Dil ve Tad Alma Duyusu: İlahi Bir Kapı mı, Nefsin Kapıcısı mı?
Dil ve Tad Alma Duyusu: İlahi Bir Kapı mı, Nefsin Kapıcısı mı?
“Dildeki kuvve-i zâikayı Fâtır-ı Hakîmine satmazsan, belki nefis hesâbına, mide nâmına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzâk-ı Kerîme satsan, o zaman dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i İlâhiye hazînelerinin bir nâzır-ı mâhiri ve kudret-i Samedâniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.
….Ve ey dil, iyi tad! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazîne-i hâssa-i rahmet nâzırı nerede?
Ve daha bunlar gibi başka âletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü’min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvâfık bir mahiyet kesb eder. Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü’min, imâniyle Hàlıkının emânetini, Onun nâmına ve izni dairesinde istimâl etmesidir. Ve kâfir, hıyânet edip nefs-i emmâre hesâbına çalıştırmasıdır.”
*******
İnsan bedenindeki her organ, Allah’ın insana verdiği bir emanet, bir imtihan vesilesi ve aynı zamanda bir nimet kapısıdır. Dil ve onun üzerindeki kuvve-i zâika (tat alma duyusu) ise, çoğu zaman fark edilmeyen ama hem maddî hem manevî anlamda insanın yolunu belirleyebilecek kadar etkili bir alettir.
Bediüzzaman Said Nursî, bu hassanın iki farklı kullanımını çarpıcı bir benzetmeyle ifade eder:
Nefis ve mide hesabına çalışırsa, yalnızca midenin deposuna hizmet eden, “bir tavla kapıcısı” derekesine düşer.
Rezzâk-ı Kerîm’in hesabına çalışırsa, rahmet hazinelerinin inceliklerini gözetleyen, kudret matbahlarının lezzetlerini tanıyıp şükreden bir “müfettiş-i şâkir” makamına yükselir.
- Hikmet Yönü
Tat alma duyusu, yalnızca yiyecekleri ayırt etmek için değil, aynı zamanda şükür kapısını açmak için verilmiştir. Her lokmada binlerce kimyevî olay gerçekleşir; dil, bu olayların hem sağlık açısından güvenlik kontrolünü yapar hem de nimetlerin lezzetini hissederek sahibine şükür ilham eder.
Bu yüzden Kur’ân, nimetin tadını hissetmeyi şükürle tamamlar:
> “Yiyiniz, içiniz; fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’râf, 7/31)
- Edebi Yönü
Bediüzzaman’ın “tavla kapıcısı” ve “rahmet hazinesi nazırı” benzetmeleri, dilin değerindeki uçurumu göz önüne serer. Bu zıtlık, tezat sanatı ile dilin, iman ve niyete göre aşağıların aşağısına veya yücelerin yücesine çıkabileceğini gösterir. Aynı organ, ya nefsin hizmetkârıdır ya da Rabbin sofrasının şükürkârı…
- Tarihî Yönü
Tarihte bazı toplumlar, tad alma zevkini sınır tanımaz bir şekilde putlaştırmış, gıda lüksü ve oburluk yüzünden çöküşe uğramıştır. Roma İmparatorluğu’nun son dönemlerinde aşırı yemek kültürü, toplumsal çürümenin sembollerinden biri olmuştur. Buna karşılık, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gibi az yiyerek çok şükreden önderler, tat alma duyusunu hikmetli ve dengeli kullanmışlardır.
- İlmi ve Bilimsel Yönü
Modern biyoloji, dilin tat alma tomurcuklarının yalnızca tat almak için değil, aynı zamanda zehirli veya bozuk gıdaları fark ederek vücudu korumak için yaratıldığını göstermektedir. Dil üzerindeki yaklaşık 10.000 tat tomurcuğu, tatlı, tuzlu, ekşi, acı, umami yani lezzetli tuzlu tat gibi beş temel tadı farkeder.
Bu hassas sistem, tesadüfle açıklanamayacak kadar kompleks bir yaratılışın delilidir.
Kur’ân bu gerçeğe işaret eder:
> “Size gökten su indirdi; onunla çeşit çeşit bitkiler çıkardık… Onlara bakın; meyvelerine, olgunlaşmasına…” (En’âm, 6/99)
- Akli ve Mantıki Yönü
Mantıken, dil yalnızca bir “tat alma cihazı” değildir; insanın nimet karşısındaki tavrını belirleyen bir imtihan noktasıdır. Eğer tat alma, sadece haz alma amacıyla kullanılırsa, insan bir zevk kölesi hâline gelir. Ama tat, nimeti Yaratan’a şükür vesilesi olarak değerlendirilirse, basit bir biyolojik faaliyet, yüksek manevî bir ibadet olur.
- İbret Boyutu
Dünyada dilini ve tat alma duygusunu israf, hırs ve harama yönlendirenler; ahirette bu nimetin hesabını vereceklerdir. Nitekim Kur’ân, “Sonra o gün, nimetlerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.” (Tekâsür, 102/8) ayetiyle bu gerçeği haber verir.
Diğer yandan, şükürle yaşayan mümin, hem dünyada hem ahirette ebedî sofralara davet edilecektir:
> “Cennet halkı, ‘Allah’a hamdolsun, bizden hüznü giderdi.’ derler…” (Fâtır, 35/34)
Müradif Ayetler
“O, sizin için kulaklar, gözler ve kalpler yaratandır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Mü’minûn, 23/78)
“Helal ve temiz olanlardan yiyin ve Allah’ın nimetlerine şükredin.” (Nahl, 16/114)
“İnsan, yediğine bir baksın.” (Abese, 80/24)
Özet
Dil ve tat alma duygusu, insana sadece lezzet için değil, nimeti tanıyıp şükretmek için verilmiştir. Nefis için kullanıldığında, insanı basit bir mide kapıcılığına indirir; Allah için kullanıldığında ise, rahmet sofralarının değerli bir gözcüsü ve şükürkârı yapar. Mümin, bu emaneti iman çerçevesinde kullanarak Cennet’e layık bir mahiyet kazanır; kâfir, emanete hıyanet ederek Cehennem’e uygun bir hâl alır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com