Kur’an âyine ister, vekil istemez
Kur’an âyine ister, vekil istemez
Ümmetteki cumhuru hem avamın umumu, bürhandan ziyade me’hazdeki kudsiyet şevk-i itaat verir, sevk eder imtisale.
Şeriat yüzde doksanı; müsellemat-ı şer’î, zaruriyat-ı dinî birer elmas sütundur.
İçtihadî, hilafî, fer’î olan mesail; yüzde ancak on olur. Doksan elmas sütunu, on altının sahibi
Kesesine koyamaz, ona tabi kılamaz. Elmasların madeni: Kur’an ve hem hadîstir. Onun malı, oradan her zaman istemeli.
Kitaplar, içtihadlar Kur’an’ın âyinesi, yahut dürbün olmalı. Gölge, vekil istemez o Şems-i Mu’ciz-beyan.
* * *
Mübtıl, bâtılı hak nazarıyla alır
İnsandaki fıtratı, mükerrem olduğundan kasden hakkı arıyor. Bazen gelir eline, bâtılı hak zanneder, koynunda saklıyor.
Hakikati kazarken ihtiyarı olmadan dalal düşer başına; hakikattir zanneder, kafasına geçirir.
* * *
Kudretin âyineleri çoktur
Kudret-i Zülcelal’in pek çoktur mir’atları. Her biri ötekinden daha eşeff ve eltaf pencereler açıyor bir âlem-i misale.
Sudan havaya kadar, havadan tâ esîre, esîrden tâ misale, misalden tâ ervaha, ervahtan tâ zamana, zamandan tâ hayale,
Hayalden fikre kadar muhtelif âyineler, daima temsil eder şuunat-ı seyyale.
Kulağınla nazar et âyine-i havaya: Kelime-i vâhide, olur milyon kelimat!
Acib istinsah eder o kudretin kalemi, şu sırr-ı tenasülat…
* * *
- “Kur’an âyine ister, vekil istemez”
Manası:
Kur’an, Allah’ın kelamıdır. Hakikatlerin kaynağı bizzat ondadır. Dolayısıyla Kur’an’ın hakikatlerini anlamak için onun üzerine perde olacak, hakikati örtecek vekil veya aracı istemez. O, doğrudan hakikati gösteren bir güneştir. Kitaplar, içtihadlar, alimlerin sözleri ise birer âyine (ayna) veya dürbün gibidir: güneşi göstermeye yardımcı olur ama güneşin yerine geçemez.
Hikmeti:
Din ve şeriatın yüzde doksanı kesin, değişmez, herkesçe bilinen zaruriyat-ı diniyedir (namaz, oruç, helal, haram gibi). Bu kısım birer elmas sütun gibidir; sağlam, sarsılmaz. Yalnızca yüzde onluk kısım içtihadî, fer’î ve hilafî meselelerdir. Bediüzzaman diyor ki: “Doksan elmas sütunu, on altının sahibi kesesine koyamaz.” Yani içtihadî meselelerin sahibiyim diyen bir âlim, elmas sütunların (zaruriyatın) kaynağına sahip çıkamaz.
Uygulaması:
Bu hakikat, özellikle şu mesajı veriyor:
Din adına konuşanlar, Kur’an’ın üzerine gölge düşürmemeli.
Alimlerin kitapları Kur’an’a perde değil, pencere olmalı.
Mü’minler, dinin temelini kitap ve şahıslar üzerinden değil, bizzat Kur’an ve sahih hadis üzerinden anlamalı.
Böylece din, şahısların inhisarında kalmaz; doğrudan “Şems-i Mu’cizü’l-Beyan” olan Kur’an’a dayanır.
—
- “Mübtıl, bâtılı hak nazarıyla alır”
Manası:
İnsan fıtratı hakka meyillidir. Allah insana “hakikati arama” duygusu koymuştur. Fakat ararken bazen bâtılı hak zannedebilir. Yanlış bir inancı, yanlış bir fikri, yanlış bir mezhebi “hakikat” gibi kabullenebilir.
Misaller:
Felsefede, bazı düşünürler hakikati ararken bâtılı hak zannetmişlerdir.
Putperestlik, aslında “bir kudrete yönelme ihtiyacından” doğmuş, fakat yanlış yola sapmıştır.
Bid’at ve hurafeler, insanların hakikati ararken eksik bilgiyle bâtılı kabullenmesinden doğmuştur.
İkaz:
Burada Bediüzzaman, insanın kalbini ve aklını eğitmenin önemine işaret ediyor. Hakikati ararken:
Delilsiz kanaatlere bağlanmamak,
Kur’an ve sünnete arz ederek ölçmek,
Ehli hakikate danışmak gerekir.
Aksi halde kişi, “hakikat kazıyorum” derken bâtıla saplanabilir.
—
- “Kudretin âyineleri çoktur”
Manası:
Allah’ın kudreti kâinatta sayısız âyine (ayna, pencere) açmıştır. Bu âyinelerin her biri başka bir hakikati gösterir:
Su ayrı bir âyinedir,
Hava ayrı bir âyinedir,
Eter (esîr), misal âlemi, ruhlar, zaman, hayal, fikir… hepsi ayrı ayrı kudreti gösterir.
Mesela hava: bir tek kelimeyi milyonlarca kulağa ulaştırır. Bu, kudretin mucizevî bir tecellisidir. Küçücük zerreler, Allah’ın kudretini yansıtan aynalar olur.
Ders:
Kâinata bu gözle bakıldığında her şey Allah’ın kudretini gösteren bir pencere olur. İnsan bu pencerelerden bakarak Allah’ın ilmini, hikmetini ve kudretini görür.
Müthiş bir sır:
Bediüzzaman “sırr-ı tenasülat” diyor. Yani bir şeyin birçok misali, nüshası çıkar. Bir kelime havada çoğalır, her kulağa ayrı ayrı girer. Bu, haşirde ruhların ve amellerin yeniden ihyası için bir delildir. Hava zerreleri her an yeniden yazıyor, çoğaltıyor, kaydediyor. Demek ki Allah’ın kudreti için insanları yeniden diriltmek gayet kolaydır.
—
Genel Değerlendirme
Bu üç hakikat birleşince şu ders ortaya çıkıyor:
- Din ve hakikatin kaynağı doğrudan Kur’an ve sünnettir. Kitaplar, âlimler, mezhepler perdeler değil, pencereler olmalı.
- İnsanın hak arayışı fıtrîdir. Fakat delil ve rehbersiz olursa bâtılı hak zannedebilir. Bu sebeple hakikat yolunda Kur’an ve sahih sünnet mihenk taşıdır.
- Kâinat, kudretin âyineleridir. Su, hava, ruh, zaman, hayal… her şey Allah’ın kudretini gösterir. İnsan bunları okuyarak imanını takviye eder.
******
Metin, Kur’an’ın hakikatleri, şeriatın esasları, insanın fıtratı ve Allah’ın kudretinin âlemdeki tecellileri gibi konuları ele alıyor.
—
### **1. Kur’an Âyine İster, Vekil İstemez**
**Metin:**
> Kur’an âyine ister, vekil istemez
> Ümmetteki cumhuru hem avamın umumu, bürhandan ziyade me’hazdeki kudsiyet şevk-i itaat verir, sevk eder imtisale.
> Şeriat yüzde doksanı; müsellemat-ı şer’î, zaruriyat-ı dinî birer elmas sütundur.
> İçtihadî, hilafî, fer’î olan mesail; yüzde ancak on olur. Doksan elmas sütunu, on altının sahibi
> Kesesine koyamaz, ona tabi kılamaz. Elmasların madeni: Kur’an ve hem hadîstir. Onun malı, oradan her zaman istemeli.
> Kitaplar, içtihadlar Kur’an’ın âyinesi, yahut dürbün olmalı. Gölge, vekil istemez o Şems-i Mu’ciz-beyan.
**İzah:**
Bu bölüm, Kur’an’ın otoritesi, kudsiyeti ve şeriatın temel yapısı üzerine bir tefekkür sunar. Ana fikir, Kur’an’ın doğrudan rehber olduğu ve onun hakikatlerini anlamak için bir vekile değil, sadece bir âyineye (yansıtıcıya) ihtiyaç duyulduğudur.
- **“Kur’an âyine ister, vekil istemez”**: Kur’an, Allah’ın kelamı olarak doğrudan doğruya hakikatleri ifade eder. Onun anlaşılması için bir aracıya (vekile) gerek yoktur; çünkü Kur’an bizzat kendisi hidayet kaynağıdır. Ancak, âyine (ayna) gibi, onun manalarını yansıtan ve açıklayan ilimlere, tefsirlere ve âlimlere ihtiyaç vardır. Bu, Kur’an’ın anlaşılmasında yardımcı araçların önemini vurgular, ama bu araçlar asla Kur’an’ın yerine geçemez.
- **“Ümmetteki cumhuru hem avamın umumu, bürhandan ziyade me’hazdeki kudsiyet şevk-i itaat verir, sevk eder imtisale”**: Ümmetin çoğunluğu, özellikle avam (halk), Kur’an’ın hakikatlerine inanırken derin felsefi delillerden (bürhan) ziyade, Kur’an’ın kudsiyetine ve ilahi kaynağına olan imanla motive olur. Bu kudsiyet, insanı itaate ve Kur’an’ın emirlerine uymaya sevk eder. Bu, avamın basit ama samimi imanının, karmaşık delillere ihtiyaç duymadan Kur’an’a bağlılıkta etkili olduğunu gösterir.
- **“Şeriat yüzde doksanı; müsellemat-ı şer’î, zaruriyat-ı dinî birer elmas sütundur”**: Şeriatın (İslam hukuku ve düzeni) %90’ı, kesin (müsellemat) ve zorunlu (zaruriyat-ı diniye) esaslardan oluşur. Bu esaslar, İslam’ın temel inançları (iman esasları) ve ibadetleri (namaz, oruç, zekât gibi) gibi tartışmasız, sağlam ve değerli “elmas sütunlar”dır. Bu sütunlar, İslam’ın değişmez ve evrensel kurallarıdır.
- **“İçtihadî, hilafî, fer’î olan mesail; yüzde ancak on olur”**: Şeriatın sadece %10’u içtihada dayalı, farklı yorumlara açık ve fer’i (ikinci derecede) meselelerdir. Bu, İslam hukukunda tartışmalı veya yoruma açık konuların (örneğin, bazı fıkhi detaylar) azınlıkta olduğunu belirtir. Bu oran, şeriatın büyük bir kısmının kesin ve sabit olduğunu vurgular.
- **“Doksan elmas sütunu, on altının sahibi kesesine koyamaz, ona tabi kılamaz”**: Burada, içtihada dayalı %10’luk kısmın (altın), %90’lık kesin ve sabit esaslara (elmas sütunlar) hükmedemeyeceği ifade edilir. Yani, fer’i ve tartışmalı meseleler, İslam’ın ana esaslarını gölgeleyemez veya onlara üstün gelemez. Bu, içtihatların ve yorumların Kur’an ve sünnetin gölgesinde kalması gerektiğini gösterir.
- **“Elmasların madeni: Kur’an ve hem hadîstir. Onun malı, oradan her zaman istemeli”**: Şeriatın kesin esaslarının kaynağı Kur’an ve hadistir. Müslümanlar, bu iki kaynaktan doğrudan doğruya ilim ve hidayet talep etmelidir. Bu, İslam’ın ana kaynaklarına bağlılığın önemini vurgular.
- **“Kitaplar, içtihadlar Kur’an’ın âyinesi, yahut dürbün olmalı. Gölge, vekil istemez o Şems-i Mu’ciz-beyan”**: Tefsirler, fıkıh kitapları ve içtihatlar, Kur’an’ın manalarını yansıtan aynalar veya uzak mesafeleri yakınlaştıran dürbünler gibi olmalıdır. Ancak, Kur’an’ın kendisi bir güneş (Şems-i Mu’ciz-beyan) gibi parlaktır ve gölgeye veya vekile ihtiyaç duymaz. Bu, Kur’an’ın bizzat kendisinin en yüksek otorite olduğunu ve diğer ilimlerin sadece ona hizmet etmesi gerektiğini ifade eder.
**Genel Mesaj**: Bu bölüm, Kur’an’ın rehberliğinin mutlak olduğunu, şeriatın büyük kısmının kesin ve değişmez esaslara dayandığını ve içtihatların bu esaslara tabi olması gerektiğini vurgular. Müslümanlar, Kur’an ve sünnete doğrudan bağlı kalmalı, âlimlerin yorumlarını ise bir ayna veya dürbün gibi kullanmalıdır.
—
### **2. Mübtıl, Bâtılı Hak Nazarıyla Alır**
**Metin:**
> Mübtıl, bâtılı hak nazarıyla alır
> İnsandaki fıtratı, mükerrem olduğundan kasden hakkı arıyor. Bazen gelir eline, bâtılı hak zanneder, koynunda saklıyor.
> Hakikati kazarken ihtiyarı olmadan dalal düşer başına; hakikattir zanneder, kafasına geçirir.
**İzah:**
Bu bölüm, insanın fıtratı, hakikati arama çabası ve bu süreçte yanılgıya düşme ihtimali üzerine bir tefekkür sunar. Ana tema, insanın hakikati ararken bazen bâtılı (yanlışı) hakikat sanmasıdır.
- **“Mübtıl, bâtılı hak nazarıyla alır”**: Mübtıl, yani hakikatten sapmış kişi, yanlış inançları veya fikirleri hakikat sanır. Bu, insanın yanılgıya düşebilen bir varlık olduğunu ve yanlış bir şeyi doğru olarak algılayabileceğini ifade eder.
- **“İnsandaki fıtratı, mükerrem olduğundan kasden hakkı arıyor”**: İnsan, Allah tarafından mükerrem (şerefli) yaratılmıştır ve fıtratı gereği hakikati arar. Bu, insanın doğasında iyiyi, doğruyu ve hakikati bulma isteğinin olduğunu gösterir. İnsan, bilerek ve isteyerek hakkı arar, bu onun fıtri bir özelliğidir.
- **“Bazen gelir eline, bâtılı hak zanneder, koynunda saklıyor”**: Ancak, bu arama sürecinde insan bazen yanlış bir şeyi hakikat sanabilir. Bu yanlış inancı benimser ve ona sımsıkı sarılır (koynunda saklar). Bu, insanın yanılgıya düşmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkar.
- **“Hakikati kazarken ihtiyarı olmadan dalal düşer başına; hakikattir zanneder, kafasına geçirir”**: İnsan, hakikati bulmak için çaba gösterirken, bazen kendi iradesi dışında (ihtiyarı olmadan) dalalete (sapkınlığa) düşer. Ancak, bu dalaleti hakikat sanır ve onu benimser (kafasına geçirir). Bu, insanın yanıldığını fark edememesinin trajik bir sonucudur.
**Genel Mesaj**: İnsan, fıtratı gereği hakikati arar, ancak bu süreçte yanılabilir ve bâtılı hakikat sanabilir. Bu, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde yanlış inançların veya ideolojilerin benimsenmesine yol açabilir. Bu nedenle, hakikati ararken Kur’an ve sünnet gibi sağlam kaynaklara bağlı kalmak önemlidir.
—
### **3. Kudretin Âyineleri Çoktur**
**Metin:**
> Kudret-i Zülcelal’in pek çoktur mir’atları. Her biri ötekinden daha eşeff ve eltaf pencereler açıyor bir âlem-i misale.
> Sudan havaya kadar, havadan tâ esîre, esîrden tâ misale, misalden tâ ervaha, ervahtan tâ zamana, zamandan tâ hayale,
> Hayalden fikre kadar muhtelif âyineler, daima temsil eder şuunat-ı seyyale.
> Kulağınla nazar et âyine-i havaya: Kelime-i vâhide, olur milyon kelimat!
> Acib istinsah eder o kudretin kalemi, şu sırr-ı tenasülat…
**İzah:**
Bu bölüm, Allah’ın kudretinin evrendeki tecellilerini ve bu tecellilerin farklı âyinelerde (aynalarda) nasıl göründüğünü tefekkür eder. Ana fikir, Allah’ın kudretinin her yerde ve farklı mertebelerde kendini göstermesidir.
- **“Kudret-i Zülcelal’in pek çoktur mir’atları”**: Allah’ın kudreti, evrendeki her şeyde kendini yansıtan aynalar (mir’atlar) aracılığıyla görünür. Bu aynalar, yaratılmış her varlığın Allah’ın kudretini yansıttığını ifade eder.
- **“Her biri ötekinden daha eşeff ve eltaf pencereler açıyor bir âlem-i misale”**: Bu aynalar, birbirinden daha şeffaf ve latif (narin) pencereler olarak, misal âlemine (manevi ve soyut âleme) açılır. Her varlık, Allah’ın kudretini farklı bir şekilde yansıtır ve bu yansıma, misal âleminde daha derin manalar kazanır.
- **“Sudan havaya kadar, havadan tâ esîre, esîrden tâ misale, misalden tâ ervaha, ervahtan tâ zamana, zamandan tâ hayale, hayalden fikre kadar muhtelif âyineler”**: Burada, Allah’ın kudretinin yansıdığı farklı mertebeler sıralanır:
– **Su, hava, esir**: Maddi âlemin unsurları.
– **Misal**: Manevi ve soyut âlem.
– **Ervah**: Ruhlar âlemi.
– **Zaman, hayal, fikir**: Daha soyut ve zihinsel mertebeler.
Bu sıralama, Allah’ın kudretinin maddi dünyadan manevi dünyaya, oradan da zihinsel ve hayali âlemlere kadar her yerde tecelli ettiğini gösterir. - **“Daima temsil eder şuunat-ı seyyale”**: Bu aynalar, Allah’ın sıfatlarının ve fiillerinin (şuunat) sürekli değişen ve akıcı tecellilerini yansıtır. Şuunat-ı seyyale, Allah’ın fiillerinin dinamik ve sürekli bir şekilde yaratılışta görünmesidir.
- **“Kulağınla nazar et âyine-i havaya: Kelime-i vâhide, olur milyon kelimat!”**: Havaya kulakla bakıldığında (seslerin yayılmasını düşünerek), tek bir kelime milyonlarca kelimeye dönüşür. Bu, Allah’ın kudretinin bir kelimeyi (örneğin “Kun” emrini) sayısız şekilde çoğaltabildiğini gösterir. Bu, sesin havada yayılması gibi, Allah’ın kudretinin evrende nasıl mucizevi bir şekilde çoğaldığını ifade eder.
- **“Acib istinsah eder o kudretin kalemi, şu sırr-ı tenasülat”**: Allah’ın kudret kalemi, yaratılışta mucizevi bir şekilde kopyalama (istinsah) yapar. Bu, canlıların üremesi, nesillerin devamı ve evrendeki düzenin sürekliliği gibi “tenasülat” (üreme ve çoğalma) sırrını ifade eder.
**Genel Mesaj**: Allah’ın kudreti, evrendeki her varlıkta ve her mertebede kendini farklı aynalarda yansıtır. Bu yansımalar, maddi dünyadan manevi âlemlere, zamandan hayale kadar geniş bir yelpazede Allah’ın sıfatlarını ve fiillerini gösterir. İnsan, bu aynalara tefekkürle bakarak Allah’ın kudretini ve sanatını görebilir.
—
### **Genel Değerlendirme ve Sonuç**
Bu metin, üç ana tema üzerinden Allah’ın kudretini, Kur’an’ın otoritesini ve insanın hakikat arayışını ele alır:
1. **Kur’an’ın otoritesi**: Kur’an, İslam’ın temel kaynağıdır ve şeriatın %90’ı kesin, tartışmasız esaslara dayanır. İçtihatlar ve diğer ilimler, sadece Kur’an’ın manalarını yansıtan birer ayna olabilir.
2. **İnsanın fıtratı ve yanılgısı**: İnsan, hakikati arayan mükerrem bir varlık olmasına rağmen, bazen bâtılı hakikat sanabilir. Bu, insanın rehber olarak Kur’an’a ve sünnete bağlı kalmasının önemini vurgular.
3. **Allah’ın kudretinin tecellileri**: Evrendeki her şey, Allah’ın kudretini yansıtan bir aynadır. Bu aynalar, maddi ve manevi âlemlerde Allah’ın sıfatlarını ve fiillerini sürekli olarak gösterir.
Bu metin, Risale-i Nur’un genel yaklaşımını yansıtır: Tefekkür, Kur’an’a bağlılık ve evrendeki ilahi sanatı görme çağrısı. Müslümanlara, Kur’an ve sünnetten ayrılmadan hakikati aramalarını ve Allah’ın kudretini evrendeki her şeyde görmelerini öğütler.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com