Musibetler ve Kader Karşısında Bir Yolculuk: İnsanın Varlık Amacı
Musibetler ve Kader Karşısında Bir Yolculuk: İnsanın Varlık Amacı
İnsanlık tarihi, baştan sona musibetlerle ve imtihanlarla dolu bir yolculuktur. Bu yolculukta, kimi zaman beklenmedik bir dert, kimi zaman ani bir kayıp kapımızı çalar. İşte tam bu anlarda, insanlığın ortak hafızasına nakşedilen bir soru belirir:
“Bu musibet neden geldi?” İslam düşüncesinde bu soru, derin bir maneviyat ve hikmet arayışını tetikler. Risale-i Nur’dan feyz alan bu metin, musibetlerin ardındaki manayı, kaderin sırrını ve insanın bu zorlu yolculukta nasıl bir duruş sergilemesi gerektiğini ele almaktadır.
Musibet, bir dert veya felaket olarak görülse de, aslında “yolcu” olan insana bir duraklama, bir tefekkür ve bir uyanış çağrısıdır. Risale-i Nur’da belirtildiği gibi, “Sana bir musibet geldiği vakit, ‘İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn’ yani ‘Ben mâlikimin hizmetindeyim. Ey musibet! Eğer onun izin ve rızasıyla geldin ise, merhaba, safa geldin! Çünkü elbette bir vakit ona döneceğiz ve onun huzuruna gideceğiz ve ona müştakız'” ifadesi, musibete karşı takınılması gereken en asil duruşu sergiler. Bu duruş, musibeti bir düşman değil, Hakk’ın izniyle gelen bir misafir olarak kabul etme olgunluğudur. Bu misafir, aslında bizi asıl sahibimize, yani Allah’a yöneltir. O’na dönme ve O’nun huzuruna çıkma arzusu, musibeti bir yıkım değil, bir yükseliş vesilesine dönüştürür.
Kader, bu musibetler karşısında insanın en büyük sığınağıdır.
Zira, “Kaderi tenkid eden başını örse vurur, kırar. Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır.”
Bu söz, kaderin her bir tecellisinin, ilahi bir rahmet ve hikmetin sonucu olduğunu anlatır. İnsan, sınırlı aklıyla sonsuz ilahi hikmeti tam olarak kavrayamaz. Dolayısıyla, başına gelen her şeye itiraz etmek yerine, onu bir imtihan ve bir hayır kapısı olarak görmelidir. Bu idrak, insanı isyan bataklığından kurtarır ve teslimiyetin huzurlu limanına taşır.
İnsanlık, bu dünyanın cazibedar fitnesiyle sürekli sınanır.
Duada da belirtildiği gibi, “Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmin.”
Bu fitne, insanı nefsinin esiri yapar, dünyevi arzuların peşine takar ve asıl varlık amacından uzaklaştırır. Musibetler, işte bu dünya uykusundan bizi uyandıran birer çalar saattir. Onlar, bize bu dünyanın fani olduğunu, asıl yurdumuzun ahiret olduğunu hatırlatır. Böylece, dünyanın gelip geçici beklentilerini beslemek yerine, kalplerimizi Allah’a ve ahirete yöneltmemiz gerektiğini öğretirler.
Ve yine”Herkesi mutlu etmeye çalışırsan, insanların yüreklerini değil, beklentilerini beslersin. Ve o beklentiler asla bitmez” sözü, bu fani beklentilerin yoruculuğunu ve anlamsızlığını çarpıcı bir şekilde ifade eder.
Peki, bu zorlu yolculukta insanlığa yol gösteren ne olmalıdır?
Şu hakikat bize evrenin işleyişini, kâinatın muhteşem düzenini hatırlatarak bu sorunun cevabını verir. “Şems, kamer, yıldız, arz gibi ecramı kabzasında tutan kudret, o ecramı öyle bir suhuletle tanzim etmiştir ki, dağılan tesbih tanelerini ipe dizen adam gibi, ne bir acz görmüştür ve ne başkasının yardımına ihtiyaç olmuştur.” Bu sözler, kâinatı kusursuz bir şekilde idare eden ilahi gücün, aynı zamanda insana da yol gösterdiğini, onu sahipsiz bırakmadığını anlatır.
Her bir nebatın ve ağacın “Bismillah” diyerek toprağı delip geçmesi, bu ilahi kudretin bir yansımasıdır.
Sonuç olarak, musibetler, kader, evrenin işleyişi ve insanın varlık amacı birbiriyle sıkı sıkıya bağlıdır. İnsan, başına gelen musibeti, bir imtihan ve bir yükseliş vesilesi olarak görmelidir. Kaderin sırrına boyun eğerek teslimiyet göstermeli, dünya beklentilerinden sıyrılıp ahiret yurduna hazırlanmalıdır. Ve en önemlisi, kâinatı kusursuz bir şekilde yaratan ve idare eden O yüce kudrete sığınarak, O’nun rahmetinden mahrum kalmamaya gayret etmelidir. Bu, “Cennet’i ve saadet-i ebediyeyi ve ba’sü ba’de-l mevt’i” isteyen o şefkatli insan gibi, bütün insanlık namına dua ederek ve bu yolda ilerleyerek gerçekleşecektir.
Bu yol, bir yolcunun şafaklara durmaksızın yürümesi gibidir: “Yıldızlara bas, çık yüce âlemlere yüksel insanlığı kurtarmaya Cennet’ten inen el!”
Özet
Bu makale, musibetlere karşı manevi bir duruş sergilemenin önemini vurgulamaktadır.
Makale, musibetlerin bir imtihan ve ilahi bir rahmetin tecellisi olduğunu, onlara karşı isyan yerine teslimiyet gösterilmesi gerektiğini savunur.
Kader inancının, insanı isyan ve ümitsizlikten kurtaran bir sığınak olduğu belirtilir.
Dünya hayatının cazibedar fitnesinden korunmak için ahiret odaklı bir yaşamın önemini anlatır ve fani beklentilerin peşinde koşmanın anlamsızlığına değinilir.
Son olarak, evrenin kusursuz işleyişine atıfta bulunularak, insanlığın bu ilahi kudrete sığınması ve asıl amacının ebedi saadet olduğunu hatırlaması gerektiği anlatır.
Makale, bir yolculuk metaforuyla, bu zorlu yolda ilerlerken insana düşen görevin, sabır, teslimiyet ve yükseliş olduğunu anlatarak son bulur.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com