MÜMİN MÜMİNİN AYNASIDIR
MÜMİN MÜMİNİN AYNASIDIR
Kişi kişinin aynasıdır.[1]
“Mümin müminin aynasıdır, mümin müminin kardeşidir, (ihtiyaç duyduğunda) onun geçimini temin eder / zarardan-ziyandan korur ve arkasından da / gıyabında da elinden geldikçe onu savunur.”[2]
Bir gün Peygamber Efendimiz (Sav) arkadaşlarıyla otururken Ebu Leheb meclise girer ve Efendimiz’e ”Ya Muhammed (S.A.V), birçok yerleri gezdim, senden daha çirkinine rastlamadım” der. ”Doğru söylüyorsun ya Ebu Leheb” der Peygamber Efendimiz. Biraz sonra Hz. Ali içeri girer ve tevafuk bu ya, o da: ”Ya Muhammed (Sav), Dünyada senden güzelini göremedim” der. ”Doğrusun ya Ali” der Resulullah. Bunun üzerine söz alan meclisteki bir sahabe: ”Ya Resulullah, biraz önce Ebu Leheb geldi ‘Ne kadar çirkinsin’ dedi, ona da ‘Doğrusun’ dediniz. ”Hikmeti nedir” diye sorunca, Efendimiz şöyle cevap verir: ”İnsan insanın aynasıdır. Kişi kendisi nasılsa, karşısındaki insanı da öyle görür.”
Ayna olmazsa ben kendimi göremem.
Yani sen varsan ben varım.
Sen yoksan ben yokum.
Benim varlığım, senin varlığınla kaim, devamınla da daim.
– Ne gariptir ki, doktora giden insan kendisini doktora yani bir başkasına sorar;
Ben nasılım? diye…
-SENLİKTE YOKTUR, BENLİKTE BİZDE
ZERRATI ÂBIZ BİR TEK DENİZDE.
İlim tek idi, cahiller onu çoğalttı.
Her şey bir-le başladı, bir-le ve bir-de bitti.
İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi raciun (arap. إِنَّا لِلَّٰهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ – Biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz)”[3]
Bir-den geldik, Bir-e gideceğiz.
İnsanlar Bir Adem ve bir Anneden geldiler.
Bir şeyden her şey ve her şeyden bir şey oldu.
Vahdet ve Tevhid esas oldu.
İnançtaki birlik, ameldeki birliğe dönüştü.
Her şey aslına yani bire ve birliğe rücu edecektir.
Milletimde ihtilâf u tefrika endîşesi
Gûşe-i kabrimde hattâ bî-karâr eyler beni
İttihâd oldu hücûm-ı hasmı def’e çâremiz
İttihâd etmezse millet dâğdâr eyler beni. (Selîmî (Yavuz Sultân Selîm)
Bir ve bir-likte dirlik ve rahmet, İhtilâfta zahmet vardır.
Bir O vardı, hiçbir şey yoktu.
Her şey sıfırdır, bir ile değer bulur.
Farklı organlardan oluşan insan vücudu, o birlikle var olur.
Birlik gidince, varlıkta gider ve dağılır.
DAMLALAR bir olunca deniz ve derya olur.
Yoksa yok olur.
Damla kalır.
İnsanlar bir babanın evladı gibi bir kardeş olup, birlik kursalar, dirlik güçlük doğar.
Kavga biter, paylaşım artar.
-“Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder. Evet, inkâr edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostâne bir rabıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telâkki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin. Halbuki, imanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var.
Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir, bir, bir, yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir, ona kadar bir, bir.
Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları halde, şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın.”[4]
Aynayı kırmayınız. Kendinizi kırarsınız.
Ka’be bunyâd-ı Halîl-i Âzer’est
Dil nazargâh-ı Celîl-i ekberest
Kâbe Âzer’in oğlu Hz. İbrahim’in inşa ettiği taş bir yapıdır.
Gönül ise ululuk ve celâl sahibi Allah’ın nazargâhıdır. Molla Câmî
-Bir kış günüydü. Kadı Mahmûd, biraz gecikerek kalkmıştı. Bu sebeple hocasının suyunu ısıtmaya vakit bulamadı. Büyük bir üzüntüye gark oldu ve gözlerinden yaşlar damladı. Gayr-i irâdî bir şekilde su testisini göğsünün üzerine bastırarak “Allah” lâfzını söylemekten başka bir şey yapamadı. O esnâda hocası kapıda göründü. Kendisinden abdest suyunu getirip dökmesini istedi. O da çâresiz ve irâdesiz bir şekilde bu emre baş kesti ve büyük bir endişe içinde suyu hocasının ellerine dökmeye başladı. Su, mübârek ellerine değer değmez Üftâde Hazretleri, yavaşça başını kaldırdı ve talebesinin kaygılı hâline nazar ederek tebessümle:
“–Su biraz fazla ısınmış evlâdım!” dedi.
Buna pek şaşıran Kadı Mahmûd Efendi, hafif bir sesle:
“–Nasıl olur efendim? Suyu ısıtmamıştım ki!..” dedi.
Üftâde Hazretleri de:
“–Evlâdım! Farkında değilsin; bu su, odun ateşiyle değil, gönül ateşiyle ısınmış!..” cevabını verdi.
MEHMET ÖZÇELİK
20-08-2024
[1] https://tesbitler.com/2024/03/16/golge-tecelli-ayna/
https://youtu.be/JaPmrz4HAdI?si=vKphBm_51iTQ0hPI
[2] Ebu Davud, Edeb, 49.
[3] Bakara. 156.
[4] Mektubat. Bediüzzaman. 22. Mektup.