Bu Dünya: Hizmet Yeri mi, Ücret Yeri mi?
Bu Dünya: Hizmet Yeri mi, Ücret Yeri mi?
İnsanoğlu, dünya hayatında sürekli bir çaba, bir koşuşturma içindedir. Bu çabaların birçoğu, maddi kazanç elde etme, makam sahibi olma veya bir ödül alma niyetiyle yapılır. Ancak resimdeki o derin ve hikmetli söz, bu yaygın anlayışa meydan okur:
“Bu dünya dârü’l-hizmettir, ücret almak yeri değildir. A’mal-i salihanın ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, âhirettedir. O baki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, âhireti dünyaya tabi etmek demektir. O amel-i salihin ihlası kırılır, nuru gider.”
Bu cümleler, hayatın gayesine dair köklü bir sorgulama başlatır ve insanı fâni olanla baki olan arasında bir seçim yapmaya davet eder.
Hikmetli Bir Bakış: Amel-i Salihin Bereketi ve Hedefi
Hikmet, bir şeyin asıl gayesini ve hakikatini anlamaktır. Bu sözün hikmeti, salih amellerin (iyi işlerin) gerçek karşılığının bu dünyada aranmaması gerektiğini öğretir. Eğer bir iyiliği, bir hayrı veya bir ibadeti, dünyevi bir makam, şöhret veya menfaat için yaparsak, o amelin ihlasını yani samimiyetini zedeleriz. İhlasın kırılması, amelin nurunun gitmesine ve manevi değerini kaybetmesine yol açar. Bir fidanın meyve vermesi için doğru toprağa ekilmesi gerektiği gibi, salih amellerin meyveleri de doğru “toprakta” aranmalıdır. Bu toprak, dünya değil, ahirettir. Bu bilinç, insanı riyadan (gösterişten), kibirden ve menfaatperestlikten korur. Gerçek bir hizmetkâr, yaptığı işin karşılığını bu dünyada beklemez, çünkü bilir ki asıl ve kalıcı ücret, ebedî âlemde verilecektir.
Edebi Bir Düşünce: Meyve ve Işığın Metaforu
Sözde geçen “meyveler” ve “nurlar” gibi edebi ifadeler, soyut kavramları somutlaştırarak anlatımı zenginleştirir. Salih amellerin meyveleri, ahiretteki nimetleri ve güzellikleri sembolize eder. Bu meyveleri dünyaya çekmek, yani yaptığımız iyiliklerden dünyevi bir karşılık beklemek, bir fidanın meyvesini toprağa geri gömmek gibi anlamsızdır. Bu, tabiat kanunlarına aykırıdır ve amelin fıtratını bozar. “Amelin nuru” metaforu ise, ihlasın, samimiyetin ve Allah rızasının bir fiile kattığı manevi aydınlığı ifade eder. Riyakârlık ve menfaatperestlik, bu nuru söndüren karanlık bir perde gibidir. Edebi açıdan, bu söz, bir eylemin manevi derinliğini ve güzelliğini ancak ihlasın aydınlatabileceğini vurgular.
Tarihî ve İbretli Bir Yaklaşım: Dünya İçin Yapılan Amellerin Sonu
Tarih, bu ilkenin önemini gösteren sayısız ibretle doludur. Dünyevi makam, şöhret veya para kazanmak için ilim yapanlar, iyilik yapanlar ve hatta ibadet edenler, ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar, tarihin tozlu sayfalarında silik birer figür olarak kalmışlardır. Bazen bu tür amellerin dünyevi karşılığı gelmiş, ancak onlara ne bir huzur ne de bir mutluluk getirmiştir. Mesela, zalim hükümdarlara yaranmak için yazdığı eserlerle bilinen, ancak samimiyetsizliği yüzünden eserlerinin etkisi kalıcı olmayan ilim adamları tarihte mevcuttur.
Öte yandan, sadece Allah rızası için ilim yapan, hizmet eden ve zorluklara sabreden nice ilim ehli, derviş ve alimler vardır. İmam-ı Azam, İmam Şafiî gibi isimler, dünya makamlarından kaçmış, ancak eserleri ve manevi mirasları asırlar boyunca insanlığa ışık tutmuştur. Onların amelleri, dünyevi bir karşılık beklemedikleri için hem ihlaslı kalmış hem de kalıcı bir nur bırakmıştır. Bu durum, hizmetin karşılığının bu dünyada aranmaması gerektiğinin en büyük tarihî kanıtıdır.
Düşündürücü Bir Sonuç: Gerçek Zenginliğin Yeri
Bu söz, modern dünyanın en büyük yanılgılarından birine, yani her şeyin maddi bir karşılığı olduğu düşüncesine karşı durur. İnsanları, yaptıkları her işten bir kâr, bir menfaat elde etmeye iten bu anlayış, insan ruhunu fakirleştirir ve dahili huzuru yok eder. Gerçek zenginlik, yaptığımız hizmetin karşılığını bu dünyada değil, ahirette beklemektir. Bu, bir nevi manevi yatırım yapmaktır.
Bu anlayış, bir eylemi sadece “yapılması gereken bir iş” olmaktan çıkarıp, onu bir ibadete ve manevi bir yükselişe dönüştürür. Bir anne çocuğuna bakarken, bir işçi işini yaparken, bir öğrenci ders çalışırken, eğer bu işleri Allah rızası için yapıyorsa, bu eylemlerin hepsi birer salih amel haline gelir ve karşılığı kat kat artar. Bu düşünce, dünya hayatını bir hizmet yeri, bir tarla ve bir sınav olarak görmemizi sağlar. Fani olanı değil, baki olanı hedeflemeyi öğretir. İşte o zaman, insan yaptığı her işten gerçek bir manevi tatmin ve huzur duyar.
Özet
Bu makale, “Bu dünya dârü’l-hizmettir, ücret almak yeri değildir” sözü üzerine kuruludur ve hayatın asıl gayesinin hizmet etmek olduğu fikrini işler. Makale, konuyu hikmetli, edebi, tarihi ve düşündürücü açılardan inceler. Hikmetli bir bakış açısıyla, salih amellerin karşılığının ahirette aranması gerektiği, aksi halde amelin ihlasının ve nurunun zedeleneceği belirtilir. Edebi olarak, salih amellerin meyveleri ve nuru metaforları üzerinden, dünya karşılığının amelin değerini nasıl düşürdüğü anlatılır. Tarihi ve ibretli bir yaklaşımla, dünyevi menfaatler için yapılan işlerin kalıcı olamadığı, ancak Allah rızası için yapılan hizmetlerin asırlar boyu devam ettiği örneklerle gösterilir. Sonuç olarak, makale, bu hikmetin insanı dünyevi hırslardan kurtararak manevi bir huzura kavuşturduğunu ve hayatı bir hizmet ve ibadet yeri olarak görmeyi sağladığını anlatır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com