Fâtiha’da Yahudiler İçin “Mağdûb” İfadesi ve Hikmeti

Fâtiha’da Yahudiler İçin “Mağdûb” İfadesi ve Hikmeti

“Kuvve-i gadabiyenin galebe ve tecavüzüyle tecavüz ederek ahkamın terkiyle zulüm ve fıska düşmüşlerdir: Yahudilerin temerrüdü gibi.
Zulüm ve fıskta hasis ve hayırsız bir lezzet görüldüğünden, onlardan nefis teneffür etmez. Kur’an-ı Kerim, o zulmün akıbeti olan gadab-ı İlahiyi zikretmiştir ki, nefisleri o zulüm ve fısktan tenfir ettirsin.
İstimrar ve devam şe’ninde olan isimlerden ism-i mef’ul olarak zikredilmesi ise, şer ve isyanların devam edip, tevbe ve af ile inkıta etmedikleri takdirde kat’ileşeceğine ve silinmez bir damga şekline geçeceğine işarettir.”
İsarat-ul İ’caz. 33.

********

Kur’ân-ı Kerîm’in en özlü ve en kapsamlı sûresi olan Fâtiha, insanlık tarihinin üç büyük yolunu işaret eder:

“En‘amte aleyhim”: Allah’ın nimet verdiği hidayet yolunu bulanlar,

“Mağdûbi aleyhim”: İlâhî gazaba uğrayanlar,

“Dâllîn”: Sapıklık ve dalâlete düşenler.

Burada Yahudiler için kullanılan “Mağdûb” ifadesi, sıradan bir tanımlama değil; hikmetlerle yüklü, derin bir uyarıdır.

Kuvve-i Gadabiyenin İstikametten Sapması

İnsan fıtratında kuvve-i akliye (akıl), kuvve-i gadabiye (öfke, savunma gücü) ve kuvve-i şeheviye (arzu) gibi üç temel cihaz vardır. Bunların dengede olması adaleti, dengesizliği ise sapmayı doğurur.

Yahudiler, kuvve-i gadabiyenin aşırılığıyla zulme meyledip, tecavüz ve temerrüd yoluna saptılar.

İlâhî hükümleri terk ederek fısk ve sefahate düştüler.

Bu zulüm ve fısıkta “geçici bir lezzet” buldukları için nefisleri ondan tiksinmedi.

İşte bu yüzden Kur’ân, onların akıbetini “gadab-ı İlâhî” ile ilişkilendirdi. Çünkü zulüm ve isyanın sonu, daima Allah’ın gazabıdır.

“Mağdûb” İsm-i Mef‘ul Olarak Neden Kullanıldı?

Kur’ân, “gazaba uğradılar” şeklinde geçici bir hâl yerine, “mağdûb” (gazaba uğramış olanlar) ism-i mef‘ulünü kullanmıştır. Bunun da hikmeti vardır:

Şayet zulüm ve fısk, devam eder ve tevbe ile kesilmezse, günah tabiat haline gelir.

Zamanla silinmez bir damga, kalıcı bir sıfat olur.

Bu da kişiyi sadece o anki günahın değil, sürekli bir gazabın muhatabı yapar.

Yani “mağdûb” ifadesi, geçici bir yanlış değil, katılaşmış bir isyan ve mühürlenmiş bir kalp halini temsil eder.

Tarihî Boyut: Yahudilerin Temerrüdü

Tarih boyunca Yahudiler, Allah’ın peygamberlerine karşı temerrüt göstermiştir:

Hz. Musa’ya isyan edip buzağıya tapmaları,

Hz. İsa’yı inkâr etmeleri,

Peygamberleri öldürmeye teşebbüs etmeleri…

Bu temerrüt, sadece bir toplulukla sınırlı değildir. Kur’ân’ın verdiği bu örnek, aslında bütün insanlık için bir uyarıdır:
Kim ki zulmü, isyanı ve fıskı sürekli kılarsa; o da aynı akıbete dûçâr olur.

Hikmetli İkaz: Günümüzde “Mağdûb” Riski

Bugün de insanlık aynı tehlikeyle karşı karşıyadır.

Gücü eline geçirip zulmeden devletler,

Ahlâkı terk edip sefahate düşen toplumlar,

Allah’ın hükümlerini görmezden gelen bireyler,

hepsi aynı kaderi paylaşır: İlâhî gazap.

“Mağdûb” sadece bir kavmi anlatmaz; zulüm ve fıska devam eden herkesin sıfatıdır.

Sonuç: Fâtiha’daki Dua

Fâtiha sûresi, bu yüzden sadece bir sûre değil, aynı zamanda bir dua ve ikazdır:

“Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet” derken hidayet ehlini örnek almayı istiyoruz.

“Mağdûb” ifadesiyle zulüm yoluna sapmaktan sakındırılıyoruz.

“Dâllîn” ile sapıklığın karanlıklarına düşmekten korunmamız isteniyor.

Demek ki her Fâtiha okuyuşta aslında şunu tekrar ediyoruz:
“Ya Rabbi! Bizi zulmün ve fıskın gazaba sürüklediği yoldan uzak tut; hidayetin yolunda sabit kıl.”

📌 Hülâsa: “Mağdûb” ifadesi, müfessirlerin ittifakına Yahudilere işaret etse de, sadece Yahudilerin tarihi isyanlarını anlatmaz. Zulüm ve fıska devam eden her millet, her fert için ilâhî bir uyarıdır. Çünkü günah tevbe ile kesilmezse, kalıcı bir damgaya dönüşür ve insanı ebedî gazaba mahkûm eder.

*******

Fâtiha’da “Mağdûb” ve “Dâllîn” Arasındaki Derin Fark

Fâtiha Sûresi, insanlığın önündeki üç temel yolu tasnif eder:

  1. En‘amte aleyhim: Allah’ın nimet verdikleri, peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin yolu.
  2. Mağdûbi aleyhim: İlâhî gazaba uğrayanların yolu.
  3. Dâllîn: Dalâlete, sapıklığa düşenlerin yolu.

Bu üç yolun her biri, aslında insanlık tarihindeki üç temel akışı temsil eder. “Mağdûb” ve “Dâllîn” arasındaki fark, zahirde küçük gibi görünse de, hakikatte çok derindir.

  1. “Mağdûb” (Gazaba Uğrayanlar)

“Mağdûb”, Risale-i Nur’un ifadesiyle, kuvve-i gadabiyenin istikametten çıkıp tecavüz yoluna girmesi demektir.

Yani kişi bilir, hakikati tanır, ama buna rağmen inat ve isyanla zulme sapar.

Yahudilerin tarihi örneği bu noktada dikkat çekicidir: Tevrat’ı bildikleri halde hükmünü tahrif etmeleri, peygamberlere isyan etmeleri, hakikati görüp inkâr etmeleri.

📌 Özelliği: Bilerek, inatla, menfaat uğruna zulme yönelmek.

  1. “Dâllîn” (Sapıtanlar)

“Dalâlet” ise daha çok kuvve-i akliyenin istikametten çıkmasıdır.

Hakikati tanımayan, ya cehaletle ya da yanlış yönlendirmeyle sapıtan topluluklardır.

Hristiyanların tarihi örneği bu noktada zikredilir: Hz. İsa’yı ulûhiyet makamına çıkararak şirke düşmeleri, hakikati tahrif etmeleri, ama bunu çoğu zaman bilgisizlik ve taassupla yapmaları.

📌 Özelliği: Hakikati bilmeden, yanılarak veya yanlış anlayarak sapmak.

  1. Aralarındaki Temel Fark

Mağdûb: Hakikati bilip inkâr etmek.

Dâllîn: Hakikati bilmeden sapmak.

Bu fark, Kur’ân’ın insanlığa verdiği en büyük ölçülerden biridir. Çünkü her sapıklık aynı değildir.

Bilerek yapılan isyan, daha ağır bir suçtur.

Bilmeden yapılan hata, cehaletten doğduğu için farklıdır.

Nitekim Bediüzzaman’ın şu tesbiti bu noktayı netleştirir:
“Mağdûb, hakikati bilip de zulüm ve fıskta devam edenlerdir; Dâllîn ise hakikati bilmeden, cehaletle dalâlete sapanlardır.”

  1. Günümüze Yansıması

Bugün dünyada bu iki yolun izleri hâlâ görünür:

Mağdûb’un temsilcileri: İlmi, teknolojiyi, bilgiyi elinde tutup, buna rağmen zulmü sistemleştiren devletler ve zümreler. (Örneğin, bilerek mazlumları ezmek, menfaat için hakikati tahrif etmek.)

Dâllîn’in temsilcileri: Hakikati bilmeden, ideolojiler ve yanlış inançlar peşinde sürüklenen toplumlar.

  1. Fâtiha’nın Bize Öğrettiği Dua

Her Fâtiha’da aslında şu niyazı tekrar ediyoruz:

“Ya Rabbi! Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet;
Bizi ne Yahudiler gibi bilerek isyan eden mağdûblardan,
Ne de Hristiyanlar gibi cehaletle sapıtan dallînden eyleme!”

Bu dua, insanlığın en büyük tehlikesine karşı bir korunma zırhıdır. Çünkü insan ya bilip isyan ederek gazaba uğrar, ya da bilmeden saparak dalâlete düşer. Kurtuluş ise ancak hidayet yolunda sabit kalmakla mümkündür.

Sonuç: İki Yolun İkazı

Mağdûb → Bilerek zulme sapmak: İnat, fısk, inkâr.

Dâllîn → Bilmeden dalâlete düşmek: Cehalet, yanlış inanç, taassup.

Kur’ân bu iki sıfatı zikrederek, insanlığı iki büyük felaketten sakındırır. Her Fâtiha’da bu ayetleri okumak, sadece bir ibadet değil; aynı zamanda sürekli bir uyanıklık ve muhasebe çağrısıdır.

📌 Hülâsa: “Mağdûb” ve “Dâllîn” arasındaki farkı kavramak, sadece tarihî bir bilgi değil, günümüz için de hayatî bir ölçüdür. Çünkü biz de her gün bu iki yoldan birine kayma tehlikesiyle yüz yüzeyiz.

*******

Müslüman Toplumlarda “Mağdûb” ve “Dâllîn” Tehlikesi

Fâtiha Sûresi, sadece tarihî Yahudi ve Hristiyan örneklerini vermekle kalmaz; aynı zamanda bütün ümmetlere ve fertlere ibret levhası çizer. Bugün Müslüman toplumların da bu iki tehlike arasında salındığını görmek mümkündür.

  1. Müslümanların “Mağdûb” Olma Tehlikesi

“Mağdûb”, hakikati bilip inkâr eden, bile bile zulme ve fıska devam edenleri ifade eder.

Günümüzde yansımaları:

Adalet yerine zulmün hâkim olması: Yönetici sınıfların Kur’ân’ın açık emirlerini bildikleri halde adaleti terk etmesi, halkı ezmesi.

Din adına istismar: Hakikati bilen din âlimlerinin veya cemaat önderlerinin, menfaat için dini araç haline getirmeleri.

İlim ve imkânı kötüye kullanmak: Teknoloji, ekonomi ve siyaset alanında sahip olunan bilgi ve imkânların, mazlumlara zulmetmek için kullanılması.

İnat ve taassup: Doğruyu bildiği halde sırf “benim tarafım” dediği için hakikati reddetmek.

📌 Bu durum, Müslüman fert ve toplumları “mağdûb” sıfatına yaklaştırır. Çünkü bilmek ama uymamak, insanı gazaba dûçâr eder.

  1. Müslümanların “Dâllîn” Olma Tehlikesi

“Dâllîn”, hakikati bilmeden, yanlış yollarla sapıtanlardır.

Günümüzde yansımaları:

Cehaletin yaygınlığı: Kur’ân ve sünnetten uzaklaşarak, hurafe ve bidatlerle dini yaşamak.

Yanlış ideolojilerin etkisi: Sekülerizm, materyalizm, liberalizm, aşırı milliyetçilik veya aşırı mezhepçilik gibi yabancı fikirlerin hakikatin yerine ikame edilmesi.

Popüler kültürün sürüklemesi: Batı kültürünün cazibesine kapılıp, dinî ölçüleri bilmeden terk etmek.

Bilgisiz dindarlık: İhlâs ve marifet olmadan, sadece şekilsel ibadetlerle yetinmek; dini derinliksiz bir taklit haline getirmek.

📌 Bu durum da Müslümanları “dâllîn” sıfatına yaklaştırır. Çünkü bilmeyerek yanlış yollara sapmak, insanı dalâlete sürükler.

  1. İki Tehlike Arasında Salınan Toplumlar

Bugün birçok İslâm ülkesi bu iki uç arasında sıkışmış durumda:

Mağdûb yönüyle: Bilerek adaleti terk eden yönetimler, menfaat için dini araç eden zümreler.

Dâllîn yönüyle: Cehalet içinde hurafelere kapılan, modern ideolojilerin esiri olan geniş halk kitleleri.

Sonuçta ümmetin gücü zayıflıyor, birlik dağınık hale geliyor, dış müdahalelere açık bir zemin oluşuyor.

  1. Kurtuluş Yolu: “Sirât-ı Müstakîm”

Fâtiha’da istenen yol, bu iki tehlikeden uzak **“nimet verilenlerin yolu”**dur.
Bu yolun temel taşları şunlardır:

  1. İlim ve marifet: Cehaleti giderip hakikati öğrenmek.
  2. İman ve ihlâs: Bilgiyi sırf Allah için yaşamak.
  3. Adalet ve merhamet: Kuvve-i gadabiyeyi zulme değil, hakkı savunmaya yönlendirmek.
  4. Takva ve teslimiyet: Hakikati bildiği halde inkâra değil, itaate yönelmek.

Sonuç: Çağdaş İkaz

Bugün Müslüman toplumlar, hem mağdûb hem de dâllîn olma tehlikesiyle yüz yüzedir.

Bilenlerin zulme sapması → gazab-ı İlâhî.

Bilmeyenlerin cehaletle sapması → dalâlet karanlığı.

Her Fâtiha’da tekrar edilen dua, aslında çağımız Müslümanlarına yönelik en büyük ikazdır:
“Ya Rabbi! Bizi ne bilerek zulme sapan mağdûblardan, ne de cehaletle yolunu kaybeden dallînlerden eyleme; bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet.”

******

Mağdûb ve Dâllîn Tehlikesi: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Endülüs’ten Günümüze Tarihî İbretler

Fâtiha Sûresi’nde geçen “Mağdûb” ve “Dâllîn” kavramları, sadece Yahudi ve Hristiyanlara işaret eden tarihî bir tasvir değil; her toplum için daimî bir ikazdır. Müslüman toplumların tarihi, bu iki tehlikenin zaman zaman nasıl tezahür ettiğini açıkça göstermektedir.

  1. Endülüs’ün Çöküşü: İlmin ve İzzetin Kaybı

Endülüs, sekiz asır boyunca ilim, kültür ve medeniyetin merkezi olmuştu. Ancak:

Mağdûb yönüyle: İktidar sahipleri, hakikati bildikleri halde iç kavgalarla zulme saptılar. Müslüman emirlikler, birbirleriyle savaşırken Haçlı güçlerine kapı araladılar.

Dâllîn yönüyle: Halk, ilim ve marifetten uzaklaştı; dinî ölçüler yerine lüks, eğlence ve taassup peşine düştü.

Sonuçta, hem yöneticilerin zulmü hem de halkın cehaleti birleşince, Endülüs yıkıldı ve bir daha ayağa kalkamadı.

  1. Osmanlı’nın Zayıflaması

Osmanlı, asırlarca İslâm dünyasının merkeziydi. Fakat son döneminde:

Mağdûb tehlikesi: Saray ve idare, çoğu zaman hakikati bildiği halde menfaat, makam ve Avrupa’nın cazibesine kayabildi. Devletin içinde Batı’nın ajanları ve çıkarcı zümreler güç kazandı.

Dâllîn tehlikesi: Halkın geniş kesimleri, Kur’ân’ın ruhundan uzaklaşıp hurafe ve şekilcilikle yetindi. Cehalet arttı, ümmetin büyük kısmı modern ideolojilerin etkisine açık hale geldi.

Sonuç: Osmanlı’nın çöküşüyle İslâm dünyası parçalandı, Batı’nın sömürgesi haline geldi.

  1. Cumhuriyet Dönemi ve Darbeler

Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren Müslüman toplumlar farklı bir imtihanla karşılaştı:

Mağdûb yönüyle: Halkın imanını bilen, ama bilerek dine baskı yapan, Kur’ân harfini yasaklayan, ezanı susturan bir zihniyet ortaya çıktı. Bu, hakikati bilerek zulmetmenin örneğidir.

Dâllîn yönüyle: Halkın geniş kesimi, ya cehaletten ya da dayatılan ideolojilerin etkisiyle dinî hakikatlerden uzaklaştı. Batılılaşma adına köksüz bir kültür taklidi başladı.

Darbeler, bu iki yönün birleşmesiyle şekillendi:

Darbeciler, dış güçlerin maşası olarak, bilerek zulme saptılar → “mağdûb”.

Toplumun bir kısmı, cehalet veya korku yüzünden onları destekledi → “dâllîn”.

  1. Günümüzde İslâm Dünyası

Bugün ümmetin hâli, tarihin tekerrür ettiğini gösteriyor:

Mağdûb örnekleri:

Bilgiyi, teknolojiyi, siyaseti elinde bulundurduğu halde zulüm ve istibdadı sürdüren yönetimler.

Dış güçlerin çıkarına hizmet eden, bilerek ümmeti bölen işbirlikçi zümreler.

Dâllîn örnekleri:

Cehalet ve hurafeyle dini yaşayan kitleler.

Batı’nın kültürünü taklit edip kendi kimliğini unutan genç nesiller.

Popüler ideolojilere kapılıp, hakikatten uzaklaşan toplumlar.

  1. Tarihî İkazın Hikmeti

Endülüs: Bilgi ve imanı kaybedenlerin nasıl yok olduğunu gösterir.

Osmanlı: Adalet ve marifetten uzaklaşınca, en güçlü devletin bile çökeceğini isbatlar.

Cumhuriyet darbeleri: İçimizdeki “mağdûb”ların ve “dâllîn”lerin birleşince nasıl fitne ürettiğini hatırlatır.

  1. Çıkış Yolu: Sirât-ı Müstakîm

Bu tarihî ibretler bize gösteriyor ki:

Mağdûb tehlikesinden kurtuluş: Bilgiyi ve imanı, zulüm yerine adalet için kullanmak.

Dâllîn tehlikesinden kurtuluş: Cehaleti kaldırıp marifet-i İlâhîyeyi yerleştirmek.

Ümmetin kurtuluşu: Birlik, ilim, iman, adalet ve ihlâs ile mümkün.

Sonuç

Fâtiha’daki “mağdûb” ve “dâllîn” ikazı, tarih boyunca olduğu gibi bugün de Müslüman toplumların en büyük imtihanıdır.

Endülüs bu uyarıyı görmezden gelmenin sonucudur.

Osmanlı’nın çöküşü aynı ikazın acı tekrarıdır.

Cumhuriyet darbeleri bu tehlikenin modern bir versiyonudur.

Her Fâtiha’da okuduğumuz dua aslında bir tarih muhasebesidir:
“Ya Rabbi! Bizi bilerek zulmedenlerden ve bilmeden sapanlardan eyleme; bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet.”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 3rd, 2025