Hikmet ve Kâinat: İlahî Düzenin Şahitleri
Hikmet ve Kâinat: İlahî Düzenin Şahitleri
> “Evet bütün kâinatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları zerreler gibi hikmetli ve kolay çeviren ve gezdiren ve zerratı muntazam memurlar gibi istihdam eden Zât-ı Akdes-i İlahî’nin şeriki, naziri, zıddı, niddî olmadığı gibi, لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ sırrıyla sureti, misli, misali, şebihi dahi olamaz.”
>
Kâinatı bir saray, bir ev gibi kusursuzca idare eden bir kudretin varlığı, akl-ı selim sahibi her insan için apaçık bir gerçektir. Bu düzen, en büyük galaksilerden en küçük atomlara kadar her seviyede kendini gösterir. Yıldızlar, devasa kütlelerine rağmen sanki birer zerreymiş gibi kolayca hareket ettirilirken, zerreler (atomlar) ise tıpkı vazifeli memurlar gibi belirli bir nizam içinde görevlerini yerine getirirler. Bu tablo, bize evrenin rastgele bir kaos değil, aksine ilahî bir hikmetle işleyen büyük bir sistem olduğunu gösterir. Bu muazzam düzenin kaynağı olan Zât-ı Akdes-i İlahî’nin eşi, benzeri, zıddı veya denginin olması mümkün değildir.
Kur’an-ı Kerim’in “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, her şeyi işitir ve görür” ayeti de bu gerçeği teyit eder. Bu açıdan, Allah’ın suretinin, misalinin, mislinin veya benzerinin tasavvur dahi edilemeyeceği gerçeği, O’nun mutlak ve benzersiz yüceliğini anlatır. Bu hikmetli düzenin idraki, insanın acizliğini ve yaratıcısına duyduğu saygıyı pekiştirir.
İnsanın Yaratılış Gayesi: Ebediyete Yöneliş
> “İnsan, ebed için yaratılmıştır.”
>
Hayatın kısa ve geçici olduğunu bilmek, insanda derin bir düşünce ve sorgulama uyandırır. İnsan, sadece bu dünya hayatını yaşayıp yok olmak için yaratılmış olsaydı, içindeki sonsuzluk arayışı, daimi mutluluk arzusu ve gelecek kaygısı anlamsız olurdu. Ancak, bu arayış ve arzular, insanın fıtratında köklü bir şekilde mevcuttur. Bu durum, insanın bu fani dünyada kalıcı olmadığını, asıl yurdunun ebedî bir âlem olduğunu gösterir. “İnsan, ebed için yaratılmıştır” ifadesi, hayatın asıl gayesini ve manasını öte dünyada aramak gerektiğini anlatır. Bu, aynı zamanda insanın bu dünyadaki tüm çabalarının, gayretlerinin ve ahlaki değerlerinin sonsuz bir karşılığının olacağı umudunu da taşır. Bu fani dünya, ebedî hayatın bir hazırlık evresidir. Bu bilinçle yaşayan bir insan, yaşadığı her anı, yaptığı her işi ve kurduğu her ilişkiyi ebedîliğe bir yatırım olarak görür.
Dua ve Yüceliş: İnsanlığın Kurtuluş Anahtarı
> “Dua gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medarı olan bir vesileyi elden bırakma, ona yapış, a’lâ-yı illiyyîn-i insaniyete çık.”
>
Dua, sadece isteklerin dile getirildiği bir eylem değil, aynı zamanda insanın acizliğini fark ederek Rabbine yönelişidir. Bir nevi, acizliğin en büyük kuvveti bulmasıdır. Dua, hazine-i rahmetin anahtarıdır. Bu ifade, Allah’ın sonsuz rahmetine ulaşmanın en kestirme yolunun dua olduğunu gösterir. Dua, insana umut verir, sıkıntılarını hafifletir ve manevi bir güç kaynağı olur. Aynı zamanda, dua, bir teslimiyet ve tevekkül halidir. İnsan, kendi gücünün yetmediği yerde dahi, sınırsız bir kudretin sahibi olan Allah’a sığınmanın huzurunu yaşar. “Tükenmez bir kuvvetin medarı” olması, duanın insanı fiziksel ve manevi olarak güçlendirdiğine işaret eder. Dua ile insan, nefsini terbiye eder, manevi mertebeleri aşar ve “a’lâ-yı illiyyîn-i insaniyete” yani insanlığın en yüce mertebesine yükselir. Bu, insanın sadece maddî ihtiyaçlarını karşılamakla kalmayıp, manevî olgunluğa da eriştiği bir yolculuktur. Dua, bu yolculukta atılan en önemli adımdır.
İnsan ve İlahî Ağaç: Yaratılışın Özü
> “Ve keza insan, hilkat semeresi olduğundan anlaşılır ki: İnsanlardan bir çekirdek var ki, Cenab-ı Hak şecere-i hilkati o çekirdekten inbat etmiştir. O çekirdek de ancak ve ancak bütün ehl-i kemalin ve belki nev’-i beşerin nisfının ittifakıyla efdalü’l-halk, seyyidü’l-enam Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır.”
>
Bu metin, insanın yaratılışındaki özel konumu ve Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed’in (s.a.v) merkezî rolünü anlatır. “İnsan, hilkat semeresi” yani yaratılışın meyvesi olarak tanımlanır. Bu, evrendeki her şeyin insan için yaratıldığını ve insanın da evrenin en kıymetli varlığı olduğunu ifade eder. Ancak, bu meyvenin de bir çekirdeği vardır. “Cenab-ı Hak şecere-i hilkati o çekirdekten inbat etmiştir.” yani yaratılış ağacını o çekirdekten filizlendirmiştir. Bu çekirdek, yaratılışın özü, gayesi ve başlangıcıdır. Metnin devamında, bu çekirdeğin “bütün ehl-i kemalin ve belki nev’-i beşerin nısfının ittifakıyla efdalü’l-halk, seyyidü’l-enam Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm” olduğu belirtilir. Bu, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) sadece bir peygamber değil, aynı zamanda insanlığın en mükemmeli ve yaratılışın varlık sebebi olduğunu ifade eder. O’nun hayatı, ahlakı ve tebliği, tüm insanlık için en yüce örnek teşkil eder. Bu düşünce, İslam’ın temel direklerinden birini oluşturur ve Peygamber sevgisinin ne kadar köklü bir yere sahip olduğunu gösterir.
Makalenin Özeti
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinden alınan dört farklı metnin derinliklerini ele almaktadır. İlk olarak, kâinatın kusursuz düzeni ve bu düzenin yaratıcısı olan Allah’ın eşsiz ve benzersizliği anlatılır. Ardından, insanın bu dünyada fani olmadığını ve ebedî bir hayat için yaratıldığını belirterek, varoluşun asıl gayesine işaret edilir.
Üçüncü bölümde, duanın Allah’ın rahmet hazinesinin anahtarı ve tükenmez bir güç kaynağı olduğu anlatılır, insanı manevi olarak yücelten bir vasıta olduğu ifade edilir.
Son olarak ise, insanın yaratılışın en önemli meyvesi olduğu, bu meyvenin çekirdeğinin ise Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed (s.a.v) olduğu belirtilerek, O’nun insanlık için taşıdığı merkezi ve yüce konum izah edilir. Bu metinler bir bütün olarak, insanın kendi varlığını, kâinatın işleyişini ve yaratılışın asıl hikmetini anlaması için bir yol haritası sunar.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com