Gözlerden Irak, Vicdanlardan Uzak: Filistin Meselesi ve İnsanlığın Çıkmazı

Gözlerden Irak, Vicdanlardan Uzak: Filistin Meselesi ve İnsanlığın Çıkmazı
Yüzyıllar boyunca medeniyetlerin beşiği olmuş, peygamberlerin ayak izlerini taşıyan kutsal topraklar, bugün insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından birine sahne oluyor. Filistin meselesi, sadece coğrafi bir çatışma olmaktan çok, uluslararası hukukun, vicdanın ve ahlakın nasıl ayaklar altına alınabileceğinin acı bir örneği olarak karşımızda duruyor. Yeni Zelanda’dan Amerika’ya, Suudi Arabistan’dan Türkiye’ye kadar uzanan tepkiler ve olaylar zinciri, bu meselenin küresel ölçekteki yansımalarını ve derin ayrışmaları gözler önüne seriyor.
Siyasetteki Çifte Standart ve Tarih Önündeki Sorumluluk
Yeni Zelanda Yeşiller Partisi Eş Başkanı Chlöe Swarbrick’in, İsrail’e yaptırım çağrısı yapması ve bu uğurda meclisten uzaklaştırılmayı göze alması, tarihin doğru tarafında durma arzusunun somut bir ifadesiydi. Ancak ne yazık ki, bu duruşun karşısında, Amerika Birleşik Devletleri Senatörü Lindsey Graham gibi isimlerin akıl almaz söylemleri yer alıyor. Graham’ın “Eğer Amerika, İsrail’in fişini çekerse; Tanrı da bizim fişimizdeki çeker” şeklindeki ifadeleri, siyasetin pragmatizm kisvesi altında nasıl bir vicdansızlığa evrilebildiğini gösteriyor. Bu sözler, ilahi adaleti kendi siyasi çıkarları doğrultusunda yorumlama cüretini taşırken, Filistin halkının yaşadığı zulmü görmezden gelmeyi de meşrulaştırmaya çalışıyor. Oysa kutsal metinlerin ve vicdanın ortak mesajı açıktır: Allah, kullarına zulmetmez. Zulme göz yummak, ilahi takdire değil, beşeri bir zaafiyete işaret eder.
Toprak Gaspı, Şiddet ve Hukukun Çöküşü
Channel4News belgeselinde gözler önüne serilen Said al-Amour’un hikayesi, Filistin’de yaşanan sistematik toprak gasbının ve şiddetin bir mikrokozmosu niteliğindedir. 1953 yılına ait tapu belgeleriyle toprağının yasal sahibi olan bir insanın, silahlı yerleşimciler tarafından ‘hırsızlıkla’ suçlanıp vurulması ve ardından mağdurun oğlunun tutuklanması, hukuk devletinin nasıl bir komediye dönüştüğünü gösteriyor. Bu olay, adaletin değil, gücün ve şiddetin hâkim olduğu bir düzende, meşruiyetin nasıl tersyüz edilebileceğini kanıtlıyor. Bu durum, sadece Filistinlilerin değil, insanlık onurunun da kurşunlandığı anlamına geliyor.
“E1 Projesi” ve İki Devletli Çözümün İmkânsızlaştırılması
Katar, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi bölge ülkelerinin sert tepki gösterdiği İsrail’in “E1 Projesi,” barış umutlarını baltalayan kritik bir adımdır. Bu proje, Doğu Kudüs’ü Batı Şeria’dan ayırarak, bağımsız ve coğrafi bütünlüğe sahip bir Filistin Devleti’nin kurulmasını fiilen imkânsız hale getiriyor. Bu plan, uluslararası hukuku, Birleşmiş Milletler kararlarını ve iki devletli çözüm zeminini hiçe sayan bir işgal stratejisidir. İsrail’in bu tür adımları, sorunun barışçıl yollarla çözülebileceğine dair inancı yok ederken, bölgedeki tansiyonu da en üst seviyeye çıkarıyor.
İnsanlığın Ortak Vicdanı ve Direniş
Tüm bu zulme rağmen, Filistin direnişi farklı biçimlerde devam ediyor. Filistinli Ramazan Eid Mashahrah’ın 25 yıl süren esaret hayatında, hafızların işini kolaylaştıracak bir Mushaf yazması, inancın ve ilmin en zor şartlarda dahi nasıl yeşerebileceğinin bir kanıtıdır. İngiliz bir gencin canlı yayında “BBC soykırımın suç ortağı” demesi ya da İngiliz milletvekillerinin İsrail Büyükelçisi’nin sınır dışı edilmesi çağrısı, küresel vicdanın henüz tam anlamıyla ölmediğini gösteriyor.
Filistin meselesi, insaniyetin ve insanlığın bittiği yer olarak nitelendiriliyor. Gerçekten de bir milletin naaşını taşıyanları bombalamak, hastanelerin altyapısını vurarak salgın riskini artırmak ve direniş liderlerini hücresinde tehdit etmek, akıl ve mantığın sınırlarını zorlayan eylemlerdir.
Bu manzara karşısında, hikmetin, ilmin, ahlakın ve vicdanın sesi daha da bir önem kazanıyor. Zalime yardım etmeyi ilahi bir görev olarak gören çarpık zihniyetlere karşı, tarihin ve vicdanın doğru tarafında durma cesaretini göstermek, modern zamanların en önemli sınavlarından biridir. Filistinlilerin yaşadığı zulüm, tüm insanlığın ortak meselesidir ve bu meselenin çözümüne katkı sunmak, ortak bir insanlık vazifesidir. Aksi takdirde, gözlerden uzak olan bu zulüm, tüm insanlığın vicdanından da uzaklaşmasına neden olabilir.
Sizce uluslararası toplum, bu sistematik zulme karşı daha somut ve etkili adımlar atabilecek mi?

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 15th, 2025