Yalnızlığın Feryadı

Yalnızlığın Feryadı – Enbiya Suresi 89. Ayet

“**Rabbim! Beni tek başına bırakma.**
(Enbiya Suresi 89. Ayet)”

**İzah ve Açıklama:**
Bu ayet, Hz. Zekeriya’nın (a.s.) duasıdır. Enbiya Suresi’nin 89. ayetinde, yaşlılık ve çaresizlik içinde kalan peygamberin, Rabbine yalvarışı olarak iner.
Burada “ferd”, yalnızlık ve yardımsızlığın simgesidir;
Hz. Zekeriya, neslinin tükenişi ve manevi mirasının kayboluşu korkusuyla, ilahi rahmete sığınır. Bu dua, insan ruhunun en derin yalnızlığını yansıtır: Maddi bolluk içindeyken bile, ilahi yakınlıktan mahrumiyetin acısı.
Tarihsel açıdan, Yahudi toplumunun bozulduğu bir dönemde, peygamberin bu feryadı, tevhid inancının bireysel yükünü vurgular. Edebi olarak, kısa ve vurucu üslubuyla, Kur’an’ın şiirsel gücünü gösterir; ibretli yanı ise, dua ile mucizenin kapısını aralamasıdır –zira bu yakarıştan sonra Hz. Yahya (a.s.) müjdelenecektir.
Düşündürücü olarak, modern insanın kalabalıklar içindeki yalnızlığına bir ayna tutar: Teknoloji ve ilişkilerle dolu bir çağda, gerçek “ferd”lik, Rabb’le bağın kopmasıdır.

**Makale: Yalnızlığın Duası – Bir Peygamberin Feryadı ve Ruhun Sığınağı** 

Ey yolcu, kainatın sonsuz boşluğunda bir nokta gibi duran insan! Düşün ki, gecenin zifiri karanlığında, bir mağarada yankılanan bir ses:
“Rabbim! Beni tek başına bırakma.” Bu, binlerce yıl önce, Kudüs’ün tozlu yollarında yankılanan Hz. Zekeriya’nın (a.s.) yakarışıdır – Enbiya Suresi’nin 89. ayetinde, Kur’an’ın kalbine kazınmış bir dua. Tarihin sayfalarını aç: Yahudi âlimlerin arasında, tapınakların gölgesinde yaşayan bir peygamber, yaşlılığın pençesinde kıvranır. Eşi kısır, nesli tükenmiş gibi görünür; toplumun ahlaki çöküşü, manevi mirasını yutmak üzeredir. O, yalnızdır –ferd’dir– ama bu yalnızlık, bir mağlubiyet değil, bir uyanıştır.
Edebi bir şaheser gibi, ayetin kelimeleri azdır ama derinliği okyanustur: “rabbi lâ teżernî ferden.” “Tezerni”, bırakma, terk etme; “ferden” ise tekil, yalıtılmış bir varlık.
Bu, şiirin en saf hali: Bir feryat ki, gökleri inletir ve yerden bir mucize filizlendirir –Hz. Yahya’nın (a.s.) doğumu.

Hikmetli bir bakışla, bu dua bize ne öğretir?
Kainat, tohumlarla doludur; yalnızlık ise en verimli tohumdur. Hz. Zekeriya’nın feryadı, tarih boyunca peygamberlerin ortak nakaratıdır: Hz. İbrahim’in (a.s.) ateşteki yalnızlığı, Hz. Yusuf’un (a.s.) zindandaki sessizliği, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Hira’daki tefekkürü…
Hepsi, “ferd”liğin acısıyla yoğrulmuş, ilahi yakınlığa ermişlerdir.
Bugün, sosyal medyanın sahte kalabalıklarında boğulan bizler, gerçek yalnızlığı unuttuk. Pandemilerin, savaşların ortasında, ekranlara zincirlenmiş ruhlar: “Beni tek başına bırakma” diye feryat etmiyor muyuz?
Bu dua, bize hatırlatır: Yalnızlık, bir lanet değil, bir davetiyedir –Rabb’le baş başa kalmanın kapısı.
Edebi bir metaforla, dua bir nehir gibi akar: Kaynağı çaresizlik, denize varışı mucizedir.
Hz. Zekeriya’nın gözyaşları, Yahya’nın doğumuyla güle döner; bizim dualarımız da, sabırla yoğrulursa, nesillerin bereketine dönüşür. 

Ey okuyucu, dur ve dinle: Gecenin sessizliğinde, kalbinin ritmini say. O “ferd”lik, seni Rabb’ine mi yoksa dünyaya mı terk ediyor? Bu ayet, bir fenerdir; karanlıkta yol gösterir, yalnızlığı kucaklar ve topluluğa dönüştürür. Zira, en büyük mucize, bireysel duanın evrensel bir millete dönüşmesidir.

**Özet:**
Hz. Zekeriya’nın (a.s.) Enbiya 89. ayetteki duası, yalnızlığın manevi derinliğini ve duanın dönüştürücü gücünü simgeler. Tarihsel ve edebi zenginliğiyle, ibret vererek modern insanın ruhsal terk edilişine ayna tutar; hikmetle, yalnızlığı ilahi yakınlığa kapı kılar.

### Kainatın Tohumları – Risale-i Nur’dan Bir Hikmet

“Kezalik, kâinattaki masnuat, tohum gibidir. Âlem ve anasır da tarla gibidir. Her iki tarafın lisan-ı halleriyle ettikleri şehadete göre, masnuatı ile âlem-i anasır, yani tohum ile tarla ve muhit ile muhat, hep bir Sâni-i Vâhidin yed-i tasarrufundadır.”
**Mesnevi-i Nuriye**”

**İzah ve Açıklama:**
“Kezâlık” (benzerlik), kainatın yaratılışındaki benzerlikleri vurgular: Masnuat (yaratılmışlar), tohum gibi; âlem ve unsurlar (ânâsır), tarla gibi tasvir edilir. Lisan-ı haller (varlıkların sessiz dili), her şeyin Yaratıcı’nın tasarrufunda olduğunu haykırır. “Yed-i tasarruf” (tasarruf eden el), ilahi kudretin mecazi ifadesidir. Tarihsel bağlamda, 20. yüzyılın materyalist fırtınalarında, Nursi’nin bu tefekkürü, imanı bilimle uzlaştırır.
Edebi olarak, tarım metaforuyla şiirseldir; ibretli yanı, kainatın bir bahçe olduğunu hatırlatmasıdır. Düşündürücü olarak, modern ekoloji krizinde, insanın “tarla”yı tahrip edişine bir uyarıdır.

**Makale: Tohumun Hikmeti – Kainat Tarlasında İlahi Tasarruf** 

Düşün ey ârif, toprağın kucağında gizlenen bir tohum: Küçücük bedeniyle, baharların vaadini taşır. Bediüzzaman Said Nursi, *Mesnevi-i Nuriye*’de bu sırrı açar: “**KEZALILik Kâinatın masnuatı, tohum gibidir. Âlem ve ânâsır da tarla gibidir.**”
Tarihin tozlu sayfalarında, Osmanlı’nın son demlerinde, bir âlim sürgünde tefekkür eder; Batı’nın makineleşmiş dünyasına karşı, kainatı bir tarlaya benzetir. Edebi bir zarafetle, “her iki tarafın lisan-ı halleriyle” der: Varlıklar konuşmaz ama halleriyle fısıldar –rüzgarın yapraklardaki nağmesi, yağmurun toprağa dokunuşu. “**Ettiklerine göre, masnuât ile âlem-i ânâsır, yani tohum ile tarla ve muhit ile muhat,**” –yaratılan ile yaratılış alanı, çevre ile kuşatılan, hep bir bütündür. Ve zirve: “**(hep) bir san’î vâhid’in YED-İ TASARRUFUNDADIR**.”
O kudret eli, tohumu filize dönüştürür; tarlayı bereketle donatır.

Hikmetli bir bakışla, bu metafor ne ibretler saklar?
Tarihte, Hz. Nuh’un (a.s.) gemisindeki tohumlar, tufandan sonra yeni bir âlemi yeşertti;
Hz. Süleyman’ın (a.s.) karıncalarla diyaloğu, varlıkların lisanını öğretti. Nursi’nin bu tefekkürü, 1920’lerin ateist rüzgarlarında bir kalkandır: Bilim, kainatı parçalar; iman ise birleştirir.
Düşündürücü bir hikaye: Bir çiftçi, kurak bir yazda tohum eker; dua eder ve hasat alır –bu, ilahi tasarrufun yansımasıdır.
Bugün, iklim değişikliğinin gölgesinde, bizler tarlayı zehirliyoruz; tohumları GDO’larla bozuyoruz.
Bu metin, bize sorar: Sen, tohum musun yoksa taş mı?
Edebi bir akışla, Nursi’nin kelimeleri bir nehir gibi akar: Tohumun kabuğu kırılır, filizlenir; ruhumuzun kabuğu da imanla çatlar, hikmete erer.
İbretli bir ders: Her varlık, Yaratıcı’nın sanatını ilan eder –güneşin doğuşu bir ayet, yaprağın düşüşü bir hatıra. 

Ey yolcu, toprağa eğil ve dinle: Lisan-ı haller, seni Yed-i Tasarruf’a çağırır. Kainat tarlası, senin amelinle sulanır; tohumun senin niyetinle yeşerir. Bu, evrenin en büyük şiiri: Yaratılışın senfonisi.

**Özet:**
Nursi’nin *Mesnevi-i Nuriye* alıntısı, kainatı tohum-tarla metaforuyla izah eder; ilahi tasarrufun hikmetini vurgular. Tarihsel ve edebi derinliğiyle, modern ekolojiye ibret sunar; düşündürerek, varlıkların sessiz dilini imana dönüştürür.

### Vatanın İman Düşmanları – Şualar’dan Bir İtiraf

“Birtek gayem vardır: O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses, âlem-i İslâmın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücâdele ederek gençleri ve Müslümanları imana dâvet ediyorum.”
( Sualar 497.sh )

**İzah ve Açıklama:**
20. yüzyıl Türkiye’sinde, komünist ideolojilerin (bolşevik baykuşlar metaforu) imanı tehdit ettiği dönemde yazılmıştır. “Baykuşlar”, karanlık ve uğursuz simgesidir; sesleri, ateist propagandayı temsil eder.
Nursi, iman esaslarını koruma misyonunu itiraf eder.
Tarihsel bağlam: Cumhuriyet’in erken yıllarında, laiklik tartışmalarında Nursi’nin sürgün hayatı.
Edebi olarak, mecazi dil zengin; ibretli yanı, gençliğin imanını koruma vurgusu.
Düşündürücü olarak, günümüzün ideolojik savaşlarına paraleldir.

**Makale: Baykuşların Nağmesi – Vatanın İman Kalesi ve Bir Âlimin Mücadelesi** 

Gecenin karanlığında, ormanın kuytusunda uluyan baykuşlar: Uğursuz, ürkütücü, karanlığı seven. Bediüzzaman, *Şualar*’da bu metaforu haykırır: “**İslam memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz.**”
Tarihin o fırtınalı yılları: 1920’ler Türkiye’si, imparatorluğun küllerinden doğarken, doğudan esen kırmızı rüzgarlar –bolşevik ideoloji– genç ruhları zehirler.

“**Bu ses, âlem-i islamın iman esaslarını zedeleyiciyor.**”
Edebi bir ustalıkla, sesi bir hançer gibi tasvir  eder Nursi; halkın, bilhassa gençliğin imansızlığa sürüklenişini görür.

“**Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor.*”
Bu, bir itiraf değil, bir savaş ilanıdır: Sürgünde, zindanda, bir âlimin bütün varlığıyla ayağa kalkışı.

Hikmetli bir tefekkürle, bu metin ne ibretler barındırır?
Tarihte, Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) ridde savaşları gibi, iman kaleleri ideolojilere karşı korunur.
Nursi’nin cedeli, Mevlana’nın Mesnevi’sindeki gibi, kalpleri uyandırır: Baykuş nağmesi, şafak vaktinde diner.
Düşündürücü : 1930’larda, “Üstat, neden mücadele?”
Cevap: “**Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücâdele ederek gençleri ve Müslümanları imana dâvet ediyorum.**”
Bugün, dijital baykuşlar –sekülerizm, materyalizm– gençleri yutar; sosyal medya, imansızlığın tarlasıdır.
Edebi bir akışla, Nursi’nin kelimeleri bir nehir olur: Karanlık sesler, iman güneşinde erir.
İbretli bir ders: Mücadele, yalnız bir âlimin değil, her müminin vazifesidir; gençlik, geleceğin tohumudur. 

Ey vatan evladı, kulak ver: Baykuş uluması, iman şafağını geciktirir mi?
Hayır, zira bir el kalkar ve davet eder: İmana, hakikate.
Bu, vatanın en güzel senfonisi: Kalplerin uyanışı.

**Özet:**
Nursi’nin itirafı, bolşevik tehdide karşı iman mücadelesini simgeler. Tarihsel bağlamda Cumhuriyet dönemi ideolojilerini ele alır; edebi metaforlarla ibret vererek, günümüz gençliğinin manevi savunmasını düşündürür.

### Namazın Mirası – Kastamonu Mektubu

“Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediyedir (a.s.m.) ve Velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür.”
Kastamonu Lahikası’ndan-103 

**İzah ve Açıklama:**
Namaz sonrası tesbihatlar (Subhanallah, Elhamdülillah vb.), Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) tarikatı ve velayetinin bir parçası olarak nitelendirilir. “Evrad” (ibadet), “noktadan ehemmiyeti” (önemli nokta) vurgusu, manevi büyüklüğünü belirtir.
Tarihsel bağlam: Nursi’nin 1936 Kastamonu sürgünü. Edebi olarak, tasavvufi terimler zengin; ibretli yanı, günlük ibadetin tarikat değeri. Düşündürücü olarak, modern acelecilikte unutulan tesbihatı hatırlatır.

**Makale: Tesbihatın Nakşı – Namazın Ötesinde Bir Velayet Yolculuğu** 

Bir iğne, kumaşa dokur: Her dikiş, bir hikaye, bir sır. Namaz biter, ama ruhun nakışı devam eder –tesbihatla.
Bediüzzaman, Kastamonu’nun soğuk gecelerinde yazar: “**Namazdaki tesbihatlar, tarikat-ı Muhammedîye’dir (A.S.M.) ve velayet-i Ahmedîye’nin (A.S.M.) bir evradıdır.**”
Tarihin o yalnız köşesinde, sürgünde bir âlim, namazı bir kapı olarak görür; ardındaki bahçe, tesbihattır.
“**O noktadan ehemmiyeti büyüktür.**” Edebi bir incelikle, “nokta”yı sonsuzluğa dönüştürür: Her “Subhanallah”, kainatın nakşını okur ve dokur; “Elhamdülillah”, bereketi çağırır.

Hikmetli bir derinlikle, bu mektup ne öğretir?
Tarihte, Sahabe’nin mescid sohbetleri gibi, tesbihat velayet kapısıdır –Hz. Ali’nin (r.a.) zikri, Peygamber’in (s.a.v.) mirası. Nursi’nin vurgusu, 20. yüzyılın maddi koşuşturmasında bir duruştur: Tarikat, kalabalık tekkelerde değil, namaz sonrası sessizliktedir.
Düşündürücü bir sahne: Bir modern Müslüman, aceleyle namaz kılar ve tesbihi unutur; ruhu yarım kalır.
İbretli bir metafor: Tesbihat, bir nehir gibi akar –kaynağı namaz, denize varışı velayet.
Edebi akışla, Nursi’nin satırları bir şiir olur: Her zikir, bir yıldız; gökyüzünü aydınlatır. 

Ey ibadet ehli, parmaklarını say: Her tesbih, bir velayet adımı. Bu, Peygamber’in (s.a.v.) en güzel hediyesi: Günlük hayatta tarikat.

**Özet:**
*Kastamonu Mektubu*nda tesbihat, Muhammedî tarikatın evradı olarak yüceltilir.
Tarihsel sürgün açısından, manevi büyüklüğünü vurgular; ibretle, günlük ibadeti velayete dönüştürerek düşündürür.

### Niyetin Hükmü – Bir Hadis-i Şerif

“**1. HADİS-İ ŞERİF**
**إِنَّمَا الْأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ**
‘Ameller niyetlere
göredir.’
(Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1)”

**İzah ve Açıklama:**
Bu, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ünlü hadisidir; Buhari’nin *Sahih*’inde, Bedü’l-Vahy babında yer alır. Arapça: “İnnemel a’mâlü binniyyât.” Amellerin değeri, niyete göredir.
Tarihsel açıdan: Hicret sonrası Medine’de, Müslümanların motivasyonunu pekiştirmek için. Edebi olarak, kısa ve öz; ibretli yanı, görünür eylemin ötesini görme. Düşündürücü olarak, samimiyetsiz ibadetlerin boşluğunu vurgular.

**Makale: Niyetin Aynası – Amellerin Gizli Sultanı** 

Bir tohum, toprağa düşer: Yeşerecek mi, yoksa çürüyecek mi?
Sırrı, niyetindedir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Medine’nin kumlarında buyurur: “**’Ameller niyetlere göredir.’**” Tarihin o kutsal anında, hicret kervanı yolda; sahabenin kalpleri titrer.
Buhari, bunu vahyin başlangıcına yerleştirir –ilk ayet gibi, imanın temel taşı. “**إِنَّمَا الْأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ**” Edebi bir sadelikle, hadis bir kılıç gibi keser:
Gösteriş mi, ihlas mı?

Hikmetli bir tefekkürle, bu hadis ne ibretler sunar?
Tarihte, Hz. Ömer’in (r.a.) adalet niyeti, bir toplumu dönüştürdü; Emevîlerin iktidar hırsı, saltanatı çökertti.
Düşündürücü bir hikaye: Bir tüccar, sadaka verir ama övünür; sevabı kaçar.
Bugün, sosyal iyiliklerde niyetimiz ne?
İbretli bir metafor: Niyet, bir ayna; amelini yansıtır –kırık olursa, görüntü bozulur.
Edebi akışla, hadis bir nehir olur: Kaynağı kalp, denize varışı ahiret. 

Ey mümin, niyetini sorgula: Amelin, Rabb’ine mi yoksa dünyaya mı?
Bu hadis, ruhun pusulasıdır.

**Özet:**
Hadis-i şerif, amellerin niyete bağlılığını hükme bağlar.
Tarihsel vahiy bağlamında, ihlası vurgular; ibretle, samimiyetsiz eylemleri eleştirerek kalbi düşündürür.

### Sonuç: Bütünlüğün Şafağı

Bu beş metin, bir zincirin halkaları gibi uyum içinde: Hadisin niyeti, ayetin duasını doğurur; tesbihat tohumları eker, mücadele tarlayı korur; kainat ise hepsini kuşatır. Hikmetle yoğrulmuş bu yol, yalnızlıktan topluluğa, niyetten amele uzanır –ibretimiz, imanımız olsun.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 14th, 2025