İnsanın Sonsuzluk Arayışı ve Manevi Yükselişi

İnsanın Sonsuzluk Arayışı ve Manevi Yükselişi
Devamlılık Arayışı ve Zikr-i Dâim

> “Ey devamı isteyen nefis! Daimî olan bir Zât’ın zikrine devam eyle ki, devam bulasın. Ondan nur al ki sönmeyesin. Onun cevherine sadef ve zarf ol ki kıymetli olasın. Onun nesîm-i zikrine beden ol ki, hayatdar olasın. Esma-i İlâhiyeden birisinin hayt-ı şuâyla temessük et ki, adem deryasına düşmeyesin.”
>
İnsan, fıtratı gereği sonsuzluğu arar ve devamlılığı arzular. Genç kalmak, güçlü olmak, sevdiklerini kaybetmemek… Bütün bunlar, insanın içindeki “devam” arzusunun yansımalarıdır. Ancak dünya hayatı, gelip geçici ve fani bir hanedir. Bir anlık hevesler, anlık mutluluklar ve geçici lezzetler, insanın devamlılık arzusunu doyurmaya yetmez. İşte bu noktada, “Daimî olan bir Zât’ın zikrine devam eyle ki, devam bulasın” sözü, bu arayışa bir cevap sunar.
Bu söz, insanın asıl devamlılığının, fani şeylerde değil, ancak “Daimî” olan Allah’a bağlanmakla mümkün olacağını anlatır. O’nun zikri, yani O’nu anmak, bir ışık kaynağına bağlanmak gibidir. Ondan nur almak, hayatın karanlıklarında sönmemeyi, kaybolmamayı sağlar. O’nun kudretinin bir parçası olmak, O’nun cevherine bir zarf olmak, insana gerçek bir kıymet ve değer katar. Bu, bir sanatçının eserinin değerinin, sanatçısının büyüklüğüne bağlı olması gibidir. Kendi başına bir hiç olan insan, Yaratıcısına yaklaştıkça değer kazanır. Zikir, sadece bir ibadet değil, aynı zamanda ruhun hayat kaynağıdır. Tıpkı bir çiçeğin güneşe yönelmesi gibi, insan da ruhunun diriliği için O’nun zikrine yönelmelidir. Aksi halde, maneviyattan yoksun bir hayat, bir hiçlik okyanusunda boğulmak gibidir.

Kelime-i Tevhid ve Kalbin Huzuru

> “Tevhidde cemal ve kemal-i İlâhînin kalben görünmesi ve ruhen hissedilmesi içindir ki bütün evliya ve asfiya, en tatlı zevklerini ve en şirin manevî rızıklarını kelime-i tevhid olan “Lâ ilahe illallah” zikrinde ve tekrarında buluyorlar.”
>
Tevhid, yani Allah’ın birliğine inanmak, sadece kuru bir bilgi değildir. O, bir ilahi hakikatin kalpte hissedilmesi ve ruhta yaşanmasıdır. Tarihte nice evliyalar ve düşünürler, hayatlarının en büyük huzurunu ve mutluluğunu “Lâ ilâhe illallah” kelimesinin tekrarında bulmuşlardır. Bu kelime, sadece bir cümle değil, aynı zamanda kalbin kapısını açan bir anahtardır.
Hayat, karmaşık ve çelişkilerle dolu görünebilir. İnsan, kendi zihninde ve çevresinde sayısız ilahlar yaratır: para, güç, şöhret, statü… Bütün bu sahte ilahlar, insanın ruhunu bölüp parçalar, ona sahte bir tatmin sunar ve sonunda onu büyük bir boşluğa iter. “Lâ ilâhe illallah” cümlesi ise, bu sahte ilahların tamamını reddederek, kalbi sadece tek bir noktaya odaklar. Bu odaklanma, ruha öyle büyük bir huzur ve tatmin verir ki, bütün dünyevi lezzetler yanında sönük kalır. Bu kelime, kalbi bütün endişelerden, korkulardan ve bağımlılıklardan özgürleştirir. Bu nedenle, tevhid inancı, sadece bir itikadın temeli değil, aynı zamanda insan ruhunun en büyük manevi gıdası ve en tatlı rızkıdır.

Kâinatın Dili ve Kur’an’ın Anlamı

> “Kâinat mescid-i kebirinde Kur’ân kâinatı okuyor, onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidayetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zeban edelim.”
>
Kâinat, yani evren, sadece cansız bir madde yığını değildir. Her bir atomu, her bir galaksisi, her bir canlısı ile ilahi bir düzenin eseridir. Tıpkı bir kitabın her bir harfinin bir anlam taşıması gibi, evrendeki her şey de bir anlam taşır. İşte bu anlamlar, Kur’an-ı Kerim’in diliyle okunabilir. Kur’an, kâinatın dilini çözmek, onun bize ne söylediğini anlamak için gönderilmiş bir kitaptır.
İnsanoğlu, bu büyük evrenin içerisinde kaybolmadan, onun anlamını keşfederek yaşamak ister. Bunun için de kâinatın sırrını çözmesi gerekir. Bu sırrı ise en doğru şekilde “Kur’an kâinatı okuyor” cümlesi açıklar. Kâinatı doğru okumak, onun bize gösterdiği mucizeleri ve ayetleri idrak etmek, ancak Kur’an’ın rehberliğiyle mümkündür. Kur’an’dan aldığımız bu nurla nurlanmak, hayatın karanlıklarında yolumuzu aydınlatır. Onun hidayetine göre yaşamak, hayatımızı anlamlı kılar. Bu yüzden Kur’an, sadece okuyup bir kenara bırakılacak bir metin değil, sürekli üzerinde düşünülecek ve yaşanacak bir kılavuzdur.

Zulüm ve Adaletin İnce Dengesi

> “Haysiyet ve namus ise, edepsizlerin te’dibini ister. Halbuki şu memlekette o merhamet, o namusa lâyık binden biri yapılmıyor. Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor.”
>
Bu söz, toplumun vicdanını en çok sarsan meselelerden birine, yani zalimin cezasız kalmasına ve mazlumun acı çekmesine değiniyor. İnsanlık tarihi boyunca, adalet her zaman en çok aranan ve en çok eksikliği hissedilen değer olmuştur. Zalimler, çoğu zaman güç ve makamları sayesinde yaptıkları kötülüklerin karşılığını görmeden bu dünyadan ayrılmışlardır. Mazlumlar ise, yaşadıkları acılarla ve haksızlıklarla bu dünyadan göçüp gitmişlerdir. Bu durum, vicdan sahibi her insanı derinden yaralar ve bir adaletsizlik duygusu oluşturur.
Ancak bu durum, adaletin olmadığı anlamına gelmez. Eğer bu dünyada adalet tam olarak tecelli etmiyorsa, bu mantıksal olarak adaletin tecelli edeceği daha büyük bir mahkemenin, yani “Mahkeme-i Kübra”‘nın varlığını zorunlu kılar. Bu düşünce, zalimi yaptığına karşı uyarırken, mazluma da umut verir. Zalimin sahip olduğu “izzet”, aslında bir yanılmadan ibarettir, çünkü o izzet o büyük mahkemede en büyük zillete dönüşecektir. Mazlumun çektiği “zillet” ise, sabır ve direnişle ebedi bir izzete dönüşecektir. Bu düşünce, sadece bir inanç meselesi değil, aynı zamanda toplumun ahlaki düzeni için de hayati bir önem taşır.

Makale Özeti
Bu makale, dört farklı başlık altında, insanın manevi hayatına yön veren temel ilkeleri ele almaktadır. İlk olarak, insanın sonsuzluk arayışına karşılık, bu arzusunun ancak “Daimî” olan Allah’a yönelmekle gerçekleşeceğini anlatır.
İkinci olarak, tevhid inancının sadece bir bilgi değil, aynı zamanda kalbe huzur veren ve sahte ilahlardan kurtaran bir manevi rızık olduğunu anlatır. Üçüncü olarak, kâinatın dilinin Kur’an ile okunabileceğini belirterek, bu büyük kitabın hayatı anlamlandırmak için bir rehber olduğunu ifade eder.
Son olarak, zalimin zulmü ve mazlumun acısının bu dünyada tam karşılık bulmamasının, ahiretteki “Mahkeme-i Kübra”nın varlığını zorunlu kıldığını ve adaletin nihai olarak orada tecelli edeceğini işler. Bu dört konu, birbiriyle bütünlük içinde, insanın hem dünyevi hem de manevi hayatında doğru bir yol bulması için derin ve düşündürücü bir perspektif sunmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 6th, 2025