Zelzele ve İlahi İkaz: Gafletin Perdesini Yırtan Bir Hakikat

Zelzele ve İlahi İkaz: Gafletin Perdesini Yırtan Bir Hakikat

“Nasıl oluyor ki küre-i arzın benî-Âdem’den, bâhusus ehl-i imandan beğenmediği bir kısım etvar-ı gafletin sıklet-i maneviyesinden omuz silkmeye benzeyen zelzele gibi mevt-âlûd hâdisat-ı hayatiyesini; bir mülhidin neşrettiği gibi gayesiz, tesadüfî zannederek bütün musibetzedelerin elîm zayiatını bedelsiz, hebaen mensur gösterip müthiş bir yeise atarlar. Hem büyük bir hata hem büyük bir zulüm ederler.

   Belki öyle hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîm’in emriyle ehl-i imanın fâni malını, sadaka hükmüne çevirip ibka etmektir ve küfran-ı nimetten gelen günahlara keffarettir. Nasıl ki bir gün gelecek, şu musahhar zemin, yüzünün ziyneti olan âsâr-ı beşeriyeyi şirk-âlûd, şükürsüz görüp çirkin bulur. Hâlık’ın emriyle büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler. Allah’ın emriyle ehl-i şirki cehenneme döker. Ehl-i şükre “Haydi, cennete buyurun!” der.”
Sözler

Bediüzzaman Said Nursî’nin Sözler’de dile getirdiği bu derin hakikat, tabiî görünen felâketlerin ardındaki manevî sebepleri ve ilahî hikmetleri anlamamıza ışık tutar. Ona göre, küre-i arz, özellikle ehl-i imandan sadır olan gaflet hâllerini ve küfran-ı nimet kokan davranışları manevî bir ağırlık gibi hisseder. Bu ağırlık, yer sarsıntıları veya diğer musibetler şeklinde tecelli edebilir. Ancak bu hâdiseleri “gayesiz” veya “tesadüfî” zannetmek, hem aklî hem de dinî bakımdan büyük bir hatadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de bu hakikati teyit eden birçok ayet vardır:

“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. Allah çoğunu da affeder.” (Şûrâ, 42/30)

“Onlara açık bir musibet gelince, ‘Bu, Allah’ın bize verdiği bir cezadır’ dediler.” (A’râf, 7/134)

“Andolsun ki biz, onlara en büyük azaptan önce yakın azaptan tattıracağız; ta ki dönerler.” (Secde, 32/21)

Bu ayetler, musibetlerin hikmet yönüne işaret eder: İlâhî ikaz, günahların kefareti ve kulları gaflet uykusundan uyandırmak.

  1. Hikmet Yönü

Musibetler, özellikle ehl-i iman için, maddî kayıplarını “sadaka” hükmüne çevirir. Yani dünya malının faniliği içinde, musibetle giden mallar, ahiret sermayesi olur. Böylece mümin, hem günahlarının affına hem de ebedî mükâfata mazhar olur. Bu, Allah’ın “Rahîm” ve “Hakîm” isimlerinin bir tecellisidir.

  1. Edebi Yönü

Küre-i arzın “omuz silkmesi” ifadesi, mecaz yoluyla dünyanın da bir canlı gibi ilâhî emre tâbi olduğunu hissettirir. İnsanların gafletle süslediği, fakat şükürden uzak kıldığı beşerî eserler, bir gün “çirkin” görülüp silinecektir. Bu, kıyamet sahnelerinin edebî bir tasviridir:

“O gün yer, Rabbinin vahyiyle haberlerini anlatır.” (Zilzâl, 99/4-5)

  1. Tarihî Yönü

Tarihte büyük felaketlerin, toplumların manevî bozulmalarıyla bağlantılı olduğuna dair çok sayıda kayıt vardır. Nuh kavmi, Lût kavmi, Âd ve Semûd gibi topluluklar, sadece tabii felaketlerle değil, aynı zamanda ilâhî gazapla helâk olmuşlardır. Bu olaylar, Kur’an’da tekrar tekrar zikredilir ki ibret alınsın:

“Her birini günahları sebebiyle yakaladık.” (Ankebût, 29/40)

  1. İlmî ve Bilimsel Yönü

Depremler, yer kabuğundaki fay hatlarının hareketiyle açıklanır. Ancak bu açıklama, olayın sadece “sebep” boyutudur. Kur’ân, maddî sebebi reddetmez; fakat sebeplerin ardında ilâhî kudretin işlediğini bildirir. Yani fizik kanunları, Allah’ın kudret kalemiyle yazdığı hikmetli kanunlardır. Bu bakış açısı, bilimi inkâr etmeden, ona anlam kazandırır.

  1. Akli ve Mantıki Yönü

Tesadüf, kör bir süreçtir; gayesi ve hesabı yoktur. Oysa musibetler, insan hayatında uyarıcı etkiler yapar, toplumsal dengeleri değiştirir, bireyi tevbe ve muhasebeye yönlendirir. Bu sonuçlar, bilinçli bir planın işareti olup, kör tesadüfle açıklanamaz.

  1. İbret Boyutu

Bediüzzaman’ın kıyamet tasviri, bugünkü modern şehirlerin, gökdelenlerin, teknolojik mucizelerin de bir gün “şükürsüzlük” ve “şirk” sebebiyle silineceğini hatırlatır. Bu, hem dünyevî hırslarımızın boşluğunu hem de ebedî yurdun değerini gösterir.

Özet

Zelzele ve benzeri musibetleri “gayesiz” görmek, hem akla hem dine zıttır. Bu hadiseler, İlâhî hikmetle, ehl-i imanın günahlarına kefaret, mallarını ebedîleştiren bir sadaka ve gaflet perdesini yırtan bir ikazdır. Kur’ân, bu hakikati defalarca bildirir; tarihteki helâk olayları da bunun canlı örnekleridir. Depremler, maddî sebeplerle açıklansa da ardındaki manevî maksat, Allah’ın kullarına olan merhamet ve uyarısıdır. Tesadüf değil, İlâhî takdirdir; bu bilinçle bakmak, hem dünyayı hem ahireti kurtarır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 17th, 2025