İman ve Teslimiyet Zinciri: Dünya ve Ahiret Saadeti
İman ve Teslimiyet Zinciri: Dünya ve Ahiret Saadeti
İnsanoğlunun en büyük amacı, şüphesiz ki hem bu dünyada hem de ahirette huzur ve mutluluğu yakalamaktır. Bu arayış, çoğu zaman karmaşık ve meşakkatli bir yolculuk gibi görünse de, İslam’ın temelinde yatan manevi bir zincir, bu hedefe ulaşmanın anahtarını sunar.
Risale-i Nur Külliyatı’nda geçen şu veciz ifade, bu zincirin halkalarını bir bir gözler önüne serer:
“İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül ise saadet-i dareyni iktizâ eder.”
Bu söz, bir felsefe ya da soyut bir düşünce değil, tam anlamıyla bir yol haritasıdır.
Bu derin sözün ilk halkası olan iman, bizi tevhide götürür. İman etmek, her şeyden önce Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaktır. Yaratıcı’nın tek olduğu inancı, kainatın düzeninde ve kendi iç dünyamızda bir bütünlük hissi uyandırır. Bu bütünlük, parçalanmış ve anlamsız görünen hayatı anlamlı bir hale getirir. Tevhid, tüm varlıkların ve olayların tek bir iradenin eseri olduğunu bilmektir. Bu bilgi, bizi karmaşadan ve şüpheden kurtarır.
Tevhidin getirdiği huzur, bizi bir sonraki halkaya, teslime ulaştırır. Tevhidin derin idrakiyle insan, kendi acziyetini ve Allah’ın mutlak kudretini kabul eder. Bu kabul, O’nun iradesine kayıtsız şartsız boyun eğmeyi, yani teslimiyeti beraberinde getirir. Teslimiyet, pasif bir kabullenme değil, aksine aktif bir tevekkül halidir. Tarih boyunca peygamberler ve alimler, teslimiyetin en güzel örneklerini sergilemişlerdir. Hz. İbrahim’in (a.s) ateşe atılırken söylediği “Hasbunallah ve nimel vekil” (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir) sözü, teslimiyetin zirvesidir. Bu teslimiyet, kalbe öyle bir dinginlik verir ki, en büyük felaketler bile kişiyi sarsamaz.
Teslimiyetin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan tevekkül ise, bu zincirin en kritik halkalarından biridir. Tevekkül, tüm gücümüzle çalışıp çabaladıktan sonra, sonuçları Allah’a bırakmaktır. Bu, sonuçların ne olacağını değil, asıl çabanın ve niyetin önemini vurgular. Tevekkül eden bir insan, elinden geleni yaptıktan sonra gerisini Allah’a havale eder. Bu durum, onu aşırı kaygı ve stresten uzak tutar. Bir tacir, dükkanını en iyi şekilde yönetir, en güzel ürünleri satar ama kazancı Allah’tan bekler. Bir öğrenci, elinden gelen en iyi şekilde dersine çalışır ama başarının Allah’ın takdiriyle geleceğini bilir. İşte bu tevekkül hali, insanı hem dünyevi başarıya hem de manevi huzura ulaştırır.
Zincirin son halkası olan tevekkülün getirisi ise saadet-i dareyn, yani hem dünya hem de ahiret saadetidir. Tevekkül eden bir kişi, dünya hayatının gelip geçici sıkıntılarından daha az etkilenir, çünkü bilir ki her şey Allah’ın takdiriyledir. Başarıda şımarmadığı gibi, başarısızlıkta da yıkılmaz. Ahiret hayatı için ise, tevhid ve teslimiyetle attığı her adım, ebedi mutluluğun kapılarını aralar. Bu zincir, hayatı rastgele olaylardan ibaret olmaktan çıkarıp, ilahi bir düzenin parçası haline getirir.
Fitne ve Anarşi: Dinin Şiddetle Men Ettiği Şey
Dinin asıl amacı, toplumsal huzur ve barışı tesis etmektir. İnsanlar arasında sevgi, saygı ve adalet temelli ilişkiler kurarak, yaşanabilir bir dünya inşa etmeyi hedefler. Ancak, bu yüce amaca en büyük tehditlerden biri fitne ve anarşidir.
Risale-i Nur Külliyatı’nda bu durum şu sözlerle açıklanır:
“Dinin şiddetle men ettiği şey, fitne ve anarşidir.”
Bu söz, dinin barışçıl doğasını ve kaos karşıtı duruşunu net bir şekilde ortaya koyar.
Fitne, insanlar arasına nifak tohumları ekmek, onları birbirine düşürmek ve toplumsal düzeni bozmak demektir. Tarihte nice medeniyetler, dış düşmanlardan ziyade iç çatışmalar ve fitne yüzünden yıkılmıştır. Dinin fitneyi bu denli şiddetle men etmesinin sebebi, onun toplumu içten içe kemiren, güveni yok eden ve barışı dinamitleyen yıkıcı gücüdür.
Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde Medine’de kurulan toplumsal yapı, fitneyi ortadan kaldıran ve farklı inançlardan insanları bir araya getiren bir antlaşmaya dayanıyordu. Bu durum, dinin asli amacının birleştirici ve barışçı olduğunu ispatlar.
Anarşi ise, otoritenin ve düzenin tamamen ortadan kalktığı, bireylerin keyfi davranışlarının hakim olduğu bir kaos halidir. Anarşi, her türlü ahlaki ve hukuki düzenin çözülmesine, hakların çiğnenmesine ve toplumsal karmaşaya yol açar. Din, bu kaosa karşı durarak, belirli kurallar ve sınırlar koyar. Bu sınırlar, bireysel özgürlükleri kısıtlamak için değil, toplumun genel faydası ve her bireyin güvenliği için vardır. Namaz, oruç gibi ibadetler, kişisel ahlakı geliştirirken, hırsızlık, cinayet gibi suçların cezalandırılması, toplumsal düzeni korur. Dinin şiddetle karşı çıktığı bu iki unsur (fitne ve anarşi), sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal bir yıkımdır ve bu nedenle dinin temel prensipleriyle çelişir.
Manevi Yaralar ve Ebedi Hayat
İnsan, sadece fiziksel bir bedenden ibaret değildir; aynı zamanda bir ruh ve maneviyat sahibidir. Bu yüzden, tıpkı fiziksel yaralar gibi, manevi yaraların da ciddi sonuçları olabilir. Risale-i Nur Külliyatı’ndan gelen bir başka derin söz, bu gerçeği çarpıcı bir şekilde ifade eder:
“Hazret-i Eyyub Aleyhisselâm’ın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdit ediyordu. Bizim mânevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdit ediyor.”
Bu söz, manevi meselelerin dünya hayatından çok daha önemli olduğunu vurgular.
Hz. Eyüp’ün (a.s) yaşadığı bedensel acılar ve yaralar, onun kısa olan dünya hayatını etkilemiş, fiziksel varlığını tehdit etmiştir. Ancak bu acılar, onun imanını zedelememiş, aksine teslimiyetini pekiştirmiştir. Bu yüzden, onun acısı sadece dünyevi bir imtihan olarak kalmıştır.
Bizim manevi yaralarımız ise, yalan, gıybet, kibir, haset, haksızlık gibi günahlardan kaynaklanır. Bu yaralar, fiziksel olarak gözle görülmezler ve belki de dünya hayatında bizi anında cezalandırmazlar. Ancak bu yaraların etkisi, Hz. Eyüp’ün yaralarından çok daha derindir, çünkü ebedi hayatımızı tehdit ederler. Bir yalan, sadece anlık bir yanılmaya neden olmaz, aynı zamanda ahiretteki konumumuzu tehlikeye atar. Bir gıybet, sadece başkasının onurunu zedelemez, aynı zamanda kendi manevi varlığımıza büyük bir darbe vurur. Bu manevi yaralar, ruhumuzu kirletir, kalbimizi katılaştırır ve Allah’tan uzaklaşmamıza neden olur. Bu yüzden, bu manevi yaraları tedavi etmek, dünyevi dertlerimizden çok daha büyük bir öncelik taşır.
Hayırlı İşlerin Engelleri
Hayatın her alanında, iyilik yapmak, güzellikler ortaya koymak ve topluma faydalı olmak gibi niyetler taşıyan her insan, bu yolun kolay olmadığını bilir. İyi niyetlerle başlayan nice proje, nice girişim, beklenmedik zorluklar ve engellerle karşılaşır. Bu durum, Risale-i Nur Külliyatı’nda şu hikmetli sözle açıklanır:
“Mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzır mânileri olur.”
Bu söz, hayırlı işlerin ve büyük hedeflerin, beraberinde birçok zararlı engel getireceğini ifade eder. Bu engeller, dışarıdan gelebileceği gibi, insanın kendi iç dünyasından da kaynaklanabilir. Bir iyilik hareketi başlatmak isteyen bir kişi, çevresinden eleştirilerle, maddi zorluklarla veya beklenmedik ihanetlerle karşılaşabilir. Bu engeller, o işin ne kadar önemli olduğunu ve ne kadar büyük bir gayret gerektirdiğini gösterir. Örneğin, bir yardım kuruluşu kurmak, sadece para toplamak veya insanları organize etmekle sınırlı değildir. Bu yolda, bürokratik engeller, insan kaynaklı sorunlar ve hatta niyetini sorgulayan kötü niyetli insanlar ortaya çıkabilir.
Bu engeller, aslında bir imtihan ve aynı zamanda bir elemedir. Gerçekten o hayırlı işe inananlar ve sebat edenler, bu engeller karşısında yılmazlar. Bu engellerin üstesinden gelmek, o işin değerini ve bereketini daha da artırır. Bir nevi, bu zorluklar, o hayırlı işin sağlam bir temel üzerine inşa edilmesini sağlar. Bu söz, hayırseverleri ve idealist insanları zorluklar karşısında moral ve motivasyonlarını kaybetmemeye, aksine bu zorlukları aşarak daha güçlü ve kararlı olmaya teşvik eder.
Makalenin Özeti
Bu makale, dört farklı kaynaktan alıntılanan derin anlamlı sözleri, kendi konuları içinde detaylı bir şekilde incelemektedir.
İlk bölümde, imanın tevhide, tevhidin teslimiyete ve teslimiyetin tevekküle ulaştıran bir zincir olduğu ve bu zincirin dünya ve ahiret mutluluğunu getirdiği açıklanmıştır.
İkinci bölümde, fitne ve anarşinin, dinin en şiddetle karşı çıktığı ve toplumsal huzuru bozan unsurlar olduğu belirtilmiştir.
Üçüncü bölümde, maddi yaraların dünya hayatını tehdit ettiği gibi, manevi yaraların da ebedi hayatı tehdit ettiği vurgulanarak, manevi temizliğin önemi anlatılmıştır.
Son olarak, dördüncü bölümde ise büyük hayırlı işlerin beraberinde birçok engel ve zorluk getirdiği, ancak bu engellerin aşılmasının o işin değerini ve bereketini artırdığı ifade edilmiştir. Bu makale, hayatın farklı yönlerini kapsayan, düşündürücü ve ibret verici bir bakış açısı sunmaktadır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com