Dosdoğru Bir Hayatın Hikmeti: Kâinatın Şifresi ve Eşyanın Hakikati
Dosdoğru Bir Hayatın Hikmeti: Kâinatın Şifresi ve Eşyanın Hakikati
Metinlerin her biri, insanın kâinatla olan ilişkisini, yaratıcısını tanımanın önemini ve dosdoğru bir hayat sürmenin gerekliliğini farklı açılardan ele alıyor.
İnsanoğlu, varoluşundan itibaren sürekli bir arayış içindedir. Bu arayışın temelinde, kâinatın sırlarını ve kendi varlığının anlamını çözme arzusu yatar.
İşte bu arayışın en temel adımı, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Hûd Sûresi 112. Ayet) ilahi emrine uymaktır.
Dosdoğru olmak, sadece ahlaki bir duruş değil, aynı zamanda kâinatın işleyişine, varlığın hakikatine ve yaratıcının kudretine yönelik doğru bir bakış açısı kazanmaktır. Bu doğruluk, bizi hem deruni bir huzura hem de kâinatla uyumlu bir yaşama götürür.
Bu dosdoğru yolculukta, kâinatın her bir zerresi bize birer ayet (delil) olur.
Tıpkı şu hakikat gibi:
“Bir şeyden her şey yapar, hem her şeyden bir tek şey yapar.”
Bu derin hakikat, bir Kadîr-i Mutlak’ın, yani her şeye gücü yetenin eseri olduğunu gösterir. Örneğin, “nutfe suyundan ve hem içilen basit bir sudan, hesapsız a’zâ ve cihazat-ı hayvaniyeyi yapar.”
Sadece bir damla sudan, göz, kulak, kalp, beyin gibi sayısız organ ve sistemden oluşan mükemmel bir canlı yaratılır. Bu durum, basit bir sudan karmaşık bir canlı yaratmanın ancak sonsuz bir kudretin işi olabileceğini isbatlar. Aynı şekilde, bu sonsuz kudret, koca bir kâinattan bir damla gibi insanı yaratır. Bu durum, her şeyden bir tek şey yapma kudretini gösterir ve bizlere yaratıcının benzersiz gücünü haykırır.
Bu yaratılış hikmetine yakından bakmak için en basit örnekler bile yeterlidir.
Şöyle ki, “Pirinç, sulak arazide yetiştiği halde içinde bir gram sıvı bulundurmaz. Su ile irtibat kurmadan da onu yiyemezsiniz! Karpuz, kuru toprakta yetiştiği halde %90’ı sıvıdır ve Onun yanında da asla suya ihtiyaç duymazsınız!” Bu zıtlıklar ve mucizeler, tesadüflerin eseri olamaz.
Pirincin sulakta yetişip kuru kalması ve karpuzun kuraklıkta suya doyması, her bir eşyanın bir hikmetle, bir ölçüyle yaratıldığının isbatıdır.
Bu durum, kâinatın her bir parçasının, bizi yaratıcısını tanımaya davet eden birer tefekkür kapısı olduğunu gösterir.
Bütün bu tefekkürler bizi en önemli sonuca ulaştırır: Bu dünyadaki nimetler ve hikmetler, bize verilmiş birer hediyedir. Ancak bu hediyeleri getirenler, yani zahiri mün’imler (nimet verenler) olan anne babamız, öğretmenlerimiz, rızkımızın vesilesi olanlar, bizi asıl Mün’im-i Hakikî’den (gerçek nimet verenden) uzaklaştırmamalıdır.
“Bir padişahın kıymetdar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de; zahirî mün’imleri medih ve muhabbet edip, Mün’im-i Hakikî’yi unutmak; ondan bin derece daha belâhettir.” Bu söz, bize nankörlüğün ve gafletin en tehlikeli halini gösterir. Bir hediyeyi getiren elden ziyade, hediyeyi asıl vereni, yani Allah’ı tanımak ve ona şükretmek gerekir.
Özetle, dosdoğru bir hayat yaşamak, sadece ahlaki bir erdem değil, aynı zamanda kâinatın eşsiz dengesini ve yaratıcının sonsuz kudretini idrak etmektir. Bir damla sudan bir insan yaratılmasını, pirincin ve karpuzun zıtlıklardaki mucizesini gören bir akıl, nimetleri getirene değil, asıl verene yönelmelidir. İşte bu idrak, bizi “belâhet” denilen gafletten kurtarır ve doğru bir yolda yürümemizi sağlar.
Makale Özeti
Bu makale, dört farklı metinden hareketle dosdoğru bir yaşamın hikmetli ve manevi temellerini inceler.
İlk olarak, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ayetini esas alarak, bu emrin sadece ahlaki bir duruş değil, aynı zamanda kâinatı anlama ve yorumlama biçimi olduğunu belirtir.
Ardından, “Bir şeyden her şey yapar, hem her şeyden bir tek şey yapar” sözüyle, yaratılıştaki kudretin ve hikmetin derinliğini ele alır.
Pirinç ve karpuz örnekleriyle, “sulamada yetişen pirincin kuru kalması ve kuru toprakta yetişen karpuzun sulu olması” mucizesi üzerinden, doğadaki zıtlıkların bile bir Yaratıcı’nın varlığına delil olduğunu anlatır.
Son olarak, “Mün’im-i Hakikî’yi unutmanın belâhet olduğu” sözüyle, nimetleri verenin asıl kaynağını tanımamanın büyük bir gaflet olduğunu ifade eder.
Makale, bu dört ana fikri bir araya getirerek, dosdoğru bir hayatın, kâinatı okuyarak ve nimetlerin asıl sahibini tanıyarak mümkün olabileceğini ortaya koyar.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com