İnsanın Hakikat Yolculuğu: Tohumdan Yuvaya

İnsanın Hakikat Yolculuğu: Tohumdan Yuvaya

İnsan, varoluşun en karmaşık ve en hassası, en derin sırrıdır. Risale-i Nur’un hikmetli satırları, bu hakikati gözler önüne seriyor ve bize varlığımızın manasını, fıtratımızın derinliklerini hatırlatıyor.

Yaratılışın En İhtiyaçlısı: İnsan

Risale-i Nur, bizi deniz üzerinde dalgalanan bir gemi gibi, sonsuz bir ihtiyaç okyanusunda yüzdüğümüz gerçeğiyle yüzleştirir. Eser, “Enva-ı zîhayat içinde en ziyade rızkın envaına muhtaç, insandır. Cenab-ı Hak, insanı bütün esmasına câmi’ bir âyine ve bütün rahmetinin hazinelerinin müddeharatını tartacak, tanıyacak cihazata mâlik bir mu’cize-i kudret ve bütün esmasının cilvelerinin ve sanatlarının inceliklerini mizana çekecek âletleri hâvi bir halife-i arz suretinde halk etmiştir. Onun için hadsiz bir ihtiyaç verip maddî ve manevî rızkın hadsiz envaına muhtaç etmiştir.” diyerek, insanın fiziki ve ruhani açlığının sonsuzluğuna vurgu yapar.

Bu metin, insanın sıradan bir varlık olmadığını, aksine Allah’ın sonsuz isimlerini ve rahmetini yansıtacak bir ayna olarak yaratıldığını anlatır. İnsan, bu muazzam potansiyelle, ilahi sanatın inceliklerini idrak edebilecek bir donanıma sahiptir. Ancak bu eşsiz donanım, beraberinde sonsuz bir muhtaçlığı da getirir. İnsan, sadece fiziksel gıdaya değil, aynı zamanda sevgiye, bilgiye, merhamete ve manevi rızka da muhtaçtır. Bu ihtiyaçlar, onu sürekli arayışa, şükretmeye ve varoluşun gizemlerini çözmeye yönlendirir.

Şükür, insanı en yüce makam olan “ahsen-i takvime” yükseltirken, nankörlük ise onu “esfel-i sâfilîne” düşürerek büyük bir zulüm işlemesine neden olur.

Tohumdan Doğan Mucize: Hayatın Temsili

Risale-i Nur, hayatın ve ahiretin manasını en çarpıcı şekilde anlatmak için doğadan ibretli bir örnek sunar.

“Evet, geçen baharın defter-i a’malinin sahifeleri ve hidematının sandukçaları olan tohumları, çekirdekleri muhafaza eden ve ikinci baharda gayet şaşaalı, belki yüz derece aslından daha bereketli bir tarzda muhafaza eden, neşreden Kadîr-i Zülcelal; elbette sizin de netaic-i hayatınızı öyle muhafaza ediyor ve hizmetinize pek kesretli bir surette mükafat verecektir.”

Bu satırlar, ilk bakışta sadece bir tohumun yeniden yeşermesini anlatıyor gibi görünse de, aslında çok daha derin bir anlam taşır.
Bir tohum, bir önceki yılın bütün hayatını içinde saklayan küçük bir sandık gibidir. O tohum, toprak altına atıldığında adeta ölür, ancak ikinci bir baharla birlikte yüz kat daha ihtişamlı bir şekilde yeniden canlanır. Bu mucizevi süreç, insanın da dünyadaki amellerinin bir tohum gibi korunduğunu ve ahirette misliyle, hatta kat kat fazlasıyla mükafatlandırılacağını simgeler. Hayatımızın her anı, her eylemi, bu tohumlar gibi saklanır ve ilahi adaletin tecellisiyle en güzel şekilde karşılığını bulur.

Ölümsüzlüğün Kapısı: Ölüm ve Berzah Âlemi

Toplumda genellikle bir yok oluş, bir son olarak görülen ölüm, Risale-i Nur’un penceresinden bambaşka bir anlam kazanır.

“Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkaraz değil, sönmek değil, fırak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâ’ilsiz bir in’idam değil. Belki bir fâ’il-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediyeye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır.”

Bu cümleler, ölümün bir son değil, sonsuzluğa giden bir kapı olduğunu müjdeliyor.
Ölüm, canlının yok oluşu değil, aksine Yaratıcı tarafından tayin edilmiş bir görevden terhis ve daha güzel bir mekana, ebedi mutluluğun yurduna doğru bir yolculuktur. Bu yolculuk, dünya hayatının bir rüya, ahiretin ise asıl vatan olduğu fikrini pekiştirir. İnsan, ölümle birlikte sevdiklerine kavuşacağı “alem-i berzaha bir visal kapısıdır.” Yani ölüm, sevdiklerimizden ayrılmak değil, onlara yeniden kavuşmaktır. Bu bakış açısı, ölüm korkusunu ortadan kaldırır ve hayatı daha anlamlı hale getirir.

Hakikatten Sapmak: Küfre Giden Yol

Risale-i Nur, yaratılışın inceliklerini görmezden gelmenin ne kadar büyük bir sapkınlık olduğunu da net bir şekilde ortaya koyar.

“Eğer zîhayat üstünde görünen o nakş-ı acib-i sanatı, o nazm-ı garib-i hikmeti ve o tecelli-i sırr-ı ehadiyeti, Zat-ı Ehad-i Samed’e verilmediği vakit; her bir zîhayatta, hatta bir sinekte, bir çiçekte nihayetsiz bir kudret-i Fâtıra içinde saklandığını ve her şeyi muhit bir ilim bulunduğunu ve kâinatı idare edecek bir irade-i mutlaka onda mevcud olduğunu, belki Vâcibü’l-vücud’a mahsus bâki sıfatları dahi onların içinde bulunduğunu kabul etmek, âdeta o çiçeğin, o sineğin her bir zerresine bir uluhiyet vermek gibi dalaletin en eblehçesine, hurafatın en ahmakçasına bir derekesine düşmek lâzım gelir.”

Bu satırlar, bir sinekteki, bir çiçekteki mükemmel sistemi bir tesadüfe bağlamanın veya ona ilahi sıfatlar atfetmenin ne kadar mantıksız olduğunu vurgular. İnsan, bu mükemmelliğin bir yaratıcıya ait olduğunu kabul etmezse, her bir zerreye adeta bir ilahlık atfetmek gibi en aptalca bir sapkınlığa düşer. Bu, kainattaki her şeyin birbirine bağlı bir sistemle işlediğini, her şeyin bir yaratıcının ilim, irade ve kudretinin eseri olduğunu kabul etmeyi gerektirir.

Makalenin Özeti

Bu makale, Risale-i Nur’dan alınan dört ana temayı ele almaktadır.

İlk olarak, insan fıtratındaki sonsuz ihtiyaçlar ve şükrün bu ihtiyaçları nasıl bir üstünlüğe dönüştürdüğü anlatılmıştır.

İkinci olarak, bir tohumun yeniden dirilişi metaforuyla ahiret hayatının ve amellerin karşılığının verileceği gerçeği vurgulanmıştır.

Üçüncü olarak, ölümün bir yok oluş değil, ebedi bir vatana yolculuk olduğu ve sevdiklere kavuşma kapısı olduğu anlatılmıştır.

Son olarak, kainattaki her zerrenin bir yaratıcıya ait olduğu gerçeğini inkar etmenin, en büyük akılsızlık ve sapkınlık olduğu vurgulanmıştır.

Makale, bu dört tema üzerinden insanın varoluşsal yolculuğunu, hakikati arayışını ve bu yolda karşılaşabileceği manevi tuzakları gözler önüne sermektedir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 13th, 2025