BİLMEK VE BİLİNMEK İSTEYEN BİR RAB

BİLMEK VE BİLİNMEK İSTEYEN BİR RAB[1]

 

Muhyiddin-i Arabî

كُنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِيَعْرِفُونٖى
hadîs-i şerifinin beyanında “Mahlukatı yarattım ki bana bir âyine olsun ve o âyinede cemalimi göreyim.” demiştir.

**Muhyiddin İbn Arabî ve “Âyetü’l-Kübrâ” Perspektifinde Yaratılışın Aynası**
İbn Arabî’nin zikrettiği *”Mahlûkatı yarattım ki bana bir âyine olsun ve o âyinede cemalimi göreyim”* sözü, onun varlık ve yaratılış metafiziğinin özünü yansıtır. Bu ifade, meşhur kudsî hadis olan *”Küntü kenzen mahfiyyen fe ahbebtü en u‘rafe fe halaktü’l-halka”* (Ben gizli bir hazine idim; bilinmeyi istedim, bu yüzden mahlûkatı yarattım) hadisinin tefsiri mahiyetindedir. İbn Arabî’nin bu yaklaşımı, Vahdet-i Vücûd (Varlığın Birliği) doktriniyle derin bir bağlantı içindedir. Aynı tema, Bediüzzaman Said Nursî’nin *İşârâtü’l-İ’câz* eserinde de farklı bir üslupla ele alınır. İşte bu iki büyük düşünürün perspektifinden konunun izahı:

### **1. İbn Arabî’nin Metafizik Aynası: Tecelli ve Vahdet**
– **Ayna Metaforu**: İbn Arabî’ye göre Allah, mutlak güzelliğini (cemâl) ve isimlerinin tecellilerini görmek için âlemi bir ayna olarak yaratmıştır. Her mahlûk, O’nun bir isminin veya sıfatının tezahürüdür. İnsan ise bu aynanın en mükemmel parçasıdır (*aynetü’l-âlem*).
– **Vahdet-i Vücûd**: Yaratılış, Hakikat-i Muhammediye (İlâhî Hakikatin İlk Tecellisi) vasıtasıyla zuhur eder. İbn Arabî, *”Hak, halkın aynasıdır; halk da Hakk’ın aynasıdır”* (Fusûsü’l-Hikem) der. Bu, zâhir ile bâtının birliğini ifade eder.
– **Kendini Bilme Arzusu**: Allah’ın “bilinmeyi sevmesi”, kendi kemâlâtını müşahede etme iradesidir. İnsan, bu müşahedenin en şuurlu aracıdır.

### **2. Bediüzzaman’ın Teleolojik Yaklaşımı: İşârâtü’l-İ’câz’da Âyetler**
– **Kâinat Kitabı**: Nursî, *İşârâtü’l-İ’câz*’da kâinatı bir “âyetler mecmuası” olarak niteler. Her varlık, Allah’ın isimlerine işaret eden birer delildir. Örneğin, güneş *”Hakîm”* ismine, denizler *”Rahmân”* ismine ayna olur.
– **Hikmet ve Gaye**: Yaratılışın temel hikmeti, Allah’ın tanınmasıdır (*marifetullah*). Nursî, bu noktada İbn Arabî ile aynı hedefe işaret eder, ancak üslubu daha çok akıl, mantık ve Kur’ânî perspektifle sınırlıdır.
– **İnsanın Konumu**: İnsan, *şuur sahibi bir âyine* olarak yaratılmıştır. Ona verilen akıl ve kalp, Hakk’ı tanıma ve sevme kabiliyetinin araçlarıdır.

### **3. Benzerlikler ve Farklılıklar**
| **İbn Arabî** | **Bediüzzaman** |
|—————-|——————|
| Ontolojik (Varlığın özüne odaklı) | Teleolojik (Hikmet ve gayeye odaklı) |
| Mistik ve felsefi derinlik | Kur’ân merkezli ve akılcı izahlar |
| Vahdet-i Vücûd vurgusu | Vahdet-i Şuhûd (Görünenlerin birliği) yaklaşımı
| Tecelli ve zuhur temelli | İsbât-ı Sâni (Yaratıcıyı ispat) temelli |

### **4. Teolojik Hassasiyetler ve Sentez**
– **İbn Arabî’ye Yöneltilen Eleştiriler**: Bazı âlimler, Vahdet-i Vücûd’un panteizm ile karıştırılabileceğini söyler. Ancak İbn Arabî, *”Halk, Hakk’ın gölgesidir; Hakk’ın kendisi değil”* diyerek bu riski bertaraf eder.
– **Nursî’nin Denge Arayışı**: Nursî, İbn Arabî’nin derinliklerini “hakikat-ı hal” olarak kabul eder, ancak avamın idraki için daha sade ve Kur’ânî bir dil kullanır. *”Her şey O’nu gösterir, fakat O değildir”* prensibiyle aşırı yorumları önler.
– **Ortak Mesaj**: Her iki düşünür de mahlûkatın Allah’ın isimlerine birer ayna olduğunu vurgular. İnsanın vazifesi, bu aynayı şuurla temizlemek ve Hakk’ı müşahede etmektir.

### **5. Sonuç: Ayna Metaforunun İki Yansıması**
İbn Arabî ve Bediüzzaman, aynı hakikati farklı merceklerle ele alır:
– **İbn Arabî**, varlığın özünde Hakk’ın tecellisini görür ve insanı “kâmil âyine” olarak tanımlar.
– **Bediüzzaman**, bu tecelliyi Kur’ân’ın rehberliğinde akıl ve kalp ile idrake davet eder.

Her iki yaklaşım da, insanı “yaratılışın sırrını çözen şuurlu bir ayna” olarak konumlandırır. Bu, hem metafizik bir hakikat hem de pratik bir ubudiyet çağrısıdır.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=X5-tL3-mWBU&t=3s

 

Loading

No ResponsesŞubat 10th, 2025