Gafletten İrfana: Kainata Bakışın Dönüşümü
Gafletten İrfana: Kainata Bakışın Dönüşümü
“Kezâlik, Allah’ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir. Eğer gaflet ile esbab hesabına bakarsa, ilim zannettiği şey de cehl olur.” sözü, insanın kainata bakış açısının önemini anlatır. İlim, sadece nesnelerin ve olayların yüzeyini gözlemlemek değil, aynı zamanda onların arkasındaki ilahi kudreti ve hikmeti görmektir.
Bu, bir kelebeğin kanadındaki desenlerin estetiğinden, bir kuşun uçuşundaki aerodinamiğe kadar her şeyde Allah’ın sanatını ve kudretini okumaktır. Eğer bu bakış açısıyla kainata bakmazsak, her şeyi sadece tesadüflerin bir sonucu olarak görürüz. Bu ise, cehaletin en derinidir. Bu bakış açısı, insanoğlunun bilimle dini bir çatışma içinde değil, tam aksine, birbirini tamamlayan iki yol olduğunu idrak etmesini sağlar. Tarih boyunca, İbn-i Sina, Farabi gibi ilim ve irfanı birleştiren büyük düşünürler, bu hakikati yaşamış ve eserleriyle insanlığa yol göstermiştir.
*********
Gönül Sultanlığından İnsanlığın Mesuliyetine
“Ey benî-Âdem! Nereden geliyorsunuz ve nereye gideceksiniz ve ne yapacaksınız? Ve her şeye karışıyor ve bazan karıştırıyorsunuz. Sultanınız ve hatibiniz ve reisiniz ve ileri geleniniz kimdir? Tâ bana cevab versin.” bu vecize, modern insana yöneltilmiş sarsıcı bir sorudur. İnsanın varoluş krizini ve sorumluluklarını hatırlatır. Kim olduğumuzu, neden var olduğumuzu ve nereye gittiğimizi sorgulamak, manevi uyanışın ilk adımıdır.
Bediüzzaman, bu soruyu sorarak, insanı kendini bilmeye ve yaratanını tanımaya davet eder. “Sultanınız” sorusu, kimin otoritesine itaat ettiğimizi, kimin sözünü dinlediğimizi sorgulamamızı sağlar. Bu, dünya hayatında edindiğimiz makamların, zenginliklerin veya bilginin bir Sultanlık olamayacağını, gerçek Sultanın ve otoritenin ancak Allah olabileceğini hatırlatır.
*********
Gençliğin Fani Heveslerden İhlâsa Uzanan Yolu
“Gençlik damarı, akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise kördür, âkıbeti görmez.” sözü, gençliğin tehlikeli ve bir o kadar da kıymetli dönemine işaret eder. Gençlik, enerjinin ve duyguların coşkulu olduğu, ancak akıl ve tecrübenin henüz tam olgunlaşmadığı bir dönemdir. Bu dönemde hislerin ve heveslerin peşinden gitmek, çoğu zaman sonu pişmanlıkla biten yollara sürükler.
“Madem çok sevap istersin; ihlâsı esas tut ve yalnız rıza-yı İlâhîyi düşün.” sözü ise, bu karmaşık dönemin pusulasını sunar. İhlâs, yani samimiyet, tüm amellerin, niyetlerin ve çabaların sadece Allah’ın rızası için yapılmasıdır. Bu, gençliğin coşkulu enerjisini doğru bir kanala yönlendirerek, fani heveslerden ebedi bir kazanca dönüştürmenin yoludur.
**********
Hakikat ve Tevazu
“Dindar bir adam din muhabbeti için ‘Hak böyledir. Hakikat budur. Allah’ın emri böyledir.’ der. Yoksa, Allah’ı kendi keyfine konuşturmaz. Hadsiz derece haddinden tecavüz edip, Allah’ın taklidini yapıp, onun yerinde konuşmaz.”
Bu vecize, dini söylemin en hassas noktasını aydınlatır. Gerçek dindar, kendi düşüncelerini veya keyfi yorumlarını Allah’ın emri gibi sunmaktan kaçınır. O, tevazu ve edep ile sadece Hakikat’i ve Allah’ın emrini tebliğ eder. Kendi düşüncelerini, kendi zevk ve heveslerini Allah’a isnat etmek, haddini aşmak ve ilahi taklidin tehlikeli bir oyunudur. Bu söz, dini söylemin sorumluluğunu ve ciddiyetini anlatarak, her türlü fanatizm ve bağnazlığa karşı bir uyarı niteliği taşır.
*********
Fani Hayatın Ebedi Hikayesi
“Her kim hayat-ı fâniyeyi esas maksat yapsa zahiren bir cennet içinde olsa da manen cehennemdedir.”
Fani olan bu dünya hayatını, ebedi olan ahiret hayatının önüne koyanların düşeceği manevi boşluğu ifade eder. Dışarıdan bakıldığında her şeye sahip gibi görünen, cenneti andıran bir hayat yaşasa bile, manevi olarak bir cehennem azabı içindedir. Bu söz, maddi ve manevi tatmin arasındaki derin uçurumu gösterir. Gerçek tatmin, sadece Allah’a yakınlık ve O’nun rızasını kazanmaktır.
Özet
Bediüzzaman Said Nursi’nin vecizeleri, insanın kainatla, kendi nefsiyle ve Allah’la olan ilişkisini yeniden tanımlar. Bu makalede ele aldığımız konular, bir bütün içinde ele alındığında, bizi şu sonuçlara ulaştırır:
* İrfan ve İlim: Kainata Allah’ın hesabına bakmak, her zerreden ilim damıtmak ve cehaletten kurtulmaktır.
* Varlık ve Sorumluluk: Varoluş soruları cesurca sormak, gerçek otoriteyi tanımak ve sorumluluklarımızı idrak etmektir.
* Gençlik ve İhlâs: Gençliğin enerjisini his ve hevesten arındırıp, ihlâs ve rıza-yı İlâhî ile yoğurmaktır.
* Hakikat ve Tevazu: Dini sözlerde haddi aşmaktan sakınmak, Hakikat’i olduğu gibi tebliğ etmek ve tevazu sahibi olmaktır.
* Ebediyet ve Faniyat: Fani hayatı bir amaç değil, ebedi hayatın bir vesilesi olarak görmek ve manevi huzuru bulmaktır.
Bu vecizeler, bizlere hayatın her alanında doğru bir pusula sunarak, imanın sadece bir inanç değil, aynı zamanda hayatın bütününe yayılan bir irfan ve şuur hali olduğunu hatırlatır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com