Gönül Aynası ve Hakikatin Işığı
Gönül Aynası ve Hakikatin Işığı
“Gönül aynan saf olmadıkça, çirkini güzelden ayıramazsın.” (Hz. Mevlana)
“Evet, her şey ya hakikaten güzeldir, ya bizzat güzeldir, veya neticeleri itibarıyla güzeldir.” (Risale-i Nur)
Bu iki hikmetli söz, insan olmanın ve varlığı anlamlandırmanın temel meselelerinden ikisini ele alır:
Kalbin saflığı ve güzelliğin hakikati.
Mevlana Hazretleri’nin buyurduğu gibi, insanın iç dünyası, yani gönül aynası temizlenmedikçe, dış dünyadaki güzellik ve çirkinliği doğru bir şekilde ayırt etmesi mümkün değildir. Kirli bir aynada yansıyan her şey bulanık ve çarpık görüneceği gibi, dünyevi hırs, kibir, haset ve kinle kararmış bir gönül de hakikati göremez, çirkini güzel, güzeli ise çirkin zannedebilir.
Bu durum, bizleri hak ve hakikat kavramına götürür. Hak, küçüğe, büyüğe, aza ya da çoğa bakılmaksızın her zaman haktır. Kalabalıkların tercihi, bir şeyin doğruluğunun veya yanlışlığının ölçüsü olamaz. Hak, değişmez ve ebedidir. Tıpkı Kur’an’ın düsturları gibi, ezelden gelip ebede gidecek olan hakikatler, medeniyetin kanunları gibi ölüme mahkûm değildir. Onlar daima gençtir ve kuvvetlidir. Bu da bize gösterir ki, gönül aynamızı Kur’an’ın ve sünnetin nuruyla temizlemek, hakikati görmenin en emin yoludur.
Bir diğer önemli nokta ise, varlıktaki güzelliğin çok yönlü olmasıdır. Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin ifade ettiği gibi, her şeyin bir güzelliği vardır. Kimisi bizzat güzeldir, kimisi de sonuçları itibarıyla güzeldir. Mesela, bir deprem veya hastalık, ilk bakışta çirkin ve yıkıcı görünebilir. Ancak, bu musibetler neticesinde insanların birbirine yardım etmesi, manevi yönlerini güçlendirmesi ve Allah’a daha fazla yönelmesi gibi güzel sonuçlar doğurabilir. Bu durum, bize evrendeki her olayın bir hikmetinin ve bir güzelliğinin olduğunu hatırlatır. Yeter ki biz, olaylara sadece yüzeyinden değil, derinliğinden ve sonuçları itibarıyla bakmayı becerebilelim.
Ancak, bu hikmetli bakış açısına ulaşmak kolay değildir. Bu, nefsimizle olan mücadelemizin bir sonucudur. Nefs-i emmare, yani sürekli kötülüğü emreden nefis, bizi kendi isteklerimize kul etmeye çalışır. “Sen istediğin şeye ibadet et ve istediğin şeyin peşine düş” diye fısıldar. Oysa bir Müslüman, yaratılış gayesini bilir ve kendisini yaratan, güneşi ve ayı emrine veren Fâtır-ı Hakîm-i Zülcelâl’e kul olur. Gönül aynası, ancak bu kulluk bilinciyle, nefsin isteklerinden arındırılarak saflaşır.
Sonuç olarak, gönül aynasını saf tutmak, hayatın karmaşık labirentinde doğru yolu bulmanın temel şartıdır. Bu aynayı, Kur’an’ın ebedi ve daima genç olan hakikatleriyle, Peygamberimizin (s.a.v.) sünnetiyle ve tefekkürle temizlemeliyiz. Böylelikle, her olayın içindeki gizli güzelliği görebilir, Hakk’ı batıldan ayırabilir ve nefsimizin esiri olmaktan kurtularak Rabb’imize sadık bir kul olabiliriz.
Özet
Bu makale, Mevlana ve Said Nursi’nin hikmetli sözlerinden yola çıkarak, gönül aynasının saflığının ve hakikatin doğru idrak edilmesinin önemini anlatmaktadır.
Gönül aynası, dünyevi kirlerden arındırılmadıkça, çirkin ile güzelin ayırt edilemeyeceğini belirtir. Hak, sayıya veya büyüklüğe bakılmaksızın daima haktır ve Kur’an’ın düsturları gibi ebedidir. Ayrıca, her şeyin ya bizzat ya da sonuçları itibarıyla bir güzelliği vardır ve bu güzellik, olayların ardındaki hikmeti görme yeteneğiyle anlaşılabilir. Bu idrake ulaşmak için nefsin isteklerine boyun eğmek yerine, Allah’a kul olmak gerekir.
Sonuç olarak, gönül aynasını temizlemek, doğru yolu bulmak ve hakikati görmek için hayati bir öneme sahiptir.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com