RUH HEP BEDENDEN VE MADDEDEN ÖNDE OLMALI, GERİ VE GERİDE KALMAMALI.
RUH HEP BEDENDEN VE MADDEDEN ÖNDE OLMALI, GERİ VE GERİDE KALMAMALI.[1]
Makale, insanın manevi yönünü merkeze alarak, ruhsal derinlik ve madde arasındaki dengeyi ele alacak şekilde tasarlanmıştır.
### RUH HEP BEDENDEN VE MADDEDEN ÖNDE OLMALI
İnsan, yaratılış itibarıyla iki temel unsurdan meydana gelir: Beden ve ruh. Beden, toprağın bir hediyesi; ruh ise ilahi bir nefhadır. Ancak modern çağın hızı, teknolojinin cazibesi ve maddi dünyanın göz kamaştırıcı ışıltısı, insanı çoğu zaman ruhun derinliklerinden uzaklaştırır. Oysa ruh, bedenin efendisi, maddenin ise yol göstericisi olmalıdır. Eğer ruh geri planda kalırsa, insan kendi özünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
### Ruhun Önceliği: Bir Hikmet Dersi
Bir gün, Hz. Mevlana’nın talebelerinden biri, üstadına şu soruyu sorar: “Efendim, insan neden bu kadar çok şeye sahip olmak ister? Neden hep daha fazlasını arar?” Mevlana, tebessüm eder ve talebesine bir testi su ile bir avuç toprak uzatır. “Bu testiyi toprakla doldur,” der. Talebe, testiyi toprakla doldurur, ancak testi hemen çatlar ve su dışarı sızar. Mevlana, “İşte,” der, “İnsan da böyledir. Eğer ruhunu maddeyle doldurmaya çalışırsan, ruhun kabı çatlar ve özün kaybolur. Ama ruhunu hikmetle, sevgiyle, anlamla doldurursan, o testi taşmaz, aksine bereketlenir.”
Bu hikaye, bize ruhun maddeye üstünlüğünü ve insanın asıl zenginliğinin iç dünyasında saklı olduğunu öğretir. Madde, bir araçtır; ruh ise gaye. Eğer araç, gayenin önüne geçerse, insan bir anlamda kendi varoluş amacını unutur.
### Maddi Dünyanın Aldatıcı Cazibesi
Günümüzde insanlık, maddi dünyanın büyüsüne kapılmış durumda. Teknoloji, lüks, konfor ve daha fazlası, ruhsal derinliği gölgede bırakıyor. İnsanlar, bir sonraki büyük başarıyı, yeni bir eşyayı ya da sosyal medyada daha fazla beğeniyi kovalarken, ruhlarını beslemeyi unutuyor. Oysa ruh, tıpkı bir bahçe gibidir; eğer sulanmaz, bakılmaz, sevgiyle işlenmezse solar, kurur ve çorak bir araziye dönüşür.
Bir düşünelim: En son ne zaman bir ağacın gölgesinde oturup sadece sessizliği dinledik? En son ne zaman bir çocuğun gülüşüne şahit olup kalpten bir dua ettik? Ya da en son ne zaman kendimize şu soruyu sorduk: “Ben bu dünyada neden varım?” Eğer bu soruların cevapları bulanıklaşıyorsa, ruhumuzun geri planda kaldığını anlamalıyız.
### İbretli Bir Örnek: Karun’un Hazin Sonu
Kuran-ı Kerim’de anlatılan Karun kıssası, maddenin ruha üstün gelmesinin hazin sonunu gözler önüne serer. Karun, sahip olduğu servetle övünen, zenginliğiyle kendini diğer insanlardan üstün gören biridir. Ancak ruhunu unutmuş, servetini bir amaç haline getirmiştir. Sonunda, sahip olduğu her şeyle birlikte yerin dibine batırılır. Bu kıssa, bize şunu öğretir: Eğer ruh, maddenin ardında kalırsa, insan ne kadar çok şeye sahip olursa olsun, aslında hiçbir şeye sahip değildir.
### Ruhun Yükselişi: Manevi Dengeyi Bulmak
Peki, ruhu bedenin ve maddenin önüne nasıl geçirebiliriz? Bu sorunun cevabı, insanın kendi iç yolculuğunda saklıdır. İşte bazı adımlar:
1. **Sessizlik ve Tefekkür:** Her gün birkaç dakikamızı sessizce oturup düşünmeye ayıralım. Bu, ruhumuzun sesini duymamızı sağlar. Unutmayalım ki, ruh, gürültüde değil, sükûnette konuşur.
2. **İyilik ve Sevgi:** Başkalarına yardım etmek, sevgiyle yaklaşmak, ruhumuzu besler. Bir insanın yüzünde tebessüm olmak, en büyük manevi zenginliktir.
3. **Şükür:** Sahip olduklarımız için şükretmek, ruhumuzu maddeye esir olmaktan kurtarır. Şükür, ruhun kanatlarını açar ve bizi hafifletir.
4. **Amaç Bilinci:** Kendimize şu soruyu sık sık soralım: “Ben bu dünyada ne için varım?” Bu soru, ruhumuzu yeniden merkeze taşır ve hayatımıza anlam katar.
### Son Söz: Ruh, Hayatın Pusulasıdır
Unutmayalım ki, ruh, hayatımızın pusulasıdır. Eğer pusulamızı kaybedersek, yolumuzu da kaybederiz. Beden, bir süre sonra toprağa dönecek; madde, bir gün anlamını yitirecek. Ama ruh, ebediyete uzanan bir yolculuktadır. Bu yüzden, ruhumuzu hep önde tutalım; bedeni ve maddeyi ise onun hizmetkârı kılalım. Çünkü insan, ruhuyla insandır; ruhuyla yücelir.
“Ey insan! Sen bir küçük âlemsin, ama içinde büyük bir âlem saklı. O âlemi keşfet ki, asıl zenginlik orada.”
@@@@@@@
Ruhun Bedenden ve Maddeden Önde Olması: Hikmetli Bir Perspektif
İnsan, maddi ve manevi boyutları bir arada taşıyan bir varlık olarak dünyaya gelir. Fiziksel beden, bizim için görünür olan, hissedilen, dokunulan ve anlaşılan bir gerçeklik sunar. Ancak bedenin ötesinde, varlığımızın en derin özünü oluşturan bir yönümüz vardır: Ruh. Bedenin geçici, maddi yapısının aksine, ruh daha derin, sonsuz ve manevi bir varlıktır. Bu nedenle, “ruh hep bedenden ve maddeden önce olmalı, geri ve geride kalmamalı” ifadesi, insanın gerçek varlığının en önemli boyutunun ruh olduğunu hatırlatır.
Ruhun Önemi ve Bedene Bağlılık
Toplum, tarih boyunca insanı bedenin ihtiyaçları, arzuları ve çıkarlarıyla tanımlamıştır. Zenginlik, güç, fiziksel görünüş ve başarı gibi maddi hedefler, bireylerin hayatlarının merkezine oturmuş, ruhun derinliklerine inmek ise çoğu zaman göz ardı edilmiştir. Fakat insan, sadece fiziksel varlıktan ibaret değildir. İnsan, ruhuyla var olan, duyguları, düşünceleri ve manevi yönleriyle eşsiz bir varlıktır. Beden, geçici ve sınırlıdır; bir gün yok olacak, yerini toprağa bırakacaktır. Ama ruh, sonsuzdur. O, fiziksel sınırların ötesindedir. Ruhun bedenden önde olması gerektiği, bir bakıma insanın doğru yönelmesi gereken hedefi, değerleri ve yaşam amacını hatırlatır. Bedenin geçici arzuları, ruhun yüksek idealleriyle yönlendirildiğinde insan, gerçek huzura, iç dengeye ve kalıcı mutluluğa ulaşabilir.
Geride Kalmamak: Ruhun Yüksek Amacı
Ruh, bedenden ve maddeden önce olmalı, geride kalmamalıdır. Zira, madde ile ruhun dengesiz bir şekilde yönlendirilmesi, insanı yalnızca yüzeysel bir yaşam sürmeye iter. Maddi hedefler, çoğu zaman ruhu körelten, insanı dar bir perspektife mahkum eden hedeflerdir. İnsan bedeninin en güçlü ve sağlıklı olduğu dönemlerde dahi, eğer ruhunu beslemez, maneviyatına gereken ilgiyi göstermezse, içte bir boşluk hissi doğar. Bedenin zaferleri, ruhun derinliğiyle harmanlanmadığında ise, geride kalan sadece maddi başarılar olur. Ve nihayetinde, ruhun susturulmuş sesi, insanı derin bir yalnızlığa itebilir.
Birçok büyük düşünür ve mistik, insanın gerçek potansiyelini ancak ruhuyla keşfedeceğini savunmuştur. Mevlana, “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” diyerek, insanın ruhsal derinliğini ifade etmiş, dış dünyanın etkilerinden bağımsız olarak iç bir zenginliği ve anlamı bulmanın önemini vurgulamıştır. Bu, ruhun bedenden ve maddeden önce olması gerektiğini anlatan bir derstir. Gerçek değer, dışta olanın ötesindedir. İnsanın, bedenini ve maddi dünyayı aşan bir bilince sahip olması gerekir.
Ruhun Bedenle Uyumu
Ruh, sadece bedene hükmetmekle kalmaz, bedenin sağlıklı ve huzurlu olması için de ruhsal dengeye ihtiyaç vardır. Bedenin her türlü rahatsızlığı, ruhun bozulmuşluğunun bir yansıması olabilir. Aynı şekilde, ruhsal huzursuzluklar da bedeni etkileyebilir. Dolayısıyla, bedeni sağlıklı tutarken, ruhsal doyum ve huzur da bir o kadar önemlidir. Ruhun önce olması, insanın öz değerlerine, ahlaki ilkelerine ve manevi yolculuğuna yönelmesi gerektiğini ifade eder. Bu yönelme, yaşamın anlamını, her anın değerini ve insanın kendisiyle barışmasını sağlar.
İbretlik Bir Hikaye: Ruhun Hakikat Arayışı
Bir zamanlar bir köyde, insanlar arasında büyük bir bilgelik yarışması düzenleneceği duyurulmuş. Yarışmada birinci gelen kişi büyük bir ödül kazanacaktı. Genç bir adam, çok hevesli bir şekilde bu yarışmaya katılmaya karar verdi. Yarışma günü geldiğinde, herkes kendi bilgilerini sergilemeye başladı. Ancak bir yaşlı adam, hep sakin kalıp sadece izledi. Yarışma sonunda, en bilge kişi olarak o yaşlı adam seçildi. Genç adam merakla yaklaşarak ona sordu: “Nasıl oldu da bu kadar basit ve sakin bir şekilde en bilgili kişi oldunuz? Bizler bilgiyi nasıl aktaracağımızı bilmedik, ama siz hiç konuşmadınız.”
Yaşlı adam gülümsedi ve dedi ki: “Gerçek bilgi, sadece akılda değildir. Bilgi, ruhun derinliklerinde bulunur. Senin bildiğin her şey, maddi dünyanın sınırlarına bağlıydı. Benim bildiğim ise insan ruhunun yüksek hedefleridir. Gerçek bilgiyi bilmek, bedenin ötesindeki huzuru ve anlamı aramaktır.”
Bu hikaye, ruhun bedenin ötesinde ve maddeden önce olması gerektiğini vurgular. Bilgelik, dış dünyadan değil, insanın iç dünyasındaki derinliklerden gelir. Eğer insan sadece bedeni ve maddi dünyayı takip ederse, gerçek huzur ve anlamı bulmakta zorlanır.
Sonuç: Ruhun Önemi ve Yüksek Hedefler
Sonuç olarak, insanın gerçek potansiyeline ulaşabilmesi için ruhunun bedenden ve maddeden önce olması gerektiği gerçeği, hayatın temel eğitimidir. Bedenin geçici arzuları ve maddi hedefler geçicidir; ama ruh, sonsuz ve kalıcıdır. İnsan, ruhunu doğru besler, ona saygı gösterir ve yüksek ideallere yönelirse, yaşamın anlamını derinlemesine keşfeder. Ruh, insanın gerçek yol göstericisidir ve sadece bedeni değil, ruhu da beslemek, doğru bir yaşam sürmenin anahtarıdır.
@@@@@@
Bediüzzaman’ın ifadesiyle,
“Bir zaman, Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) Şeyh Geylânî’nin terbiyesinde, nazdar ve ihtiyare bir hanımın birtek evlâdı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hücresine, bakıyor ki, oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyazattan zaafiyetiyle, validesinin şefkatini celb etmiş. Ona acımış. Sonra Hazret-i Gavs’ın yanına şekvâ için gitmiş. Bakmış ki, Hazret-i Gavs, kızartılmış bir tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş:
“Yâ Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor; sen tavuk yersin!”
Hazret-i Gavs tavuğa demiş: “Kum biiznillâh!” O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemet ve mevsuk çok zatlardan, Hazret-i Gavs gibi kerâmât-ı harikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zâtın bir kerameti olarak, mânevî tevatürle nakledilmiş. Hazret-i Gavs demiş: “Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin.”
İşte, Hazret-i Gavs’ın bu emrinin mânâsı şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit lezi
[1] https://www.youtube.com/watch?v=kyQGjZntYWk&t=744s