reddeder tesadüf vücudunu, nizam ise tard eder ittifak-ı evhamsâz.
> Ey yoldaş! Şimdi şu âlem-i misalîden çıkarız, hayalî vehimden ineriz, akıl meydanında dururuz, mizana çekeriz, ederiz yolları ber-endaz.

**İzah:**
Bu bölüm, kâinatın imanla bir musiki olduğunu ve dalaletin tesadüfü reddettiğini vurgular.

  1. **“Ey kâinat kardeşler! Ne güzeldir halimiz”**: Kâinat, imanla kardeşçe şefkatle beslendiğini söyler.
    2. **“Bütün kâinat ulvi bir musikîdir”**: İman nuru, kâinatın zikir ve tesbihlerini duyar.
    3. **“Hikmet reddeder tesadüf vücudunu”**: Hikmet, tesadüfü reddeder; nizam, evhamı kovar.
    4. **“Şimdi şu âlem-i misalîden çıkarız”**: Alegorik yolculuk biter; akıl meydanında yollar tartılır (ber-endaz).

**Genel Yorum Bu Kısımda**: İman, kâinatı musiki gibi duyar; hikmet ve nizam, tesadüfü reddeder.

#### **Dalaletin Elemi, İmanın Lezzeti**

**Metin:**
> Evvelki elîm yolumuz mağdub ve dâllîn yolu, o yol verir vicdana, tâ en derin yerine hem bir hiss-i elîmi hem bir şedit elemi. Şuur onu gösterir. Şuura zıt olmuşuz.
> Hem kurtulmak için de muztar ve hem muhtacız; ya o teskin edilsin ya ihsas da olmasın; yoksa dayanamayız, feryad u fîzar dinlenmez.
> Hüda ise şifadır; heva, iptal-i histir. Bu da teselli ister, bu da tegafül ister, bu da meşgale ister, bu da eğlence ister. Hevesat-ı sihirbaz.
> Tâ vicdanı aldatsın, ruhu tenvim edilsin, tâ elem hissolmasın. Yoksa o elem-i elîm, vicdanı ihrak eder; fîzara dayanılmaz, elem-i yeis çekilmez.

**İzah:**
Bu bölüm, dalaletin vicdanı yakan elemini ve imanın şifasını karşılaştırır.

  1. **“Mağdub ve dâllîn yolu… bir hiss-i elîmi”**: Dalalet yolu, vicdana derin bir elem verir.
    2. **“Şuura zıt olmuşuz”**: Dalalet, şuurun (bilincin) hakikatine zıttır.
    3. **“Muztar ve muhtacız”**: Dalalette insan, çaresiz (muztar) ve muhtaçtır; elem ya teskin edilmeli ya hissedilmemelidir.
    4. **“Hüda ise şifadır; heva, iptal-i histir”**: Hidayet (hüda) şifadır; heva (nefis hevesi), hissi iptal eder.
    5. **“Bu da teselli ister… hevesat-ı sihirbaz”**: Dalalet, teselli, gaflet ve eğlenceyle vicdanı aldatır; ama elem, vicdanı yakar.

**Genel Yorum Bu Kısımda**: Dalalet, vicdanı eleme boğar; hidayet, şifa sunar. Heva, geçici bir uyuşturucudur.

#### **İmanın Lezzeti ve Saadet**

**Metin:**
> Demek, sırat-ı müstakimden ne kadar uzak düşse o derece nisbeten şu halet tesir eder, vicdanı bağırttırır. Her lezzetin içinde elemi var, birer iz.
> Demek heves, heva, eğlence, sefahetten memzuç olan şaşaa-i medeni, bu dalaletten gelen şu müthiş sıkıntıya bir yalancı merhem, uyutucu zehirbaz.
> Ey aziz arkadaşım! İkinci yolumuzda, o nurani tarîkte bir haleti hissettik; o haletle oluyor hayat, maden-i lezzet. Âlâm, olur lezaiz.
> Onunla bunu bildik ki mütefavit derecede, kuvvet-i iman nisbetinde ruha bir halet verir. Ceset ruhla mültezdir, ruh vicdanla mütelezziz.

**İzah:**
Bu bölüm, dalaletin sahte lezzetlerini ve imanın hakiki lezzetini karşılaştırır.

  1. **“Sırat-ı müstakimden ne kadar uzak düşse”**: Dalalette uzaklaştıkça vicdan elemi artar; her lezzette elem izi vardır.
    2. **“Heves, heva, eğlence… uyutucu zehirbaz”**: Medeniyetin sahte şatafatı (şaşaa-i medeni), dalaletin sıkıntısına yalancı bir merhemdir.
    3. **“İkinci yolumuzda, o nurani tarîkte”**: İman yolunda hayat ve lezzet bulunur; elemler, lezzete dönüşür.
    4. **“Kuvvet-i iman nisbetinde ruha bir halet verir”**: İmanın gücüyle ruh, lezzet bulur; ceset ve vicdan da bu lezzetten pay alır.

**Genel Yorum Bu Kısımda**: Dalalet, sahte lezzetler sunar; iman, hakiki lezzet ve saadet getirir.

#### **İmanla Cennet Hali**

**Metin:**
> Bir saadet-i âcile, vicdanda mündericdir; bir firdevs-i manevî, kalbinde mündemicdir. Düşünmekse deşmektir, şuur ise şiar-ı râz.
> Şimdi ne kadar kalp ikaz edilirse, vicdan tahrik edilse, ruha ihsas verilse lezzet ziyade olur hem de döner ateşi nur, şitası yaz.
> Vicdanda firdevslerin kapıları açılır, dünya olur bir cennet. İçinde ruhlarımız, eder pervaz u perdaz, olur şehbaz u şehnaz, yelpez namaz u niyaz.

**İzah:**
Bu bölüm, imanla vicdanın cennete dönüştüğünü vurgular.

  1. **“Bir saadet-i âcile, vicdanda mündericdir”**: Acil bir saadet, vicdanda bulunur.
    2. **“Bir firdevs-i manevî, kalbinde mündemicdir”**: Manevi bir cennet, kalpte yerleşir.
    3. **“Düşünmekse deşmektir, şuur ise şiar-ı râz”**: Tefekkür, hakikati açığa çıkarır; şuur, sırrın işaretidir.
    4. **“Kalp ikaz edilirse… lezzet ziyade olur”**: Kalp ve vicdan uyandıkça lezzet artar; ateş nura, kış yaza döner.
    5. **“Vicdanda firdevslerin kapıları açılır”**: İmanla dünya, cennet olur; ruh, namaz ve niyazla uçar (şehbaz, şehnaz).

**Genel Yorum Bu Kısımda**: İman, dünyayı cennete çevirir; ruh, namaz ve niyazla lezzet bulur.

#### **Sonuç ve Dua**

**Metin:**
> Ey aziz yoldaşım! Şimdi Allah’a ısmarladık. Gel, beraber bir dua ederiz, sonra da buluşmak üzere ayrılırız…
> اَللّٰهُمَّ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقٖيمَ ۝ اٰمٖينَ

**İzah:**
1. **“Ey aziz yoldaşım! Şimdi Allah’a ısmarladık”**: Tefekkür yolculuğu biter; Allah’a emanet olunur.
2. **“Gel, beraber bir dua ederiz”**: Sırat-ı müstakim için dua edilir: “Allah’ım, bizi dosdoğru yola ilet” (Fatiha, 6).
3. **“Âmin”**: Duaya katılım istenir.

**Genel Yorum Bu Kısımda**: İman yolu, hidayete ulaştırır; Müslüman, sırat-ı müstakim için dua etmelidir.

### **Genel Değerlendirme ve Sonuç**
Bu metin, Risale-i Nur’un temel temalarından birini, yani iman ve dalalet arasındaki zıtlığı tefekkür eder. Ana noktalar şunlardır:
1. **Dalaletin Elemi**: Mağdub ve dâllîn yolları, kâinatı korkutucu, tesadüfi ve merhametsiz gösterir; vicdan, elemlerle doludur.
2. **İmanın Lezzeti**: Sırat-ı müstakim, kâinatı dostça, rahmetli ve zikirle dolu bir bahçe yapar; vicdan, saadet bulur.
3. **Kâinatın Musiki**: İmanla kâinat, Allah’ı tesbih eden bir musiki olur; her ses, rahmeti yansıtır.
4. **Kur’an’ın Hidayeti**: Kur’an, imanın rehberidir; insanı nura ve lezzete ulaştırır.
5. **Dua**: Müslüman, sırat-ı müstakime yönelmeli, Allah’tan hidayet istemelidir.

Bu metin, Müslümanlara imanın lezzetini, dalaletin elemini tefekkür etmeyi ve Kur’an’ın hidayetine sarılmayı öğütler. Kâinat, imanla bir cennet; dalalette ise bir cehennemdir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 18th, 2025