Hayatın Anlamı ve Kâinatın Kalbi
Hayatın Anlamı ve Kâinatın Kalbi
Hayatın Anlamı ve Sonsuzluk Arayışı
> “Cenab-ı Hakk’ı bulan, neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden, neyi kazanır?”
>
İnsanlık tarihi, bu iki temel soru etrafında dönüp durmuştur. Cenab-ı Hakk’ı bulan, O’nun varlığını, kudretini ve merhametini kalbinde hisseden bir insan, gerçekten de neyi kaybeder? Aslında hiçbir şeyi. Çünkü O’nu bulmak, kaybetme korkusundan, anlamsızlık boşluğundan ve dünya telaşından kurtulmaktır. Tarihin sayfaları, Allah’ı kalbinde bulan nice alimlerin, dervişlerin ve kahramanların hayat hikayeleriyle doludur. Onlar, en zor zamanlarda bile tevekkül ve huzur içinde yaşamışlardır, zira her şeyin dizgininin O’nun elinde olduğunu bilmenin verdiği güvenle hareket etmişlerdir. Bu insanlar, maddi zenginliklerini, dünyevi makamlarını kaybetmekten çekinmemişlerdir, çünkü asıl kazanımlarının O’nun rızası ve yakınlığı olduğunu bilmişlerdir.
Peki ya O’nu kaybeden, neyi kazanır? Bu soru, bir trajedinin kapısını aralar. O’nu kaybeden, dünya nimetlerine boğulsa, en yüksek makamlara çıksa, en büyük servetlere sahip olsa bile, aslında hiçbir şey kazanmamıştır. Çünkü kazandığı her şey, geçici ve aldatıcıdır. Göz kamaştıran her şey, bir anda yok olup gidebilecek bir illüzyondan ibarettir. O’nu kaybeden bir insan, bir pusula olmadan denizde kaybolmuş bir gemi gibidir. Her an kaybetme korkusuyla yaşar, her başarıya rağmen bir boşluk hisseder. Bu yüzden, İnsanlık tarihi, O’nu kaybedip dünya telaşına kapılanların hüsranla biten hikayeleriyle de doludur. Bu iki soru, insanın hayat amacı ve yönü hakkında en temel rehber niteliğindedir ve aslında tüm varoluşun en derin hakikatini özetlemektedir.
Kâinatın Sultanı ve İnsan Özgürlüğü
> “Sultan-ı Kâinat birdir, her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir; her şey O’nun emriyle halledilir. Onu bulsan her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.”
>
Bu derin cümleler, evrenin ve hayatın yegane yöneticisi olan Allah’ın birliğini ve mutlak gücünü anlatmaktadır. İnsan, hayatı boyunca çeşitli hedeflere, arzulara ve “matlublara” ulaşmaya çalışır. Zenginlik, güç, bilgi, sevgi… Bütün bunlar için çabalar, bazen umutsuzluğa kapılır. Ancak bu söz, tüm bu arayışların tek bir merkeze, **”Sultan-ı Kâinat”**a bağlanması gerektiğini öğütler. Eğer insan, bu yegane Sultan’ı bulursa, tüm hedeflerine ulaşmış sayılır. Çünkü bütün her şeyin anahtarı ve dizgini O’nun elindedir.
Bu idrak, insana büyük bir özgürlük bahşeder. Eğer her şeyin tek bir Sahib’i varsa, o zaman başka insanlara minnet etme, onlardan korkma, onların beklentilerine göre yaşama mecburiyeti ortadan kalkar. Bu düşünce, tarihin en büyük alimlerinin, düşünürlerinin ve peygamberlerinin hayatlarında açıkça görülmektedir. Onlar, sadece Allah’a güvenerek, en güçlü hükümdarların karşısında bile doğruyu söylemekten çekinmemişlerdir. Çünkü biliyorlardı ki, onlardan gelecek bir zarar veya fayda, ancak Allah’ın izniyle gerçekleşebilir. Bu yüzden, “hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun” ifadesi, sadece bir dini inancı değil, aynı zamanda insanın manevi olarak özgürleşmesinin en temel formülünü ortaya koymaktadır.
Dünya Hayatı: Misafirlik ve Bağlılık
> “Misafir olan kimse beraberce götüremediği bir şeye kalbini bağlayamaz.”
>
Dünya hayatı, bir yolculuk gibidir ve hepimiz bu yolculuğun yolcuları, bu hanın misafirleriyiz. Tarih boyunca nice imparatorluklar, şehirler ve medeniyetler gelip geçmiştir. En büyük kralların mezarları bile, zamanın tozu altında kaybolup gitmiştir. Bu durum, dünya hayatının geçiciliğinin en çarpıcı isbatıdır. İnsan, bu geçici hanın içindeyken sahip olduğu her şeyin, makamın, malın, hatta en sevdiklerinin bile sonsuza dek yanında kalmayacağını bilmelidir. İşte bu bilgelik, kalbini beraberinde götüremeyeceği şeylere bağlamaktan alıkoyar.
Bu söz, bir veda çağrısı değil, bir farkındalık uyarısıdır. İnsanlar, dünya malına o kadar bağlanırlar ki, bu bağlılık onları köleleştirir. Kaybetme korkusu, daha fazlasına sahip olma hırsı, kalp huzurunu tamamen yok eder. Bu nedenle, kalbi bir şeye bağlamak yerine, onu her şeyin sahibi olan Allah’a bağlamak gerekir. Tıpkı bir geminin demirini bırakıp yola devam etmesi gibi, insan da bu dünyada biriken eşyalarına, statülerine olan aşırı bağlılığından kurtulmalıdır. Bu, dünya nimetlerinden tamamen vazgeçmek anlamına gelmez; aksine, onlara sahip olurken, kalben onlara bağımlı olmamayı ifade eder. Bu, daha hafif bir yükle, daha huzurlu bir şekilde yolculuk yapabilmek için atılması gereken bir adımdır.
Zahiri Felaketler ve Gizli Nimetler
> “Ne biliyorsun ki, nıkmet gördüğün şeyler, ni’metin tâ kendisi olmasın.”
>
Hayat, iniş ve çıkışlarla doludur. Bazen başımıza gelen olaylar, bir felaket, bir musibet gibi görünür. Hastalık, maddi kayıp, bir yakını kaybetme… Bütün bunlar, ilk bakışta “nıkmet”, yani bir felaket gibi anlaşılabilir. Ancak tarihe ve hikmete biraz daha yakından bakıldığında, en büyük felaketlerin bile, daha büyük hayırlara vesile olabildiği görülür. Mesele, bu olaylara hangi pencereden baktığımızdır.
Bir hastalık, bedeni zayıflatırken, ruhu ve iradeyi güçlendirebilir. Maddi bir kayıp, insanı sahip olduğu manevi zenginlikleri yeniden keşfetmeye yönlendirebilir. Bazen, ilk başta kötü gibi görünen bir olay, gelecekteki bir felaketten bizi koruyan gizli bir nimetin ta kendisidir. Nitekim Kur’an’da ve diğer kutsal kitaplarda, görünenin ötesindeki hikmetlere dair pek çok hikaye anlatılır. Bu, her zorlukta bir hayır aramak ve her olumsuzlukta Allah’ın hikmetini görmeye çalışmak demektir. Hayatın gerçek anlamı, olayların yüzeyine takılıp kalmamak, aksine en derininde yatan dersleri ve nimetleri keşfetmeye çalışmaktır.
Makale Özeti
Bu makale, dört farklı başlık altında, insan hayatının en temel sorularına cevap aramaktadır.
İlk olarak, “Cenab-ı Hakk’ı bulan neyi kaybeder, Onu kaybeden neyi kazanır?” sorusuyla, varlığın amacını ve Allah’a olan bağlılığın getirdiği huzuru anlatır.
İkinci olarak, kâinatın tek bir yöneticisi olduğunu belirterek, insanın tüm dünyevi korku ve minnetlerden kurtuluşunu anlatır.
Üçüncü olarak, dünyayı bir misafirlik olarak ele alır ve kalbin geçici şeylere değil, ebedi olan Allah’a bağlanması gerektiğini ifade eder.
Son olarak, felaket olarak görünen olayların bile birer nimet olabileceği hikmetini işleyerek, insanın hayata karşı bakış açısını sorgulamaya teşvik eder.
Bu dört ana fikir, bir bütünlük içinde, insanın hem dünyevi hem de manevi yaşamında doğru bir duruş sergilemesi için derin ve düşündürücü bir yol haritası sunar.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com