İhlâsı kıracak esbabdan yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz
- “İhlâsı kıracak esbabdan yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz.”
İhlas, bir ameli, sadece Allah’ın rızasını kazanmak için, gösterişten ve riyadan uzak bir şekilde yapmaktır.
Bediüzzaman, ihlası zedeleyecek her türlü sebep ve düşünceden, insanın canını tehlikeye atan yılan ve akrep gibi zehirli hayvanlardan çekindiği gibi uzak durulması gerektiğini vurgular. Bu, manevi bir uyanıklık ve hassasiyet çağrısıdır. Riyakârlık, şöhret hırsı, makam sevdası veya başkalarının beğenisini kazanma isteği gibi durumlar, bir amelin içindeki ihlas nurunu söndürür. Bu söz, müminin hayatını yalnızca yaratıcısına adamasının önemini, manevi tehlikelerin maddi tehlikelerden daha büyük olabileceğini edebi bir benzetmeyle anlatır.2. “Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz, o gençlik mânen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak.”
Bediüzzaman bu ifadesinde gençlik çağının ne denli büyük bir nimet olduğuna işaret eder ve bu nimetin şükrünün nasıl yerine getirilmesi gerektiğini açıklar. Şükür, sadece sözle değil, aynı zamanda o nimeti Allah’ın razı olacağı şekilde kullanmakla gerçekleşir. Gençlik enerjisi ve gücü, iffet ve namusluluk (ahlaki saflık) ile korunup, taatte (itaat, ibadet) harcandığında, geçici olan bu gençlik manevi bir ölümsüzlüğe dönüşür. Yani, bedenen yaşlansa bile ruhu genç ve dinç kalır, ahirette ise sonsuz bir gençliğe ulaşır. Bu söz, gençlere sadece dünya hayatına odaklanmak yerine, gençliklerini ebedi bir yatırıma dönüştürme fırsatı sunar.
3. “En bedbaht, en muzdarip, en sıkıntılı; işsiz adamdır. Zira atalet ademin biraderzadesidir; Sa’y, vücudun hayatı ve hayatın yakazasıdır.”
Bu ifade, işsizliğin ve tembelliğin (atalet) insan ruhu üzerindeki yıkıcı etkilerini anlatır. Bedbaht ve muzdarip olmak, sadece maddi yoksulluktan değil, aynı zamanda amaçsızlıktan ve eylemsizlikten kaynaklanır. Atalet, yani tembellik, “adem”in (yokluk) biraderzadesi (kardeş çocuğu) olarak tasvir edilir; bu, tembelliğin insanı hayattan ve manadan uzaklaştırdığına güçlü bir göndermedir. Tam tersine, Sa’y, yani çaba ve çalışma, bedenin hayatı ve hayatın uyanıklığıdır (yakaza). Bu söz, insanın yaratılış gereği daima faaliyette olması gerektiğini, çalışmanın sadece bir gelir kapısı değil, aynı zamanda ruh ve bedenin sağlığı için temel bir gereklilik olduğunu ortaya koyar.
4. “Cehennem lüzumsuz değil. Çok işler var ki, bütün kuvvetiyle ‘Yaşasın Cehennem’ der.”
Bu çarpıcı ifade, ilahi adaletin bir yansıması olarak Cehennem’in varlığının ne kadar gerekli olduğunu anlatır. İnsanlık tarihinde ve günümüz dünyasında, insan onurunu ayaklar altına alan, masum canlara kıyan, hak ve hukuku hiçe sayan zalimler bulunmaktadır. Bu kötülüklerin sadece dünyevi cezalarla karşılık bulması, adalet duygusunu tatmin etmez. Bediüzzaman, bu zalimane ve dehşet verici eylemlerin, kendi varlıklarıyla adeta Cehennem’in varlığını tasdik ettiğini, yani bu tür eylemlerin karşılıksız kalmaması gerektiğini ifade eder. Bu söz, Cehennem’in bir haksızlık değil, bilakis sonsuz adaletin bir gereği olduğunu gösterir.
5. “Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor.”
Bu söz, bir önceki iktibasla bütünlük teşkil eder ve ilahi adaletin mantıki temelini kurar. Dünya hayatında, zalimler genellikle güçlü ve saygın (izzet) pozisyonlarda kalırken, mazlumlar hor ve aşağılanmış (zillet) bir halde yaşar ve ölürler. Eğer bu durumun bir karşılığı olmasaydı, dünya adaletsiz bir yer olurdu. Bediüzzaman, bu adaletsizliğin, dünya hayatının bir sonu olmadığını, tam aksine bu durumun, her şeyin hakkıyla çözüleceği büyük bir mahkemeye (mahkeme-i kübra) bırakıldığının açık bir delili olduğunu belirtir. Bu, mazlumlar için bir teselli ve ümit kaynağı, zalimler için ise bir uyarıdır.
Hayatın İmtihanı ve Ebedi Saadet: Bir Hikmet Yolculuğu
İnsanoğlu, varoluşundan bu yana sürekli bir arayış içinde olmuştur. Kimi zaman maddi zenginlik, kimi zaman makam ve şöhret peşinde koşmuş, bu koşturmaca içinde asıl amacını gözden kaçırmıştır. Oysa asıl maksat, bu fani hayatta ebedi bir saadeti kazanmaktır. Bu yolculukta karşımıza çıkan zorluklar ve fırsatlar, Bediüzzaman Said Nursi’nin şu hikmetli sözlerinde yankılanır:
“En bedbaht, en muzdarip, en sıkıntılı; işsiz adamdır. Zira atalet ademin biraderzadesidir; Sa’y, vücudun hayatı ve hayatın yakazasıdır.”
Bu söz, bize hayatın bir eylem ve çaba alanı olduğunu hatırlatır. Tembellik ve amaçsızlık, ruhu öldüren bir zehir gibidir. Oysa çalışma ve gayret, hem bedene hayat verir hem de ruhu uyanık tutar. İnsanlık tarihi, tembelliğe teslim olanların değil, azimle çalışanların omuzlarında yükselmiştir. Bir mimar, el emeğiyle bir eser ortaya koyar; bir ilim adamı, saatlerini araştırmaya adar. Bu çaba, sadece maddi bir kazanç sağlamaz, aynı zamanda insanın varoluşuna anlam katar. Zira en büyük huzursuzluk, bir insanın potansiyelini boşa harcadığı hissidir.
Ancak bu çaba, bir de manevi bir ahlakla birleşmelidir. Çalışmak, sadece dünya menfaati için değil, aynı zamanda Allah’ın rızasını kazanmak için bir araç olmalıdır. İşte bu noktada Bediüzzaman, en önemli manevi ilke olan ihlasa dikkat çeker:“İhlâsı kıracak esbabdan yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz.”
Bir işi yaparken, niyetin sadece Allah için olması, o işe manevi bir değer katar. İnsan, nefsini pohpohlayan, şöhret arayan veya başkalarının takdirini uman düşüncelerden, adeta canını tehdit eden bir yılandan kaçar gibi kaçmalıdır. Zira bu düşünceler, bir amelin tüm manevi karşılığını yok edebilir. Sadece Allah için atılan her adım, kalbe bir huzur ve bereket getirir.
Bu manevi uyanıklık, özellikle gençlik gibi hayati bir dönemde daha da büyük bir anlam taşır. Gençlik, bir insanın en büyük enerjisine sahip olduğu, en güçlü olduğu zamandır. Bediüzzaman bu döneme şöyle bir bakış açısı sunar:“Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz, o gençlik mânen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak.”
Gençliğini sadece geçici heveslere ve eğlencelere harcayanlar, aslında en değerli sermayelerini tüketirler. Oysa iffet ve namusla, Allah’a itaatle geçen bir gençlik, hem bu dünyada hem de ahirette kalıcı bir hazineye dönüşür. Bu, bedenen yaşlansa da ruhun dinç ve genç kalmasını sağlar.
Peki ya bu dünyada, tüm bu ahlaki kurallara karşı gelenler, zalimler ne olacak? Gözümüzün önünde onca haksızlık, onca zulüm yaşanırken, hak ve adaletin tam olarak tecelli etmediğini görmek insanı düşündürür. İşte bu sorulara Bediüzzaman’ın cevabı, ilahi adaletin büyüklüğünü gösterir:“Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor.”
Bu dünya, adeta bir tiyatro sahnesi gibidir; herkes rolünü oynar ve perde kapanır. Zalim, zulmüyle güçlü kalırken, mazlum acı içinde can verir. Eğer bu durum bir karşılık bulmasaydı, bu dünyanın bir anlamı kalmazdı. Bu eşitsizlik, her şeyin hakkıyla tartılacağı bir “Mahkeme-i Kübra”ya olan inancımızı pekiştirir. Bu inanç, mazlumun kalbine bir teselli, zalimin kalbine ise bir korku salar.
Ve nihayet, bu büyük mahkemenin varlığı, Cehennem’in varlığını da zorunlu kılar.“Cehennem lüzumsuz değil. Çok işler var ki, bütün kuvvetiyle ‘Yaşasın Cehennem’ der.”
Sadece dünyevi cezalar, masum çocukları katleden, insanlığı yok sayan canilerin hak ettiği karşılığı veremez. Bu tür eylemlerin dehşeti ve çirkinliği, ancak sonsuz bir cezanın varlığıyla anlam kazanır. Cehennem, sadece bir korku unsuru değil, aynı zamanda ilahi adaletin, hiçbir kötülüğün cezasız kalmayacağının en büyük delilidir.
Bu sözler, hayatın sadece bir eğlence yeri olmadığını, aynı zamanda büyük bir imtihan sahnesi olduğunu hatırlatır. Her anımız, her eylemimiz, ebedi bir geleceğin inşası için atılmış bir tuğladır.Özet
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin sözleri ışığında, insan hayatının temel ahlaki ve manevi dinamiklerini ele almaktadır.
Makale, tembelliğin ruhu öldürdüğünü ve çalışmanın hem bedeni hem de ruhi bir gereklilik olduğunu; ihlasın, tüm amellerin kabulü için hayati bir öneme sahip olduğunu; gençlik nimetinin iffet ve ibadetle korunarak ebedi bir gençliğe dönüştürülebileceğini; son olarak da, dünyadaki adaletsizliklerin ve zulümlerin bir Mahkeme-i Kübra’da karşılığını bulacağını ve Cehennem’in varlığının ilahi adaletin bir yansıması olduğunu vurgulamaktadır.
Her bir söz, hayatın bir imtihan olduğu ve her eylemin bir karşılığı olduğu gerçeğine ışık tutmaktadır.Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com