Hayatın Sırrı ve Ebediyetin Kapısı
Hayatın Sırrı ve Ebediyetin Kapısı
Dünya Bir Han, İnsan Bir Yolcu
> “Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun.”
>
Bu sözler, modern insanın en büyük yanılgısını gözler önüne seriyor: dünyayı sabit bir mekân, kendisini ise orada kalıcı bir varlık sanmak. Oysa tarih bize bunun tam tersini defalarca göstermiştir. En görkemli imparatorluklar, en zengin şehirler bile zamanın ve değişimin rüzgârına karşı duramamıştır. Bir zamanların Kudüs’ü, Endülüs’ü, İstanbul’u… Hepsi bir değişimden geçmiştir. Bu değişim, sadece şehirlerin ve medeniyetlerin kaderi değil, aynı zamanda insanın da ta kendisidir. Doğumdan ölüme doğru akan bir nehir gibiyiz.
Akıllı bir insan, bu gerçeği idrak eder ve dünya hayatının geçiciliğini kabul eder. Bu kabul, onu dünyanın gelip geçici kazanımlarından duyduğu aşırı sevinçten ve kayıplarından duyduğu derin üzüntüden korur. Bir zamanlar sahip olduğu makam, zenginlik, şöhret… Bunlar geçici konaklamalar gibidir. Onlara tutunmak, bir yolcunun, geçtiği hanın duvarlarını boyamaya kalkışması kadar anlamsızdır. Çünkü dünya durmuyor, biz de onunla birlikte gidiyoruz. Asıl önemli olan, bu yolculukta ne biriktirdiğimiz değil, yolculuğun amacını ve rotasını kaybetmemektir. Bu nedenle, dünya hayatının kazanımları ve kayıpları, bir yolcunun cebindeki harçlıklar gibidir; onlarla mutlu veya mutsuz olmak, yolculuğun asıl gayesini unutturabilir.
Zulüm ve Adaletin Hakemi
> “Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor.”
>
Bu söz, insanlık tarihi boyunca vicdanları en çok yaralayan meselelerden birine, yani zalimin zulmüyle, mazlumun ise çaresizliğiyle bu dünyadan göçüp gitmesine bir açıklama getiriyor. Tarihte nice zalimler, yaptıkları zulümlerin cezasını bu dünyada çekmeden, hatta daha da güçlenerek bu dünyadan ayrılmıştır. Aynı şekilde, nice mazlumlar da haklarını alamadan, yaşadıkları acılarla toprağa girmiştir. Bu durum, insan aklının ve vicdanının tek başına çözemediği bir düğümdür.
Eğer bu dünyada tam bir adalet sağlanmıyorsa, bu mantıksal olarak “bir mahkeme-i kübra” yani büyük bir mahkemenin varlığını gerektirir. Aksi halde, adalet duygusu, evrenin ve insanlığın en temel yasalarından biri olamazdı. Bu büyük mahkeme, sadece bir inanç meselesi değil, aynı zamanda evrenin ahlaki düzeni için bir zorunluluktur. Bu, adaletin bu dünyadaki eksiklerinin ahirette tamamlanacağı anlamına gelir. Zalimin zulmüyle kazandığı “izzet” aslında bir yanılgıdır, çünkü o izzet o büyük mahkemede en büyük zillete dönüşecektir. Mazlumun yaşadığı “zillet” ise, sabır ve hak arayışıyla ebedi bir izzete dönüşecektir. Bu düşünce, mazluma umut, zalime ise bir uyarıdır.
Mutlak İrade ve Evrensel Düzen
> “Her şey onun irade ve meşietiyle olur. İstediği olur, istemediği olmaz. Her ne isterse yapar. İstemezse hiçbir şey olmaz.”
>
Bu sözler, evrenin işleyişi hakkında en temel ve en sarsılmaz gerçeği dile getiriyor: Her şey, Allah’ın mutlak iradesi ve dilemesiyle gerçekleşir. İnsan, kendi hayatının tamamen kontrolünde olduğunu düşünme yanılgısına düşebilir. Ancak tarihte, bir fırtınanın en güçlü orduları bile yendiği, bir salgının en büyük krallıkları dize getirdiği, en büyük planların bile bir anda altüst olduğu defalarca görülmüştür.
Bu söz, insanın acizliğini ve aynı zamanda her şeyin üzerindeki İlahi kudretin mutlaklığını hatırlatır. İnsan, bir ağaç gibi büyümez, bir nehir gibi akmaz; her şey, bir nizam ve intizam içerisinde, mutlak bir iradenin kontrolünde gerçekleşir. Bu, insanın eylemlerinin anlamsız olduğu anlamına gelmez. Aksine, insan, kendi iradesini, bu mutlak iradeye uygun kullanmakla sorumludur. Zira insanın iradesi, Allah’ın külli iradesine bağlı bir cüzdür. Bu inanç, insana hem mütevazı olmayı öğretir hem de hayatın beklenmedik zorlukları karşısında tevekkül etme gücü verir.
İnsanın Asıl Amacı: Ebediyetin Lezzeti
> “İNSAN, Ebed için yaratılmıştır. Onun hakiki lezzetleri, ancak Marifetullah, Muhabbetullah, İlim gibi umûr-u ebediyededir.”
>
Modern çağda, insanoğlu sürekli olarak “lezzet” peşindedir. Lezzetli yemekler, lüks arabalar, teknolojik aletler, eğlenceli aktiviteler… Bütün bunlar, insanı anlık hazlara boğar. Ancak bu hazlar, bir anda gelip geçtiği gibi, yerini bir boşluğa ve tatminsizliğe bırakır. Çünkü insan, anlık hazlar için yaratılmamıştır; o, sonsuzluk için tasarlanmış bir varlıktır.
Bu söz, insanın asıl mutluluğunun, geçici lezzetlerde değil, ebedi olan şeylerde olduğunu anlatır. Marifetullah (Allah’ı bilmek), Muhabbetullah (Allah’ı sevmek) ve İlim (bilgi) gibi kavramlar, sadece dini terimler değildir; bunlar, insan ruhunun sonsuzluk özlemini doyuran manevi gıdalardır.
Bu üç temel unsur, insanın fıtratındaki sonsuzluk arayışını tatmin eder. Bir düşünürün bilgiyi keşfederken aldığı haz, bir âşığın sevdiğinde bulduğu huzur gibi, insanın asıl lezzeti, yaratıcısını tanımakta, O’nu sevmekte ve kâinatın sırlarını keşfetmekte yatar. Bu lezzetler, geçici dünya lezzetleri gibi bitip tükenmez; aksine, ahirette sonsuzluğa uzanır ve insana gerçek bir tatmin ve huzur sunar.
Makale Özeti
Bu makale, dört farklı başlık altında, insanın dünya hayatındaki konumunu, adaletin nihai tecellisini, ilahi iradenin mutlaklığını ve insanın gerçek mutluluğunun kaynağını ele almaktadır. İlk olarak, dünya hayatının bir yolculuk olduğu ve akıllı bir insanın geçici kazanımlara ve kayıplara takılıp kalmaması gerektiği anlatılmıştır. İkinci olarak, zalimin zulmü ve mazlumun çaresizliğinin ahiretteki “büyük mahkeme”de nihai bir adaletle sonuçlanacağı fikri işlenmiştir.
Üçüncü olarak, her şeyin mutlak bir iradeyle gerçekleştiği belirtilerek, insanın bu kudret karşısında mütevazı olması gerektiği anlatılmıştır.
Son olarak, insanın sonsuzluk için yaratıldığı ve gerçek lezzetin, geçici dünya zevklerinde değil, Allah’ı tanımak ve O’nu sevmek gibi ebedi olan şeylerde bulunduğu ifade edilmiştir. Bu dört temel düşünce, birbiriyle uyum içinde, insanın bu dünyadaki varoluş sorularına derinlikli ve ibret verici cevaplar sunmaktadır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com