Bir meclis-i misalîde

Bir meclis-i misalîde 

    Şeriatla medeniyet-i hazıra, deha-i fennî ile hüda-i şer’î muvazeneleri 

   (Birinci Harb’in) Mütareke başında, bir cuma gecesinde bir rüya-yı sadıkada, misalî âleminde, bir meclis-i azîmde, benden sual ettiler:

   “Mağlubiyet sonunda İslâm’ın âleminde ne hal peyda olacak?” Asr-ı hazır mebusu sıfatıyla söyledim, onlar da dinlediler:

   Eski zamandan beri istiklal-i İslâm’ın bekası hem kelimetullahın i’lâsı için farz-ı kifaye-i cihadı, o lâzıme-i diyanet

   Deruhte ile kendini yekvücud-u vahdanî İslâm’ın âlemine fedaya vazifedar, hilafete bayraktar görmüş olan bu devlet,

   Şu millet-i İslâm’ın felaket-i mazisi, getirecek de elbet İslâm’ın âlemine saadet ve hürriyet. Olur geçen musibet,

   İstikbalde telafi. Üçü veren, üç yüzü kazandıran, etmiyor elbette hiç hasaret. Halini istikbale tebdil eder, zîhimmet…

   Zira ki şu musibet; hayatımız mâyesi olan şefkat, uhuvvet, tesanüd-ü İslâm’ı hârikulâde etti, inkişaf-ı uhuvvet

   Tesri’-i ihtizazı. Tahrib-i medeniyet, deniyet-i hazıra sureti değişecek, sistemi bozulacak; zuhur edecek o vakit,

   İslâmî medeniyet. Müslümanlar bi’l-ihtiyar elbet evvel girecek. Muvazene istersen: Şer’in medeniyeti, şimdiki medeniyet

   Esaslara dikkat et, âsârlara nazar et. Şimdiki medeniyet esasatı menfîdir. Menfî olan beş esas ona temel hem kıymet.

   Onlarla çark kurulur. İşte nokta-i istinad hakka bedel kuvvettir. Kuvvet ise şe’nidir tecavüz ve taâruz, bundan çıkar hıyanet.

Hedef-i kasdı, fazilet bedeline hasis bir menfaattir. Menfaatin şe’nidir tezahüm ve tehasum, bundan çıkar cinayet.

   Hayattaki kanunu, teavün bedeline bir düstur-u cidaldir. Cidalin şe’ni budur: Tenazu ve tedafü, bundan çıkar sefalet.

   Akvamların beyninde rabıta-i esası: Âherin zararına müntebih unsuriyet. Başkaları yutmakla beslenir, alır kuvvet.

   Milliyet-i menfiye, unsuriyet, milliyet; şe’ni olur daima böyle müthiş tesadüm, böyle feci telatum, bundan çıkar helâket.

   Beşincisi şudur ki cazibedar hizmeti: Heva, hevesi teşci, teshil; hevesatı, arzuları da tatmin; bundan çıkar sefahet.

   O heva hem heves, şe’ni budur daima: İnsanı memsuh eder, sîreti değiştirir. Manevî meshediyor, değişir insaniyet.

   Şu medenilerden çoğunun, eğer içini dışına çevirirsen görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır. Sîreti olur suret.

   Gelir hayali karşına, postlarıyla tüyleri. İşte şununla görünür meydandaki âsârı. Zemindeki mevazin mizanıdır şeriat.

   Şeriattaki rahmet, sema-i Kur’an’dandır. Medeniyet-i Kur’an esasları müsbettir. Beş müsbet esas üzere döner çark-ı saadet.

   Nokta-i istinadı, kuvvete bedel haktır. Hakkın daim şe’nidir adalet ve tevazün. Bundan çıkar selâmet, zâil olur şakavet.

   Hedefinde menfaat yerine fazilettir. Faziletin şe’nidir muhabbet ve tecazüb. Bundan çıkar saadet, zâil olur adâvet.

   Hayattaki düsturu, cidal kıtal yerine, düstur-u teavündür. O düsturun şe’nidir ittihat ve tesanüd, hayatlanır cemaat.

   Suret-i hizmetinde, heva heves yerine hüda-yı hidayettir. O hüdanın şe’nidir insana lâyık tarzda terakki ve refahet.

   Ruha lâzım surette tenevvür ve tekâmül. Kitlelerin içinde cihetü’l-vahdeti de tard eder unsuriyet hem de menfî milliyet.

   Hem onların yerine rabıta-i dinîdir, nisbet-i vatanîdir, alâka-i sınıfîdir, uhuvvet-i imanî. Şu rabıtanın şe’nidir; samimi bir uhuvvet,

   Umumî bir selâmet. Haric etse tecavüz, o da eder tedafü. İşte şimdi anladın; sırrı nedir ki küsmüş, almadı medeniyet.

Şimdiye kadar İslâmlar ihtiyarla girmemiş, şu medeniyet-i hazıra. Onlara yaramamış hem de onlara vurmuş müthiş kayd-ı esaret.

   Belki nev-i beşere tiryak iken zehir olmuş. Yüzde seksenini atmış meşakkat ve şakavet. Yüzde onu çıkarmış muzahref bir saadet!

   Diğer onu bırakmış beyne beyne bîrahat! Zalim ekallin olmuş gelen rıbh-i ticaret. Lâkin saadet odur, külle ola saadet.

   Lâekall ekseriyete olsa medar-ı necat. Nev-i beşere rahmet nâzil olan şu Kur’an ancak kabul ediyor bir tarz-ı medeniyet;

   Umuma, ya eksere verirse bir saadet. Şimdiki tarz-ı hazır, heves serbest olmuştur, heva da hür olmuştur, hayvanî bir hürriyet.

   Heves tahakküm eder. Heva da müstebittir, gayr-ı zarurî hâcatı havaic-i zarurî hükmüne geçirmiştir. İzale etti rahat.

   Bedavette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şeye muhtaç, fakir etmiştir. Sa’y-i helâl, masrafa etmemiştir kifayet.

   Onda hile, harama beşeri sevk etmiştir. Ahlâkın esasını şu noktadan bozmuştur. Cemaate hem nev’e vermiştir servet, haşmet.

   Ferdi, şahsı ahlâksız hem fakir eylemiştir. Bunun şahidi çoktur. Kurûn-u ûlâdaki mecmu-u vahşet ve cinayet hem gadir ve hem hıyanet

   Şu medeniyet-i habîse tek bir defada kustu. Midesi (*) daha bulanır. Âlem-i İslâm’daki istinkâf-ı manidar hem de bir cây-ı dikkat.

   Kabulde muzdariptir, soğuk da davranmıştır. Evet, şeriat-ı garrada olan nur-u İlahî, hâssa-i mümtazıdır: İstiğna, istiklaliyet.

   O hâssadır bırakmaz ki o nur-u hidayet, şu medeniyet ruhu olan Roma dehası ona tahakküm etsin. Onda olan hidayet,

   Bundaki felsefe ile mezcolmaz hem aşılanmaz hem de tabi olamaz. İslâmiyet ruhunda şefkat izzet-i iman, beslediği şeriat

   Kur’an-ı Mu’ciz-Beyan tutmuş yed-i beyzada hakaik-i şeriat. O yemin-i beyzada birer asâ-yı Musa’dır. Sehhar medeniyet,

   İstikbalde edecek ona secde-i hayret.

Şimdi buna dikkat et: Eski Roma, Yunan’ın iki dehası vardı; bir asıldan tev’emdi, biri hayal-âlûddu, biri madde-perestti.

   Su içinde yağ gibi imtizaç olamadı. Mürur-u zaman istedi, medeniyet çabaladı. Hristiyanlık da çalıştı, temzicine muvaffak hiçbiri de olmadı.

   Her biri istiklalini filcümle hıfzeyledi. Hattâ el-ân âdeta o iki ruh, şimdi de cesetleri değişmiş; Alman, Fransız oldu.

   Güya bir nevi tenasüh başlarından geçmişti. Ey birader-i misalî! Zaman böyle gösterdi. O ikiz iki deha, öküz gibi reddetti

   Temzicin esbabını. Şimdi de barışmadı. Madem onlar tev’emdi, kardeş ve arkadaştı, terakkide yoldaştı; birbiriyle dövüştü.

   Hiç de barışmadılar. Nasıl olur ki aslı hem madeni, matlaı başka çeşit olmuştu. Kur’an’da olan nuru, şeriat hidayeti

   Şu medeniyetin ruhu olan Roma dehası, birbiriyle barışır hem mezc u ittihadı.

   O deha ile bu hüda menşeleri ayrıdır: Hüda semadan indi, deha zeminden çıktı. Hüda kalpte işliyor, dimağı da işletir.

   Deha dimağda işler, kalbi de karıştırır. Hüda ruhu eder tenvir, taneleri sümbüllettirir. Karanlıklı tabiat onunla ışıklanır.

   İstidad-ı kemali birdenbire yol alır, nefs-i cismanî yapar hizmetkâr-ı emirber. Melek-sima ediyor insan-ı himmet-perver.

   Deha ise evvela nefs u cisme bakıyor, tabiata giriyor, nefsi tarla ediyor. İstidad-ı nefsanî neşv ü nema buluyor.

   Ruhu eder hizmetkâr, taneleri kuruyor. Şeytanın simasını beşerde gösteriyor. Hüda, hayateyne saadet veriyor. Dâreyne ziya neşrediyor.

   İnsanı yükseltiyor. Deccal-misal deha-yı a’ver, bir dâr ile bir hayatı anlar; madde-perest olur ve dünya-perver. İnsanı yapar birer canavar.

   Evet deha, sağır tabiata tapar. Kör kuvvete fermanber. Fakat hüda, şuurlu sanatı tanır, hikmetli kudrete bakar. Deha, zemine küfran perdesi çeker. Hüda, şükran nurunu serper.

   Bu sırdandır: Deha, âmâ-i asamm; hüda, semî’-i basîr. Dehanın nazarında, zemindeki nimetler sahipsiz ganimettir.

Minnetsiz gasb ve sirkat, tabiattan koparmak canavarca his verir. Hüdanın nazarında, zeminin sinesinde kâinatın yüzünde

   Serpilmiş olan niam, rahmetin semeratı. Her nimetin altında bir yed-i muhsin görür, şükran ile öptürür.

   Bunu da inkâr etmem: Medeniyette vardır mehasin-i kesîre lâkin onlar değildir ne Nasraniyet malı, ne Avrupa icadı,

   Ne şu asrın sanatı, belki umum malıdır: Telahuk-u efkârdan, semavî şerâyi’den hem hâcat-ı fıtrîden, hususan şer’-i Ahmedî,

   İslâmî inkılabdan neş’et eden bir maldır. Kimse temellük etmez. Misalîler meclisi, o meclisin reisi tekrar sordu hem dedi:

   “Musibet olur her dem hıyanet neticesi, mükâfatın sebebi. Ey şu asrın adamı! Kader bir sille vurdu, kazaya da çarptırdı

   Hangi ef’alinizle kazaya hem kadere şöyle fetva verdiniz ki kaza-i İlahî musibetle hükmetti, sizleri hırpaladı?

   Hata-i ekseriyet olur sebep daima musibet-i âmmeye.” Dedim: Beşerin dalalet-i fikrîsi, Nemrudane inadı,

   Firavunane gururu şişti şişti zeminde, yetişti semavata. Hem de dokundu hassas sırr-ı hilkate. Semavattan indirdi

   Tufan, taun misali, şu harbin zelzelesi; gâvura yapıştırdı semavî bir silleyi. Demek ki şu musibet, bütün beşer musibetiydi,

   Nev’en umuma şâmil. Bir müşterek sebebi; maddiyyunluktan gelen dalalet-i fikrîydi, hürriyet-i hayvanî, hevanın istibdadı…

   Hissemizin sebebi, erkân-ı İslâmîde ihmal ve terkimizdi. Zira Hâlık Teâlâ yirmi dört saatten bir saati istedi,

   Beş vakit namaz için yalnız o saati, bizden yine bizim için emretti hem istedi. Tembellikle terk ettik, gafletle ihmal oldu.

   Şöyle de ceza gördük: Beş senede, yirmi dört saatte daima talim ve meşakkatle tahrik ve koşturmakla bir nevi namaz kıldırdı.

   Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık, keffareten beş sene cebren oruç tutturdu.

   Kendi verdiği malından, kırkından ya onundan birini zekât istedi. Buhl ile hem zulmettik, haramı karıştırdık, ihtiyarla vermedikti.

O da bizden aldırdı müterakim zekâtı, haramdan da kurtardı. Amel, cins-i cezadır. Ceza, cins-i ameldir. Salih amel ikiydi:

   Biri müsbet ve ihtiyarî; biri menfî, ıztırarî. Bütün âlâm, mesaib, a’mal-i salihadır; lâkin menfîdir, ıztırarî. Hadîs teselli verdi.

   Bu millet-i günahkâr kanıyla abdest aldı. Fiilî bir tövbe etti. Mükâfat-ı âcili, şu milletin humsu dört milyonu çıkardı

   Derece-i velayet, mertebe-i şehadetle gazilik verdi, günahı sildi. Bu meclis-i âlî-i misalî, bu sözü tahsin etti.

   Ben de birden uyandım, belki yakaza ile yeni yattım. Bence yakaza rüyadır,

   Rüya bir nevi yakazadır. Orada asrın vekili, burada Said-i Nursî…

* * * 

Risale-i Nur’un medeniyet ve şeriat dengesinin, İslâm’ın istiklalinin, musibetlerin hikmeti ve insanın manevi sorumluluğu konularına dair derin bir tefekkür ihtiva ediyor.

1 — Meclis-i misalî ve rüya üzerinden hikmet

Metin özeti:

> Said Nursî, Birinci Dünya Savaşı sonrası rüyasında bir misalî mecliste İslâm’ın hâli ve medeniyet-i hazıra ile şeriatın dengesini sorar ve gözlemler.

İzah:

Meclis-i misalî, metaforik bir âlemdir; burada insanlık, milletler ve İslâm’ın durumu sembolize edilir.

Rüyada sorulan “Mağlubiyet sonrası İslâm âleminde ne olur?” sorusu, hem tarihî bir soruya hem de ahlâkî ve manevi bir değerlendirmeye işaret eder.

Burada tarihin, musibetlerin ve ilahi düzenin manevi birer eğitim aracı olduğunu vurgular.

2 — Eski medeniyet ve İslâm’ın istikbali

Metin özeti:

> Geçmişte İslâm milletleri, istiklal ve kelimetullah için fedakârlık yapmış, medeniyet ve dini bir bütün olarak korumaya çalışmıştır. Musibetler ise gelecekte telafi edilecektir.

İzah:

Musibetlerin sebebi: Tarih boyunca ihmal, gaflet ve yanlış yönetimler.

Telafi: Gelecek nesiller ve doğru ihlallerle, İslâm’ın gerçek istikbali ve saadeti sağlanacaktır.

Burada, musibetlerin aynı zamanda bir eğitim ve manevi arınma aracı olduğunu hatırlatır: geçmişteki felaketler, gelecekte daha büyük bir saâdeti hazırlıyor.

3 — Şeriat ve medeniyet dengesi

Metin özeti:

> Şeriatın esasları ile modern medeniyetin menfi ve hayvani yönleri arasında farklar vardır. Şeriat, hak ve adalet esasına dayanır; medeniyet ise menfaat ve hevanın tezahürüdür.

İzah:

Hak ve kuvvet arasındaki ilişkiyi vurgular: Hak kuvvetin dayanağıdır; kuvvet hakla birleşmezse hıyanet ve zulüm ortaya çıkar.

Modern medeniyetin beş temel menfi esası:

  1. Kuvvetin menfaate dayalı olması → hıyanet, cinayet.
  2. Cidal ve çekişmenin hayatın düsturu haline gelmesi → sefalet.
  3. Unsuriyet ve milliyetçilik → helâket.
  4. Heva ve hevesin öncelenmesi → sefâhet.
  5. İnsan tabiatının hayvani yönlerinin öne çıkması → ahlâkî yozlaşma.

Buna karşılık şeriatın beş temel müspet esası:

  1. Kuvvete bedel hak → adalet ve selâmet.
  2. Menfaat yerine fazilet → muhabbet ve saadet.
  3. Cidal yerine teavün → ittihat ve tesanüd.
  4. Heva-heves yerine hidayet → terakki ve refah.
  5. Unsuriyet ve menfi milliyet yerine dinî ve vatanî rabıta → samimi uhuvvet ve selâmet.

4 — Medeniyetin menfi etkileri

Metin özeti:

> Günümüz medeniyeti, heva ve heves üzerine kurulu, insanı ihtiyaçsızlığa ve sefahate sürükleyen bir sistem oluşturmuştur. Fakirleştiren, ahlâkı bozandır.

İzah:

Modern medeniyetin fazla ihtiyaç ve harcama yaptığını, bireyi ahlâksızlaştırdığını belirtir.

Geçmişteki medeniyetler ve İslâm medeniyeti, hak ve fazilet temelli bir dengeyle toplumu refah ve adalet içinde yaşatırdı.

Burada ders: İnsan, medeniyetin menfî etkilerini fark edip şeriat esaslarıyla kendini korumalıdır.

5 — Hüda ve deha ayrımı

Metin özeti:

> Hüda (Allah’tan gelen hidayet) ile insan dehası (akıl ve teknoloji) birbirinden farklıdır; biri ruhu aydınlatır, diğeri cismani fayda sağlar ama ahlâkî yozlaşma da getirebilir.

İzah:

Deha: Zemindeki tabiatı işler, maddi ve teknik fayda üretir; fakat heva-hevesle birleşirse insanı hayvani hale getirir.

Hüda: Kalbi ve ruhu terbiye eder, insanı ahlâkî ve manevi olarak yüceltir.

Burada teknoloji ve ilimle manevi hayat arasındaki dengeyi vurgular: yalnız akıl veya güç, insanı canavarlaştırabilir; yalnız ilham ve hidayet ise insanı kemale ulaştırır.

6 — Musibetler ve ilahi hikmet

Metin özeti:

> Savaş ve musibetler, insanların gaflet ve ihmaline karşı ilahi bir uyarıdır. İhlallerden doğan felaketler, eğitim ve tövbe aracıdır.

İzah:

Örnek: Birinci Dünya Savaşı sonrası İslâm dünyası.

Musibetlerin kaynağı: İnsanların ibadet, zekât ve sorumluluklarını ihmal etmesi.

Sonuç: Musibetler, toplumu manevi olarak eğitir, günahları temizler ve daha yüksek saadet ve şefkat yollarını açar.

Yani: “Amel, cins-i cezadır; ceza, cins-i ameldir.”

7 — Genel dersler ve hikmetler

  1. Hak ve kuvvet: Kuvvet hakla birleşirse selâmet, birleşmezse hıyanet ortaya çıkar.
  2. Medeniyet ve şeriat farkı: Menfaate dayalı medeniyet, ahlâksızlaştırır; şeriat ve fazilet temelli medeniyet, insanı yüceltir.
  3. Hüda ve deha: Teknoloji ve akıl, hidayetle desteklenmezse ahlâkî yozlaşma getirir.
  4. Musibetlerin hikmeti: Tarihî felaketler, insanın gafletine karşı bir uyarı ve eğitim aracıdır.
  5. Faziletin üstünlüğü: Menfaat ve heva yerine, hak, fazilet ve tevazu temel alınmalıdır.

Özetle

Bu metin, Risale-i Nur’un medeniyet eleştirisi, İslâm’ın korunması, insan fıtratı ve ilahi hikmet konularını bir araya getirir. Said Nursî, musibetleri sadece bir ceza değil, insan ve toplum için bir manevi terakki ve arınma fırsatı olarak görür. Aynı zamanda hak ve kuvvetin, fazilet ve menfaatin, hüda ve dehanın dengesi, gerçek saadet ve istiklal için temel kuraldır.

****

Metin, Birinci Dünya Savaşı’nın mütareke döneminde görülen bir rüya-yı sadıka (doğru rüya) çerçevesinde, İslam dünyasının durumu, modern medeniyet ile şeriat arasındaki farklar ve musibetlerin sebepleri üzerine bir tefekkür sunuyor. Ana tema, İslam medeniyetinin üstünlüğü, modern medeniyetin eksiklikleri ve musibetlerin ilahi bir ikaz olarak değerlendirilmesidir.

### **İzah**

**Metin:**
> Bir meclis-i misalîde
> Şeriatla medeniyet-i hazıra, deha-i fennî ile hüda-i şer’î muvazeneleri
> (Birinci Harb’in) Mütareke başında, bir cuma gecesinde bir rüya-yı sadıkada, misalî âleminde, bir meclis-i azîmde, benden sual ettiler:
> “Mağlubiyet sonunda İslâm’ın âleminde ne hal peyda olacak?”

**Giriş:**
Metin, Birinci Dünya Savaşı’nın mütareke döneminde (1918), Bediüzzaman’ın bir Cuma gecesi gördüğü sadık bir rüyada, misali âlemde (manevi bir mecliste) kendisine sorulan bir soruya verdiği cevabı aktarıyor. Soru, İslam dünyasının mağlubiyet sonrası durumuyla ilgilidir. Bediüzzaman, “asrın mebusu” sıfatıyla bu soruya cevap verir ve modern medeniyet ile şeriat medeniyetini karşılaştırır. Bu rüya, İslam dünyasının geleceği ve modern medeniyetin eksiklikleri üzerine derin bir tefekkür sunar.

#### **1. İslam Dünyasının Geçmişi ve Geleceği**

**Metin:**
> Eski zamandan beri istiklal-i İslâm’ın bekası hem kelimetullahın i’lâsı için farz-ı kifaye-i cihadı, o lâzıme-i diyanet
> Deruhte ile kendini yekvücud-u vahdanî İslâm’ın âlemine fedaya vazifedar, hilafete bayraktar görmüş olan bu devlet,
> Şu millet-i İslâm’ın felaket-i mazisi, getirecek de elbet İslâm’ın âlemine saadet ve hürriyet. Olur geçen musibet,
> İstikbalde telafi. Üçü veren, üç yüzü kazandıran, etmiyor elbette hiç hasaret. Halini istikbale tebdil eder, zîhimmet…
> Zira ki şu musibet; hayatımız mâyesi olan şefkat, uhuvvet, tesanüd-ü İslâm’ı hârikulâde etti, inkişaf-ı uhuvvet
> Tesri’-i ihtizazı.

**İzah:**
Bu bölüm, İslam dünyasının tarihsel rolünü, musibetin geçici olduğunu ve bu musibetin İslam birliğini güçlendireceğini ele alıyor.

  1. **“Eski zamandan beri istiklal-i İslâm’ın bekası hem kelimetullahın i’lâsı için farz-ı kifaye-i cihadı…”**: Osmanlı Devleti, tarih boyunca İslam’ın bağımsızlığını (istiklal-i İslam) koruma ve Allah’ın kelamını yüceltme (kelimetullahın i’lâsı) için cihat görevini (farz-ı kifaye) üstlenmiştir. Bu devlet, kendini İslam dünyasının birliğine (yekvücud-u vahdanî) adamış ve hilafeti bayrak edinmiştir.
  2. **“Şu millet-i İslâm’ın felaket-i mazisi, getirecek de elbet İslâm’ın âlemine saadet ve hürriyet”**: İslam dünyasının geçmişteki felaketleri (örneğin, Birinci Dünya Savaşı’ndaki mağlubiyet), gelecekte saadet ve hürriyete vesile olacaktır. Musibetler, geçici bir sınavdır ve telafi edilecektir.
  3. **“Üçü veren, üç yüzü kazandıran, etmiyor elbette hiç hasaret”**: Üç birim kayıp, üç yüz birim kazanç getirir. Bu, musibetin görünürdeki zararının, aslında büyük bir kazanca dönüşeceğini ifade eder. İslam dünyası, bu sınavdan güçlenerek çıkacaktır.
  4. **“Halini istikbale tebdil eder, zîhimmet”**: Himmet sahibi (gayretli) Müslümanlar, mevcut hali geleceğe çevirerek saadete ulaşacaktır.
  5. **“Zira ki şu musibet; hayatımız mâyesi olan şefkat, uhuvvet, tesanüd-ü İslâm’ı hârikulâde etti, inkişaf-ı uhuvvet tesri’-i ihtizazı”**: Bu musibet, İslam dünyasının temel değerleri olan şefkat, kardeşlik (uhuvvet) ve dayanışmayı (tesanüd-ü İslam) olağanüstü bir şekilde güçlendirdi. Kardeşlik duygusu açığa çıktı (inkişaf-ı uhuvvet) ve İslam dünyasını titretti (tesri’-i ihtizazı).

**Genel Mesaj**: Osmanlı Devleti, İslam dünyasının birliğini ve bağımsızlığını koruma görevini üstlenmiştir. Birinci Dünya Savaşı’ndaki mağlubiyet, geçici bir musibettir ve İslam dünyasına kardeşlik, dayanışma ve hürriyet kazandıracaktır. Musibet, İslam birliğini güçlendiren bir vesile olmuştur.

#### **2. Modern Medeniyet ile Şeriat Medeniyetinin Karşılaştırılması**

**Metin:**
> Tahrib-i medeniyet, deniyet-i hazıra sureti değişecek, sistemi bozulacak; zuhur edecek o vakit, İslâmî medeniyet.
> Müslümanlar bi’l-ihtiyar elbet evvel girecek. Muvazene istersen: Şer’in medeniyeti, şimdiki medeniyet
> Esaslara dikkat et, âsârlara nazar et. Şimdiki medeniyet esasatı menfîdir. Menfî olan beş esas ona temel hem kıymet.
> Onlarla çark kurulur. İşte nokta-i istinad hakka bedel kuvvettir. Kuvvet ise şe’nidir tecavüz ve taâruz, bundan çıkar hıyanet.
> Hedef-i kasdı, fazilet bedeline hasis bir menfaattir. Menfaatin şe’nidir tezahüm ve tehasum, bundan çıkar cinayet.
> Hayattaki kanunu, teavün bedeline bir düstur-u cidaldir. Cidalin şe’ni budur: Tenazu ve tedafü, bundan çıkar sefalet.
> Akvamların beyninde rabıta-i esası: Âherin zararına müntebih unsuriyet. Başkaları yutmakla beslenir, alır kuvvet.
> Milliyet-i menfiye, unsuriyet, milliyet; şe’ni olur daima böyle müthiş tesadüm, böyle feci telatum, bundan çıkar helâket.
> Beşincisi şudur ki cazibedar hizmeti: Heva, hevesi teşci, teshil; hevesatı, arzuları da tatmin; bundan çıkar sefahet.
> O heva hem heves, şe’ni budur daima: İnsanı memsuh eder, sîreti değiştirir. Manevî meshediyor, değişir insaniyet.

**İzah:**
Bu bölüm, modern medeniyetin (medeniyet-i hazıra) olumsuz temellerini ve İslam medeniyetinin üstün esaslarını karşılaştırıyor. Modern medeniyetin beş menfi temeli, yıkıcı sonuçlar doğururken, İslam medeniyetinin beş müsbet temeli saadet getirir.

  1. **“Tahrib-i medeniyet, deniyet-i hazıra sureti değişecek, sistemi bozulacak; zuhur edecek o vakit, İslâmî medeniyet”**: Modern medeniyetin yıkıcı doğası (tahrib-i medeniyet) nedeniyle sistemi bozulacak ve yerine İslam medeniyeti zuhur edecektir. Müslümanlar, bu medeniyete gönüllü olarak (bi’l-ihtiyar) öncülük edecektir.
  2. **Modern Medeniyetin Menfi Esasları**:
    Modern medeniyet, beş menfi temele dayanır:
    – **Kuvvet yerine hak**: Modern medeniyetin dayanak noktası (nokta-i istinad), hak yerine kuvvettir. Kuvvet, tecavüz ve taarruz (saldırı ve ihlal) doğurur; bu da hıyanete (ihanet) yol açar.
    – **Fazilet yerine menfaat**: Hedefi, fazilet (erdem) yerine bayağı bir menfaattir. Menfaat, çatışma ve kıskançlık (tezahüm ve tehasum) üretir; bu da cinayete yol açar.
    – **Teavün yerine cidal**: Hayat kanunu, yardımlaşma (teavün) yerine mücadele (cidal)dir. Cidal, çekişme ve itişme (tenazu ve tedafü) doğurur; bu da sefalete yol açar.
    – **Birlik yerine menfi milliyetçilik**: Milletler arasındaki bağ, diğerinin zararına olan ırkçılık ve milliyetçiliktir (unsuriyet, milliyet-i menfiye). Bu, çatışma ve kargaşa (tesadüm ve telatum) üretir; bu da helakete yol açar.
    – **Hidayet yerine heva ve heves**: Cazibeli hizmeti, heva ve hevesi teşvik etmektir. Bu, sefahate (ahlaksızlığa) yol açar ve insanı manevi olarak hayvana çevirir (memsuh eder).
  3. **“Şu medenilerden çoğunun, eğer içini dışına çevirirsen görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır”**: Modern medeniyetin mensuplarının çoğu, iç dünyaları açığa çıksa hayvanlara benzer (maymun, tilki, yılan, ayı, domuz). Bu, modern medeniyetin insanı ahlaki ve manevi olarak aşağıya çektiğini ifade eder.

**Metin:**
> Zemindeki mevazin mizanıdır şeriat. Şeriattaki rahmet, sema-i Kur’an’dandır. Medeniyet-i Kur’an esasları müsbettir. Beş müsbet esas üzere döner çark-ı saadet.
> Nokta-i istinadı, kuvvete bedel haktır. Hakkın daim şe’nidir adalet ve tevazün. Bundan çıkar selâmet, zâil olur şakavet.
> Hedefinde menfaat yerine fazilettir. Faziletin şe’nidir muhabbet ve tecazüb. Bundan çıkar saadet, zâil olur adâvet.
> Hayattaki düsturu, cidal kıtal yerine, düstur-u teavündür. O düsturun şe’nidir ittihat ve tesanüd, hayatlanır cemaat.
> Suret-i hizmetinde, heva heves yerine hüda-yı hidayettir. O hüdanın şe’nidir insana lâyık tarzda terakki ve refahet.
> Ruha lâzım surette tenevvür ve tekâmül. Kitlelerin içinde cihetü’l-vahdeti de tard eder unsuriyet hem de menfî milliyet.
> Hem onların yerine rabıta-i dinîdir, nisbet-i vatanîdir, alâka-i sınıfîdir, uhuvvet-i imanî. Şu rabıtanın şe’nidir; samimi bir uhuvvet,
> Umumî bir selâmet. Haric etse tecavüz, o da eder tedafü.

**İzah:**
1. **İslam Medeniyetinin Müsbet Esasları**:
İslam medeniyeti, Kur’an’dan gelen rahmetle şekillenir ve beş müsbet temele dayanır:
– **Hak yerine kuvvet**: Dayanak noktası, kuvvet yerine haktır. Hak, adalet ve denge (tevazün) doğurur; bu da selamet (huzur) getirir ve şakaveti (bedbahtlığı) yok eder.
– **Fazilet yerine menfaat**: Hedef, menfaat yerine fazilettir. Fazilet, sevgi ve çekim (muhabbet ve tecazüb) üretir; bu da saadet getirir ve düşmanlığı (adâvet) yok eder.
– **Teavün yerine cidal**: Hayat düsturu, mücadele yerine yardımlaşmadır (teavün). Bu, birlik ve dayanışma (ittihat ve tesanüd) sağlar; cemaat canlanır.
– **Hidayet yerine heva**: Hizmet, heva ve heves yerine hidayet (ilahi rehberlik) üzerinedir. Hidayet, insana yaraşır bir ilerleme (terakki) ve refah getirir; ruhu aydınlatır (tenevvür) ve mükemmelleştirir (tekâmül).
– **Dinî ve vatanî bağ yerine menfi milliyetçilik**: Birlik bağı, menfi milliyetçilik yerine dinî bağ, vatanî bağ ve iman kardeşliğidir (uhuvvet-i imanî). Bu, samimi bir kardeşlik ve genel bir huzur (selâmet) sağlar.

  1. **“Şimdi anladın; sırrı nedir ki küsmüş, almadı medeniyet”**: İslam dünyası, modern medeniyeti gönüllü olarak (ihtiyarla) kabul etmemiştir, çünkü bu medeniyet Müslümanlara uygun değildir ve onlara esaret getirmiştir.

**Metin:**
> Şimdiye kadar İslâmlar ihtiyarla girmemiş, şu medeniyet-i hazıra. Onlara yaramamış hem de onlara vurmuş müthiş kayd-ı esaret.
> Belki nev-i beşere tiryak iken zehir olmuş. Yüzde seksenini atmış meşakkat ve şakavet. Yüzde onu çıkarmış muzahref bir saadet!
> Diğer onu bırakmış beyne beyne bîrahat! Zalim ekallin olmuş gelen rıbh-i ticaret. Lâkin saadet odur, külle ola saadet.
> Lâekall ekseriyete olsa medar-ı necat.

**İzah:**
1. **“İslâmlar ihtiyarla girmemiş, şu medeniyet-i hazıra”**: Müslümanlar, modern medeniyeti gönüllü olarak benimsememiştir, çünkü bu medeniyet İslam’ın değerleriyle uyuşmaz ve Müslümanlara esaret (kölelik) getirmiştir.

  1. **“Nev-i beşere tiryak iken zehir olmuş”**: Modern medeniyet, insanlığa şifa (tiryak) olması gerekirken zehir olmuştur. Yüzde seksenini sefalet ve bedbahtlığa, yüzde onunu kirli bir saadete, geri kalanını ise huzursuzluğa (bîrahat) sürüklemiştir.
  2. **“Zalim ekallin olmuş gelen rıbh-i ticaret”**: Ticaretin ribası (faizi), azınlığın (ekallin) zulmüne dönüşmüştür. Gerçek saadet, ancak herkese veya çoğunluğa kurtuluş (necat) getiren bir sistemdedir.

**Metin:**
> Nev-i beşere rahmet nâzil olan şu Kur’an ancak kabul ediyor bir tarz-ı medeniyet; umuma, ya eksere verirse bir saadet.
> Şimdiki tarz-ı hazır, heves serbest olmuştur, heva da hür olmuştur, hayvanî bir hürriyet. Heves tahakküm eder. Heva da müstebittir,
> gayr-ı zarurî hâcatı havaic-i zarurî hükmüne geçirmiştir. İzale etti rahat.

**İzah:**
1. **“Kur’an ancak kabul ediyor bir tarz-ı medeniyet; umuma, ya eksere verirse bir saadet”**: Kur’an, sadece herkese veya çoğunluğa saadet getiren bir medeniyeti kabul eder. Modern medeniyet, heva ve hevesi özgür bırakmış, gereksiz ihtiyaçları (gayr-ı zarurî hâcat) zorunlu ihtiyaçlar gibi göstererek huzuru yok etmiştir.

  1. **Modern Medeniyetin Eksiklikleri**:
    – **Heves ve heva özgürlüğü**: Modern medeniyet, heva ve hevesi serbest bırakmış, bu da hayvanî bir hürriyete yol açmıştır.
    – **Huzurun kaybolması**: Gereksiz ihtiyaçların zorunlu gibi görülmesi, insanın rahatini bozmuştur.

**Metin:**
> Bedavette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şeye muhtaç, fakir etmiştir. Sa’y-i helâl, masrafa etmemiştir kifayet.
> Onda hile, harama beşeri sevk etmiştir. Ahlâkın esasını şu noktadan bozmuştur. Cemaate hem nev’e vermiştir servet, haşmet.
> Ferdi, şahsı ahlâksız hem fakir eylemiştir.

**İzah:**
1. **“Bedavette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şeye muhtaç, fakir etmiştir”**: İlkel hayatta (bedavette) insan az şeye ihtiyaç duyarken, modern medeniyet insanı yüzlerce şeye muhtaç etmiş ve fakirleştirmiştir.

  1. **“Sa’y-i helâl, masrafa etmemiştir kifayet”**: Helal kazanç (sa’y-i helâl), bu ihtiyaçları karşılamaya yetmemiştir. Bu da insanı hile ve harama yöneltmiştir.
  2. **“Ahlâkın esasını şu noktadan bozmuştur”**: Modern medeniyet, topluma servet ve görkem (haşmet) vermiş, ancak bireyi ahlaksız ve fakir bırakmıştır.

**Metin:**
> Kurûn-u ûlâdaki mecmu-u vahşet ve cinayet hem gadir ve hem hıyanet şu medeniyet-i habîse tek bir defada kustu.
> Midesi (*) daha bulanır. Âlem-i İslâm’daki istinkâf-ı manidar hem de bir cây-ı dikkat. Kabulde muzdariptir, soğuk da davranmıştır.

**İzah:**
1. **“Kurûn-u ûlâdaki mecmu-u vahşet ve cinayet…”**: İlk çağlardaki vahşet, cinayet, haksızlık (gadir) ve ihanet, modern medeniyet tarafından tek bir dönemde (Birinci Dünya Savaşı) kusulmuştur. Bu, modern medeniyetin vahşeti topladığını ve artırdığını gösterir.

  1. **“Âlem-i İslâm’daki istinkâf-ı manidar”**: İslam dünyasının modern medeniyete karşı anlamlı bir çekincesi (istinkâf) vardır. Müslümanlar, bu medeniyeti soğuk karşılamış ve kabulde tereddüt etmiştir.

#### **3. İslam Medeniyetinin Üstünlüğü**

**Metin:**
> Evet, şeriat-ı garrada olan nur-u İlahî, hâssa-i mümtazıdır: İstiğna, istiklaliyet.
> O hâssadır bırakmaz ki o nur-u hidayet, şu medeniyet ruhu olan Roma dehası ona tahakküm etsin.
> Onda olan hidayet, bundaki felsefe ile mezcolmaz hem aşılanmaz hem de tabi olamaz.

**İzah:**
1. **“Şeriat-ı garrada olan nur-u İlahî, hâssa-i mümtazıdır: İstiğna, istiklaliyet”**: Kur’an’ın parlak şeriatındaki ilahi nur, kendine yeterlilik (istiğna) ve bağımsızlık (istiklaliyet) ile öne çıkar. İslam, hiçbir dış güce boyun eğmez.

  1. **“O nur-u hidayet, şu medeniyet ruhu olan Roma dehası ona tahakküm etsin”**: İslam’ın hidayet nuru, modern medeniyetin Roma dehasına (materyalist ve hegemonik anlayışına) boyun eğmez.
  2. **“Onda olan hidayet, bundaki felsefe ile mezcolmaz”**: İslam’ın hidayeti, modern medeniyetin felsefesiyle (materyalizm, sekülerizm) uyuşmaz, karışmaz ve ona tabi olmaz.

**Metin:**
> İslâmiyet ruhunda şefkat izzet-i iman, beslediği şeriat Kur’an-ı Mu’ciz-Beyan tutmuş yed-i beyzada hakaik-i şeriat.
> O yemin-i beyzada birer asâ-yı Musa’dır. Sehhar medeniyet, istikbalde edecek ona secde-i hayret.

**İzah:**
1. **“İslâmiyet ruhunda şefkat izzet-i iman…”**: İslam’ın ruhu, şefkat ve iman izzetidir. Kur’an’ın şeriatı, hakikatleri beyaz bir elle (yed-i beyza) tutar ve bu hakikatler, Hz. Musa’nın asası gibi mucizevidir.

  1. **“Sehhar medeniyet, istikbalde edecek ona secde-i hayret”**: Büyüleyici (sehhar) modern medeniyet, gelecekte İslam şeriatına hayretle secde edecektir. Bu, İslam medeniyetinin üstünlüğünün er ya da geç anlaşılacağını öngörür.

#### **4. Roma ve Yunan Dehası ile İslam Hidayeti**

**Metin:**
> Eski Roma, Yunan’ın iki dehası vardı; bir asıldan tev’emdi, biri hayal-âlûddu, biri madde-perestti.
> Su içinde yağ gibi imtizaç olamadı. Mürur-u zaman istedi, medeniyet çabaladı. Hristiyanlık da çalıştı, temzicine muvaffak hiçbiri de olmadı.
> Her biri istiklalini filcümle hıfzeyledi. Hattâ el-ân âdeta o iki ruh, şimdi de cesetleri değişmiş; Alman, Fransız oldu.
> Güya bir nevi tenasüh başlarından geçmişti.

**İzah:**
1. **“Eski Roma, Yunan’ın iki dehası vardı…”**: Roma ve Yunan medeniyetlerinin iki farklı ruhu vardı: biri hayalci (Yunan), diğeri materyalist (Roma). Bu iki deha, su ve yağ gibi birleşemedi.

  1. **“Hristiyanlık da çalıştı, temzicine muvaffak hiçbiri de olmadı”**: Hristiyanlık, bu iki dehanın birleşmesini sağlamaya çalıştı, ancak başaramadı. Her biri bağımsızlığını korudu.
  2. **“Hatta el-ân âdeta o iki ruh, şimdi de cesetleri değişmiş; Alman, Fransız oldu”**: Modern çağda bu iki ruh, Alman ve Fransız medeniyetlerinde yeniden ortaya çıktı. Sanki bir tür tenasüh (ruh göçü) yaşadılar.

**Metin:**
> Ey birader-i misalî! Zaman böyle gösterdi. O ikiz iki deha, öküz gibi reddetti temzicin esbabını. Şimdi de barışmadı.
> Madem onlar tev’emdi, kardeş ve arkadaştı, terakkide yoldaştı; birbiriyle dövüştü. Hiç de barışmadılar.
> Nasıl olur ki aslı hem madeni, matlaı başka çeşit olmuştu. Kur’an’da olan nuru, şeriat hidayeti
> Şu medeniyetin ruhu olan Roma dehası, birbiriyle barışır hem mezc u ittihadı.

**İzah:**
1. **“O ikiz iki deha, öküz gibi reddetti temzicin esbabını”**: Roma ve Yunan dehası, inatla birleşmeyi reddetmiştir. Modern çağda (Alman ve Fransız olarak) da bu çatışma devam etmiştir.

  1. **“Nasıl olur ki aslı hem madeni, matlaı başka çeşit olmuştu”**: Kur’an’ın hidayet nuru ile Roma dehası (materyalist medeniyet), kök ve doğa olarak tamamen farklıdır. Bu nedenle birleşmeleri mümkün değildir.

**Metin:**
> O deha ile bu hüda menşeleri ayrıdır: Hüda semadan indi, deha zeminden çıktı. Hüda kalpte işliyor, dimağı da işletir.
> Deha dimağda işler, kalbi de karıştırır. Hüda ruhu eder tenvir, taneleri sümbüllettirir. Karanlıklı tabiat onunla ışıklanır.
> İstidad-ı kemali birdenbire yol alır, nefs-i cismanî yapar hizmetkâr-ı emirber. Melek-sima ediyor insan-ı himmet-perver.
> Deha ise evvela nefs u cisme bakıyor, tabiata giriyor, nefsi tarla ediyor. İstidad-ı nefsanî neşv ü nema buluyor.
> Ruhu eder hizmetkâr, taneleri kuruyor. Şeytanın simasını beşerde gösteriyor.

**İzah:**
1. **“Hüda semadan indi, deha zeminden çıktı”**: Hidayet (hüda), ilahi bir kaynaktan (semadan) gelir; deha ise dünyevi ve maddi bir kaynaktır (zeminden). Bu, İslam ile modern medeniyetin köken farkını vurgular.

  1. **“Hüda kalpte işliyor, dimağı da işletir”**: Hidayet, önce kalbi aydınlatır ve aklı (dimağı) çalıştırır. İnsanın ruhunu tenvir eder (aydınlatır), yeteneklerini geliştirir ve nefsini hizmetkâr kılar. İnsanı melek gibi yüksek bir makama çıkarır.
  2. **“Deha ise evvela nefs u cisme bakıyor…”**: Deha, önce nefis ve bedene odaklanır, tabiatı esas alır. Nefsi büyütür, ruhu hizmetkâr yapar ve insanı şeytani bir hale getirir.

**Metin:**
> Hüda, hayateyne saadet veriyor. Dâreyne ziya neşrediyor. İnsanı yükseltiyor. Deccal-misal deha-yı a’ver, bir dâr ile bir hayatı anlar; madde-perest olur ve dünya-perver. İnsanı yapar birer canavar.
> Evet deha, sağır tabiata tapar. Kör kuvvete fermanber. Fakat hüda, şuurlu sanatı tanır, hikmetli kudrete bakar.
> Deha, zemine küfran perdesi çeker. Hüda, şükran nurunu serper.

**İzah:**
1. **“Hüda, hayateyne saadet veriyor”**: Hidayet, dünya ve ahiret hayatını (hayateyn) saadetli kılar. İnsanı manevi ve maddi olarak yükseltir.

  1. **“Deccal-misal deha-yı a’ver, bir dâr ile bir hayatı anlar”**: Deha, sadece dünyevi hayatı önemser, materyalist (madde-perest) ve dünya odaklıdır (dünya-perver). İnsanı canavara çevirir.
  2. **“Deha, sağır tabiata tapar…”**: Deha, tabiatı kör ve sağır bir güç olarak görür ve ona tapar. Hidayet ise Allah’ın şuurlu sanatını ve hikmetli kudretini tanır. Deha, nimetlere karşı nankörlük (küfran) üretir; hidayet ise şükran nurunu yayar.

**Metin:**
> Bu sırdandır: Deha, âmâ-i asamm; hüda, semî’-i basîr. Dehanın nazarında, zemindeki nimetler sahipsiz ganimettir.
> Minnetsiz gasb ve sirkat, tabiattan koparmak canavarca his verir. Hüdanın nazarında, zeminin sinesinde kâinatın yüzünde
> Serpilmiş olan niam, rahmetin semeratı. Her nimetin altında bir yed-i muhsin görür, şükran ile öptürür.

**İzah:**
1. **“Deha, âmâ-i asamm; hüda, semî’-i basîr”**: Deha, kör ve sağırdır; hidayet ise işiten ve görendir (semî’-i basîr). Deha, nimetleri sahipsiz bir ganimet olarak görür ve gasp eder; hidayet ise nimetleri Allah’ın rahmeti olarak görür ve şükreder.

  1. **“Hüdanın nazarında, zeminin sinesinde kâinatın yüzünde serpilmiş olan niam, rahmetin semeratı”**: Hidayet, kâinattaki nimetleri Allah’ın rahmetinin meyveleri olarak görür ve her nimete şükretmeyi öğretir.

#### **5. Modern Medeniyetin Mehasini ve Musibetin Sebebi**

**Metin:**
> Bunu da inkâr etmem: Medeniyette vardır mehasin-i kesîre lâkin onlar değildir ne Nasraniyet malı, ne Avrupa icadı,
> Ne şu asrın sanatı, belki umum malıdır: Telahuk-u efkârdan, semavî şerâyi’den hem hâcat-ı fıtrîden, hususan şer’-i Ahmedî,
> İslâmî inkılabdan neş’et eden bir maldır. Kimse temellük etmez.

**İzah:**
1. **“Medeniyette vardır mehasin-i kesîre”**: Modern medeniyette birçok güzellik (mehasin) vardır. Ancak bunlar ne Hristiyanlığın, ne Avrupa’nın, ne de bu çağın icadıdır.

  1. **“Belki umum malıdır…”**: Bu güzellikler, insanlığın ortak mirasıdır ve fikirlerin birikimi (telahuk-u efkâr), ilahi şeriatlar (semavî şerâyi), insani ihtiyaçlar (hâcat-ı fıtrî) ve özellikle İslam’ın (şer’-i Ahmedî) inkılabından kaynaklanır. Kimse bu güzellikleri sahiplenemez.

**Metin:**
> Misalîler meclisi, o meclisin reisi tekrar sordu hem dedi:
> “Musibet olur her dem hıyanet neticesi, mükâfatın sebebi. Ey şu asrın adamı! Kader bir sille vurdu, kazaya da çarptırdı
> Hangi ef’alinizle kazaya hem kadere şöyle fetva verdiniz ki kaza-i İlahî musibetle hükmetti, sizleri hırpaladı?
> Hata-i ekseriyet olur sebep daima musibet-i âmmeye.”

**İzah:**
1. **“Musibet olur her dem hıyanet neticesi, mükâfatın sebebi”**: Musibetler, genellikle ihanetin (hıyanet) sonucu; mükâfatlar ise iyi amellerin sebebidir.

  1. **“Kader bir sille vurdu, kazaya da çarptırdı”**: Birinci Dünya Savaşı, ilahi kaza ve kaderin bir sillesi olarak görülür. Bu musibetin sebebi, insanlığın hatalarıdır.

**Metin:**
> Dedim: Beşerin dalalet-i fikrîsi, Nemrudane inadı, Firavunane gururu şişti şişti zeminde, yetişti semavata.
> Hem de dokundu hassas sırr-ı hilkate. Semavattan indirdi tufan, taun misali, şu harbin zelzelesi; gâvura yapıştırdı semavî bir silleyi.
> Demek ki şu musibet, bütün beşer musibetiydi, nev’en umuma şâmil. Bir müşterek sebebi; maddiyyunluktan gelen dalalet-i fikrîydi,
> hürriyet-i hayvanî, hevanın istibdadı…

**İzah:**
1. **“Beşerin dalalet-i fikrîsi, Nemrudane inadı, Firavunane gururu”**: İnsanlığın musibeti, fikri sapkınlık (dalalet-i fikrî), Nemrud gibi inat ve Firavun gibi kibirden kaynaklanır. Bu, materyalizm ve sekülerizmin yol açtığı ahlaki çöküşü ifade eder.

  1. **“Semavattan indirdi tufan, taun misali, şu harbin zelzelesi”**: Bu sapkınlık, tufan ve veba gibi ilahi bir cezayı (harbin zelzelesi) getirdi. Bu musibet, tüm insanlığa şamil bir cezadır.
  2. **“Maddiyyunluktan gelen dalalet-i fikrîydi, hürriyet-i hayvanî, hevanın istibdadı”**: Musibetin ortak sebebi, materyalizm (maddiyyunluk), hayvani özgürlük (heva ve hevesin serbestliği) ve nefsin baskısıdır (hevanın istibdadı).

**Metin:**
> Hissemizin sebebi, erkân-ı İslâmîde ihmal ve terkimizdi. Zira Hâlık Teâlâ yirmi dört saatten bir saati istedi,
> Beş vakit namaz için yalnız o saati, bizden yine bizim için emretti hem istedi. Tembellikle terk ettik, gafletle ihmal oldu.
> Şöyle de ceza gördük: Beş senede, yirmi dört saatte daima talim ve meşakkatle tahrik ve koşturmakla bir nevi namaz kıldırdı.
> Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık, keffareten beş sene cebren oruç tutturdu.
> Kendi verdiği malından, kırkından ya onundan birini zekât istedi. Buhl ile hem zulmettik, haramı karıştırdık, ihtiyarla vermedikti.
> O da bizden aldırdı müterakim zekâtı, haramdan da kurtardı.

**İzah:**
1. **“Hissemizin sebebi, erkân-ı İslâmîde ihmal ve terkimizdi”**: Müslümanların musibetten payına düşen sebep, İslam’ın temel rükünlerini (namaz, oruç, zekât) ihmal ve terk etmesidir.

  1. **Namazın ihmali**: Allah, günde bir saat namaz istemiş, ancak Müslümanlar tembellik ve gafletle bunu terk etmiştir. Ceza olarak, beş yıl boyunca savaşın meşakkatiyle (talim ve koşturma) bir nevi namaz kıldırılmıştır.
  2. **Orucun ihmali**: Allah, bir ay oruç istemiş, ancak Müslümanlar nefsine acıyarak bunu ihmal etmiştir. Ceza olarak, beş yıl boyunca zorunlu oruç (savaşın zorlukları) tutulmuştur.
  3. **Zekâtın ihmali**: Allah, malın kırkta birini zekât olarak istemiş, ancak Müslümanlar cimrilik (buhl) ve haramla malını kirleterek zekâtı vermemiştir. Allah, birikmiş zekâtı zorla aldırmış ve haramdan kurtarmıştır.

**Metin:**
> Amel, cins-i cezadır. Ceza, cins-i ameldir. Salih amel ikiydi: Biri müsbet ve ihtiyarî; biri menfî, ıztırarî.
> Bütün âlâm, mesaib, a’mal-i salihadır; lâkin menfîdir, ıztırarî. Hadîs teselli verdi.
> Bu millet-i günahkâr kanıyla abdest aldı. Fiilî bir tövbe etti. Mükâfat-ı âcili, şu milletin humsu dört milyonu çıkardı
> Derece-i velayet, mertebe-i şehadetle gazilik verdi, günahı sildi.

**İzah:**
1. **“Amel, cins-i cezadır. Ceza, cins-i ameldir”**: Her amel, bir ceza türündür; her ceza da bir amel türüdür. Salih ameller, isteyerek yapılan (ihtiyarî) ve zorunlu olan (ıztırarî) olarak ikiye ayrılır.

  1. **“Bütün âlâm, mesaib, a’mal-i salihadır; lâkin menfîdir, ıztırarî”**: Acılar ve musibetler, salih amellerdir, ancak menfi ve zorunludur. Hadis, bu musibetlerin günahları temizlediğini teselli eder.
  2. **“Bu millet-i günahkâr kanıyla abdest aldı”**: İslam milleti, savaşın kanıyla fiili bir tövbe etmiş ve günahlarından arınmıştır. Dört milyon insan, velayet, şehadet ve gazilik mertebesine yükselmiş; günahları silinmiştir.

#### **6. Rüya ve Yakaza**

**Metin:**
> Bu meclis-i âlî-i misalî, bu sözü tahsin etti. Ben de birden uyandım, belki yakaza ile yeni yattım.
> Bence yakaza rüyadır, rüya bir nevi yakazadır. Orada asrın vekili, burada Said-i Nursî…

**İzah:**
1. **“Bu meclis-i âlî-i misalî, bu sözü tahsin etti”**: Misali meclis, Bediüzzaman’ın söylediklerini beğenmiş ve onaylamıştır.

  1. **“Bence yakaza rüyadır, rüya bir nevi yakazadır”**: Yakaza (uyanıklık) ve rüya, birbiriyle iç içedir. Rüya, manevi bir uyanıklık (yakaza) gibidir. Bu, Bediüzzaman’ın rüyasının hakikatle bağlantılı olduğunu ifade eder.
  2. **“Orada asrın vekili, burada Said-i Nursî”**: Rüyada asrın temsilcisi olarak konuşan Bediüzzaman, gerçek hayatta Said-i Nursi’dir.

### **Genel Değerlendirme ve Sonuç**
Bu metin, Birinci Dünya Savaşı sonrası İslam dünyasının durumunu, modern medeniyetin eksikliklerini ve İslam medeniyetinin üstünlüğünü derin bir tefekkürle ele alır. Ana noktalar şunlardır:
1. **İslam Dünyasının Geleceği**: Savaşın musibeti, İslam dünyasında kardeşlik, dayanışma ve hürriyeti güçlendirecektir. Musibetler, telafi edilecek ve saadet getirecektir.
2. **Modern Medeniyetin Menfi Esasları**: Modern medeniyet, kuvvet, menfaat, cidal, menfi milliyetçilik ve heva üzerine kuruludur; bu da ihanet, cinayet, sefalet, helaket ve sefahate yol açar.
3. **İslam Medeniyetinin Müsbet Esasları**: İslam medeniyeti, hak, fazilet, teavün, hidayet ve iman kardeşliği üzerine kuruludur; bu da selamet, saadet, birlik ve refah getirir.
4. **Musibetin Sebebi**: İnsanlığın materyalist sapkınlığı, Müslümanların ise namaz, oruç ve zekât gibi rükünleri ihmal etmesi musibete sebep olmuştur. Ancak bu musibet, günahları temizlemiş ve şehadet-gazilik gibi mertebeler kazandırmıştır.
5. **İslam’ın Üstünlüğü**: Kur’an’ın hidayeti, Roma dehasıyla (materyalizmle) uyuşmaz. İslam, şefkat, izzet ve bağımsızlıkla insanlığı yükseltir; modern medeniyet ise insanı canavarlaştırır.

Bu metin, Müslümanlara Kur’an’ın medeniyetine sarılmayı, modern medeniyetin eksikliklerine karşı uyanık olmayı ve musibetlerden ders çıkararak İslam birliğini güçlendirmeyi öğütler. Aynı zamanda, modern dünyanın materyalist ve heva odaklı yapısına eleştirel bir bakış sunar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 17th, 2025