Fani Dünya ve Baki Âhiret: Hayatın İbretli Sırları
Fani Dünya ve Baki Âhiret: Hayatın İbretli Sırları
Hayat, kimi zaman akıntıya kapılmış bir gemi gibi bizi sürüklerken, kimi zaman da önümüze çıkan derin ve anlamlı duraklarla bizi durup düşünmeye sevk eder.
Her biri, hayatın farklı bir yönüne ışık tutan, ancak temelde tek bir gerçeğe işaret eden birer fener gibi. Bu fenerlerin ışığında, dünya ve ahiret, nefs ve ruh, ümit ve tevekkül gibi temel kavramları yeniden idrak etmeye çalışalım.
- Dünyanın Kırılganlığı ve Ahiretin Sağlamlığı
Bediüzzaman Said Nursi’nin hikmet dolu sözüyle başlayalım: “Dünyaya ait işler, kırılmaya mahkûm şişeler hükmündedir. Bâki umur-u uhreviye ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir.” Bu söz, dünya hayatına bakışımızı yeniden şekillendiriyor. Tarih boyunca nice imparatorluklar, nice servetler ve nice şöhretler, birer cam şişe gibi kırılarak toz olup gitmiştir. Firavunların piramitleri, Roma’nın görkemli arenaları, tüm ihtişamına rağmen zamanın ve değişimin rüzgârında birer fani iz olarak kalmıştır. Zira dünyaya ait her şey, doğası gereği fani ve kırılgandır. Oysa ahirete ait işler, yani salih ameller, ilim ve güzel ahlak, elmas gibi sağlamdır. Bir fakire uzatılan yardım eli, bir yetimin başının okşanması, Allah rızası için yapılan her eylem, zamanın aşındırmasına karşı koyan bir elmas gibi parlamaya devam eder. Bu söz, bize, kalbimizi fani olanın değil, baki olanın peşine düşürmemiz gerektiğini hatırlatır. Gerçek zenginlik, kırılgan şişelerde değil, ahirete yatırım yaptığımız sağlam elmaslardadır. - Ümitsizliğin Karanlığından Ümidin Aydınlığına
“Sakın ümitsizliğe kapılanlardan olma!” diyerek bizi Hicr Suresi’nin 55. ayetine götürür. Tarih, ümitsizliğin insanı nasıl çaresizliğe ve yıkıma sürüklediğinin hikâyeleriyle doludur. Yıllar süren kıtlıklar, salgın hastalıklar, savaşlar… İnsanlık, bu zorlu sınavlardan geçerken, ümidini yitirenlerin pes ettiğine, ancak ümidini koruyanların yeni yollar ve çözümler bulduğuna şahit olmuştur. Nuh tufanından sonra yeryüzünün yeniden hayat bulması, Hz. Musa’nın Kızıldeniz’i aşması, tüm bunlar imanın ve ümidin somut birer göstergesidir. Ümitsizlik, şeytanın bir fısıltısıdır. Allah’ın rahmetinin enginliğine inanan bir mümin için hiçbir durum mutlak bir çıkmaz değildir. Gökyüzü ne kadar bulutlu olursa olsun, güneşin varlığı asla inkar edilemez. Bu mesaj, bizi her koşulda Allah’ın rahmetine sığınmaya, zorluklar karşısında metanetli olmaya ve her zaman bir çıkış yolu olduğuna inanmaya davet eder.
- Nefsi Terbiye: Ruhun Yüceltilmesi
Bediüzzaman’ın “Nefsine muhabbet ise: Ona acımak, terbiye etmek, zararlı hevesattan men’etmektir…” sözü, dahili bir mücadeleye işaret eder. Nefis, insanın en büyük imtihanıdır. Tarih boyunca peygamberler ve alimler, nefislerini terbiye etmenin, onu hevaya değil hidayete yöneltmenin mücadelesini vermişlerdir. Hz. Yusuf’un nefsine karşı koyması, Hz. İbrahim’in putları kırması, içlerindeki nefis putunu da kırmanın bir sembolüdür. Nefsine uyanlar, hırsın, kibrin ve bencilliğin esiri olurken, nefsini terbiye edenler, ruhlarını yücelterek hakikatin ışığına ulaşmışlardır. Bu söz, bize nefsin bir binek atı gibi olduğunu, ona binmeyi öğrenerek onu doğru istikamete, yani hidayete yönlendirmemiz gerektiğini öğütler. Gerçek özgürlük, nefsin esaretinden kurtulmaktır.
- Yalnızlıkta Sığınılacak Tek Dost
“Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de yardımcı vardır.” (Bakara Suresi, 107), insanın dünyadaki en temel arayışlarından biri olan dostluk ve yardım kavramına net bir cevap verir. İnsanlık tarihi, sadakatsiz dostlukların, vefasız yardımların ve menfaat odaklı ilişkilerin acı hikâyeleriyle doludur. Zalimler, tahtlarını korumak için en yakın dostlarını bile feda etmiş, nice liderler, kendi çıkarlarının peşine düşen yardımcıları tarafından terk edilmiştir. Bu ayet, bize, tüm fani dostlukların ve yardımların bir gün sona ereceğini, ancak Allah’ın dostluğunun ve yardımının baki olduğunu hatırlatır. Gerçek dostluk, Allah ile kurulan o manevi bağdır. Zor zamanlarda sığınılacak, umutsuzluk anlarında dayanılacak tek kapı O’nundur. Bu mesaj, bizi, samimi bir kalp ile O’na yönelmeye ve O’ndan başka hiçbir şeye tam anlamıyla güvenmemeye davet eder. - Kâinatın Tesbihi ve Allah’ın Hükümranlığı
Tegâbûn Suresi’nin 1. ayeti, “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder. Mülk O’nundur, hamd O’nadır. O her şeye kadirdir.” diyerek evrensel bir gerçeği gözler önüne serer. Kâinattaki her şeyin, en küçük atomdan en büyük galaksiye kadar her bir varlığın, bir tesbihin parçası olduğunu anlatır. Bir dağın görkemi, bir çiçeğin zarafeti, bir kuşun cıvıltısı, hepsi Allah’ın sonsuz kudretinin ve sanatının birer delilidir. Tarih boyunca nice ilim adamı, doğayı inceleyerek bu ahenk ve düzen karşısında Allah’ın varlığını idrak etmiştir. Bu ayet, bize, sadece sözle değil, tüm varlığımızla O’nu tesbih etmemiz gerektiğini hatırlatır. Evrendeki her bir zerrenin uyum içinde Allah’ı anması gibi, biz de hayatımızın her anında O’nun hükümranlığını ve kudretini idrak ederek şükür ve hamd içinde olmalıyız. Mülk O’nundur ve bizler, sadece emanetçileriz.
Makale Özeti
Bu makalede, beş farklı ilham kaynağından yola çıkarak hayatın temel gerçekleri ele alınmıştır. İlk olarak, dünya işlerinin fani ve kırılgan, ahiret işlerinin ise baki ve sağlam olduğu anlatılmıştır
İkinci olarak, ümitsizliğin yıkıcılığına karşı Allah’ın rahmetine olan ümidin önemi işlenmiştir.
Üçüncü olarak, nefsi terbiye etmenin, onu hevaya değil hidayete yönlendirmenin manevi yükseliş için ne kadar kritik olduğu anlatılmıştır.
Dördüncü olarak, dünya dostluklarının geçiciliğine karşı Allah’ın dostluğunun tek baki ve güvenilir liman olduğu belirtilmiştir.
Son olarak ise, kâinattaki her şeyin Allah’ı tesbih ettiği ve mülkün yalnızca O’na ait olduğu gerçeği üzerinde durulmuştur. Bu beş hikmetli talim, bize hayatı daha bilinçli, anlamlı ve ibretli bir şekilde yaşamamız için yol gösterir.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com