Yaratılışın Sırrı ve İnsanın Asli Vazifesi: Tevhid, Hamd ve Sıdk Üzerine Bir Düşünce
Yaratılışın Sırrı ve İnsanın Asli Vazifesi: Tevhid, Hamd ve Sıdk Üzerine Bir Düşünce
Evrende var olan her şeyin bir yaratıcısı ve terbiye edicisi olduğu hakikati, göz önünde duran apaçık bir delildir.
İlk metindeki o manidar söz, bu hakikatin en saf ve en yalın halini dile getirir:
“Sizi terbiye eden ve büyüten O’dur. Ve sizin mürebbîniz O’dur. Öyle ise siz de, O’na ibadet etmekle abd olunuz!”
İnsanın doğumundan ölümüne kadar geçen süreç, bir terbiye ve olgunlaşma sürecidir. Gerek bedenimizin büyümesi, gerek aklımızın gelişmesi, gerekse ruhumuzun kemale ermesi, hep O’nun terbiyesi altındadır. Tıpkı bir bahçıvanın fidanını özenle büyütmesi gibi, Rabbimiz de bizleri en güzel şekilde terbiye eder. Bu terbiye sürecine karşı insanın en büyük vazifesi, O’na ibadet etmekle kul olduğunu idrak etmektir. İnsanlık tarihi, bu idrakin peşinde koşmuş, peygamberler ve alimler bu idraki yaymak için mücadele etmişlerdir. İbadet, sadece bir görev değil, aynı zamanda terbiye edicimize olan minnetin, sevginin ve teslimiyetin en yüce ifadesidir.
Bu terbiye ve ibadet bilincinin temelinde yatan en önemli unsur ise, sıdk yani doğruluk ve dürüstlüktür.
İkinci metin, sıdkın İslamiyet’teki merkezi konumunu şu sözlerle anlatır:
“Sıdk, İslâmiyet’in üss-ül esasıdır ve ulvî seciyelerinin rabıtasıdır ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacıdır.” Sıdk, sadece sözde yalan söylememek değildir; aynı zamanda amellerde, niyetlerde ve tüm hayattaki duruşta doğru olmaktır. İslam medeniyetinin yükselişinde, sahabelerin ve sonraki dönemlerdeki alimlerin sıdk üzere yaşamaları büyük bir rol oynamıştır. Onların sözleri de, amelleri de birbiriyle tutarlılık arz ediyordu. Bu, onların karakterini sağlamlaştırıyor, yüksek ahlaki değerlerini birbirine bağlıyordu. Bu dürüstlük, aynı zamanda onların manevi hislerini de doğru bir mizaca oturtuyor, onları takva, tevazu ve samimiyet gibi ulvi duygulara sevk ediyordu. Sıdkın olmadığı yerde, her türlü yozlaşma, riya ve sahtekarlık baş gösterir. Bir kulun ibadeti bile, sıdk ile yapılmadığında, sadece şekilden ibaret kalır.
Tüm bu terbiye, ibadet ve sıdk kavramları, bizi en temel hakikate götürür: Varlık aleminin Yaratıcısı’nın birliğine ve kudretine. Bu kudretin en büyük nişanı ise üçüncü sözde gizlidir:
“Birşeyi herşey ve herşeyi birşey yapmak, herşeyin Hâlıkına has ve Kadîr-i Külli Şeye mahsus bir nişandır, bir âyettir.”
Bu, yaratılışın en büyük mucizelerinden biridir. Bir tek atomdan tüm kainatı yaratmak, bir tek tohumdan koskoca bir ağacı var etmek, bir damla sudan bir insanı meydana getirmek, sadece sınırsız bir kudretin işi olabilir. Bu kudret, aynı zamanda her bir şeyi, yani kainattaki tüm varlıkları, tek bir kanun ve düzen içinde bir araya getirebilme yeteneğidir. Külli ve Kadir olan bu Yaratıcı’nın varlığı, O’nun san’atındaki mükemmellikle kendini gösterir. Bu, aynı zamanda her bir varlığın kendi içinde bir ayet, bir delil olduğu anlamına gelir. Bu delilleri okuyabilen bir kul, kalbinde O’na karşı tarifsiz bir saygı ve sevgi duyar.
Bu sevgi ve saygı, bizi son ve en önemli noktaya, hamd ve senâya götürür.
Son metin, bu gerçeği en kısa ve net haliyle ifade eder:
“İbadet O’na mahsus olduğu gibi, hamd ü senâ dahi O’na hastır.” Yaratılışın sırrına vakıf olan, O’nun terbiye edici kudretini gören, sıdk ile O’na kul olan bir insan, sadece ibadet etmekle kalmaz, aynı zamanda O’nu över ve yüceltir. Hamd, sadece “şükürler olsun” demek değildir. O’nun her bir isminin tecellisindeki mükemmelliği görmek, O’nun eşsiz sanatını ve hikmetini takdir etmek demektir. Bir kuşun kanadındaki desen, bir çiçeğin kokusu, bir nehrin akışı… Her birinde O’nun benzersiz sanatının bir nişanı vardır ve bu nişanlar bizi O’na hamd etmeye sevk eder. Bize düşen, tüm varlıkların yaptığı gibi O’nu hamd ve senâ ile anmaktır.
Bu dört metin, aslında bir bütünün parçalarıdır. Bizi terbiye eden ve her şeyi yaratan Yüce Varlık’a, sıdk ile inanıp ibadet etmek, O’nun sınırsız kudretini anlamak ve bu anlayışla O’nu hamd ü senâ ile yüceltmek… İşte bu, varoluşumuzun en temel gayesi, insanlığımızın en büyük şerefidir.
Özet
Bu makale, dört ayrı metindeki hikmetli sözleri bir araya getirerek, insanın yaratılış amacı ve temel manevi görevleri üzerine derin bir düşünce sunmaktadır.
İlk olarak, insanı terbiye eden ve büyütenin Allah olduğu ve bu nedenle O’na ibadetle kul olunması gerektiği anlatılır.
Ardından, İslamiyet’in temel taşı olan sıdk (doğruluk) kavramı ele alınır ve sıdkın yüksek ahlaki değerlerin ve manevi duyguların kaynağı olduğu belirtilir.
Makale, Yaratıcı’nın sınırsız kudretinin, “bir şeyi her şey ve her şeyi bir şey yapma” mucizesinde yettiğini ve bu kudretin her bir varlıkta bir ayet olarak tecelli ettiğini anlatır.
Son olarak, ibadetin ve hamd-ü senanın sadece Allah’a ait olduğu gerçeğiyle tüm konular birleştirilir. Makale, bu prensiplerin bir araya gelmesiyle, insanın varoluş gayesine ulaşacağını ve hayatına anlam katacağını ifade eder.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com