Kader, Keder ve Kâinatın Bütünlüğü
Kader, Keder ve Kâinatın Bütünlüğü
Hayat, görünmeyen bağlarla örülmüş, mana yüklü bir kumaştır. Elimizdeki dört farklı karede, bu kumaşın dört farklı desenini görüyoruz. Her biri kendi içinde bir mana taşırken, bir araya geldiklerinde insanın kâinatla olan derin ve hikmetli ilişkisini gözler önüne seriyorlar. Bu makalede, bu dört vecizenin sunduğu manzarayı ele alacak, tarihî, edebî ve ibretlik yönleriyle bir bütünlük içinde inceleyeceğiz.
- Kadere İnanmak ve Kederden Emin Olmak
“Kadere inanan kederden emin olur.”
Bu hikmetli söz, tasavvuf ve İslâm düşüncesinde önemli bir yere sahiptir. İnsanoğlunun en büyük imtihanlarından biri, yaşamın getirdiği zorluklar ve belirsizlikler karşısında duyduğu endişe ve kederdir. Tarih boyunca birçok filozof ve düşünür, bu kederin kaynağını ve çözümünü aramıştır. Bu söz, çözümün zahiri koşullarda değil, dahili bir teslimiyette olduğunu anlatır.
Kadere iman, bireyin başına gelen her şeyin ilahi bir irade ve planın parçası olduğuna inanmasıdır. Bu inanç, onu çaresizlikten kurtarır ve her zorluğun bir ders, bir imtihan veya bir hayır vesilesi olduğu bilincini aşılar. Bu bilinçle hareket eden bir insan, musibetler karşısında yıkılmaz, aksine olgunlaşır ve ruhi olarak güçlenir.
Edebiyatımızda da bu tema sıklıkla işlenmiştir. Yunus Emre’nin “Gelse celâlinden cefa, yahut cemâlinden vefa, ikisi de cana sefa” deyişi, kadere rızanın en güzel örneklerinden biridir.
Bu sözler, kederin geçici olduğunu ve asıl huzurun Allah’ın takdirine boyun eğmekte bulunduğunu öğütler. - İyilik ve Kötülüğün Mânâsı
“Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemmiyetten veya keyfiyetten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstahaktır.”
“Belki, kıymettar birtek hasene ile, çok seyyiâtına nazar-ı afla bakmak lâzımdır.”
Bu iki cümle, insan ilişkilerine ve ahlaki değerlendirmelere dair derin bir bakış açısı sunar. Toplum olarak genellikle bir kişinin hatalarına odaklanır, iyiliklerini görmezden geliriz. Oysa bu sözler, bir insanın değerinin ve sevgiye layık olmasının, sadece kusursuzluğuyla değil, iyiliklerinin kötülüklerinden daha ağır basmasıyla ölçülmesi gerektiğini söyler. Burada kullanılan “kemmiyet” (nicelik) ve “keyfiyet” (nitelik) kavramları, hem iyiliklerin sayısının hem de kalitesinin önemine işaret eder. Bazen, küçük gibi görünen tek bir iyi niyetli davranış, kişinin pek çok hatasını telafi edebilir.
Bu düşünce, bizi daha affedici, daha hoşgörülü ve insanları bütün bir şekilde değerlendirmeye davet eder. Tarihte birçok lider, düşünür ve tasavvuf ehli, insanların eksikliklerini değil, potansiyellerini ve iyi yönlerini görme yeteneği sayesinde büyük kitlelerin sevgisini kazanmıştır.
Mevlana’nın “Gel ne olursan ol yine gel” çağrısı da bu hikmetin bir yansımasıdır. İnsanları yargılamak yerine, onların içindeki iyilik cevherini bulup çıkarmaya çalışmak, toplumsal huzurun temelidir.
- Bilginin ve Haddini Bilmenin Önemi
“Mevlana’ya sormuşlar: ‘O kadar okur, o kadar yazarsın. Peki ne bilirsin?’ Mevlâna da cevap vermiş: ‘Haddimi bilirim!’”
Bu anekdot, bilginin biriktirilmesinden çok, kişinin kendini tanımasının ve haddini bilmesinin önemine işaret eder. Modern dünyada bilgiye erişim sınırsızdır. Ancak, bu bilgi bolluğu içinde kendi cehaletinin farkında olmak ve haddini aşmamak, asıl erdemdir. Mevlana, bilgeliğin kuru bir ezberden ibaret olmadığını, asıl bilginin kişinin kendi acizliğini, sınırlarını ve yaratıcısına karşı olan konumunu anlaması olduğunu öğretir.
Bu cevap, aynı zamanda kibirden uzak durmanın ve tevazuun erdemine işaret eder. Bir insan ne kadar çok şey öğrenirse öğrensin, kâinattaki sonsuz bilgi karşısında kendi bilgisinin ne kadar kısıtlı olduğunu idrak eder. Bu idrak, onu sürekli öğrenmeye ve alçakgönüllü olmaya teşvik eder. Tarihte, Sokrat’ın “Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir” sözü de benzer bir düşünceyi ifade eder. Gerçek bilgelik, bilginin derinliğini değil, bilme yolculuğundaki tevazuu yansıtır.
- Varlık ve Sorumluluk Bilinci
“Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen fa’al ve kudretli bir Zâtın hârika işlerine bak. Sen başıboş olmadığın gibi, bu hâdiseler de başıboş olamazlar.”
Bu sözler, modern insanın en büyük bunalımlarından biri olan varoluştaki boşluk hissini ele alır. Birey, bazen kendini koca bir evrende amaçsız ve yalnız hissedebilir. Ancak bu vecize, bize kâinatın tesadüfi olmadığını, her olayın arkasında bir amaç ve düzenin bulunduğunu hatırlatır. Etrafımızdaki doğa olayları, galaksilerin dönüşü, mevsimlerin döngüsü ve hayatın kendisi, sonsuz bir güç ve kudretin eseridir.
Bu söz, insana kendi varlığının da bir amaç doğrultusunda yaratıldığını, başıboş ve anlamsız olmadığını hatırlatarak bir sorumluluk bilinci aşılar. Hayatımızdaki her bir olay, bir ders, bir imtihan veya bir işaret olabilir. Bu bilinçle, insan kendini evrenin bir parçası olarak görür ve hayatına anlam katar. İbrahim Hakkı Hazretleri’nin “Marifetname”sindeki astronomi, anatomi ve ahlakın iç içe işlenmesi, bu bütün bir bakış açısının en güzel örneklerinden biridir. Kâinatı okumak, aslında kendimizi ve Yaradanımızı tanımaktır.
Özet
Bu makale, dört farklı vecizenin sunduğu dört ana temayı ele almaktadır: kadere iman, insan ilişkilerinde hoşgörü, haddini bilmek ve varoluşun gayesi.
Her biri, insan hayatının farklı bir yönüne ışık tutarken, aslında ortak bir paydada buluşurlar: kişinin kendini, çevresini ve kâinatı anlaması. Kadere iman, bireyi kederden kurtarırken, iyilikleri esas alan bir bakış açısı toplumsal huzuru sağlar. Haddini bilmek, kişisel gelişimin anahtarıdır.
Son olarak, kâinatın düzenini idrak etmek, varoluştaki anlamsızlıktan sıyrılıp hayata anlam katmamızı sağlar. Bu dört hikmet, insanın manevi ve ahlaki olgunluğa ulaşması için birbirini tamamlayan yolları işaret eder.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com