HİSSE-36
HİSSE-36
YUSUF ALEYHİSSELAM ZAMANINDA
Yemen’e çok şiddetli bir sel gelir, ağaçları kökünden söker, binaların yıkılmasına sebep olur. Sular çekildikten sonra eski bir mezarın açıldığı görülür. Ortaya bir kadın cesediyle büyük bir servet çıkar. Kitabedeki yazı okunduğunda, bu cesedin Himyeri hükümdarlarından birinin kızı olan Tace adındaki bir kadına ait olduğu anlaşılır. Tace’nin cesedinin boynunda 7 inci gerdanlık, kollarında 7 kıymetli altın bilezik, ayaklarında mücevherli 7 halhal ve on parmağın 7 sinde muhteşem mücevher yüzüklerin bulunduğu görülür. Ayrıca baş tarafında çok kıymetli eşya ile doldurulmuş hazine gibi bir tabut parladığı da dikkatlerden kaçmaz. Bu tabutun ön kısmında ki levhada yazılı olanlar ilgi çekicidir.
Hitabede şunlar yazılı idi:
Ben hükümdarın kızı Tace’yim. Memleketimizde müthiş bir kıtlık çıktığı için, tahıl getirtmek üzere, birkaç adamımı, Mısır maliye nazırı olan Yusuf aleyhisselama yolladım. Epey bir zaman geçtiği halde gönderdiğim adamlar gelmeyince, adamlarımızdan bazılarına bir kantar (50 kilo kadar) gümüş verip herhangi bir yerden bununla bir kantar un alıp getirmesini istedim. Onlar da bulamadılar. Nihayet bir kantar altın verip tekrar gönderdimse de, yine bulamadıklarından, incileri öğütüp yemekten başka çare bulamadım. Fakat o da beni besleyemediği için, büyük bir servet içinde açlıktan ölümle yüz yüze kaldım. Benim bu acıklı hâlimi işitenler, gerekli dersi almalı, servetine güvenmemeli, gerekli iktisat yolunu tutmalıdır. Tarihte altının da, incinin de, geçmediği durumlar varsa da, benden başka dünyada hangi kadın bu kadar muhteşem ziynetler içinde ölmüştür?
Hazineler bu kadına fayda etmediği gibi, ahirette de para pul geçmeyecektir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Üzerinde kul hakkı olan, ölmeden önce ödeyip helalleşsin! Çünkü ahirette altının, malın değeri olmaz. O gün, hak ödeninceye kadar, kendi sevaplarından alınır, sevapları olmazsa, hak sahibinin günahları buna yüklenir.) [Buhari]
****************
*KISSADAN HİSSE*
Uçaktan içeri giren çok güzel genç bir kadın koltuğunu bulmak için sağa sola bakındı.
Koltuğunun iki eli olmayan adamın yanında olduğunu fark edince oturup oturmamakta tereddüt etti.
Nihayet kararını vermiş olmalıydı ki hostesi yanına çağırıp
*”Yanımda oturanın iki eli olmadığı için bu koltukta rahat edemeyeceğim lütfen bana başka bir koltuk verin.”* dedi. Hostes,
*”Hanımefendi üzgünüm ama başka boş yerimiz yok”* dese de genç kadın ısrar ediyordu. Bu durumdan rahatsız olan hostes sordu kadına,
*”Hanımefendi bana bu ısrarınızın nedenini söyleyebilir misiniz?”* Güzel kadın hostesin sorusunu
*”Ben böyle insanları sevmiyorum rahat oturup gezemeyeceğim , iğreniyorum ve kusasım geliyor”* diyerek cevapladı. Eğitimli ve kibar görünen bir kadının bu konuşmasını duyan hostes şaşkınlık içindeydi. Kadın ise
*”Ben o koltukta oturamam bana başka bir koltuk verin”* diyerek ısrarını sürdürüyordu. Hostes, çaresizlik içinde etrafına bakıp boş koltuk aradı ama boş koltuk görmedi ve kadına
*”Hanımefendi bu ekonomi sınıfında boş koltuk yok ama yolcuların rahatını sağlamak bizim görevimiz onun için ben gidip uçağın kaptanıyla konuşayım ve siz de lütfen o zamana kadar biraz sabır gösterin.”* Bunu söyleyen hostes kaptanla konuşmak için kokpite gitti. Bir süre sonra geri döndü ve kadına,
*”Hanımefendi verdiğiniz rahatsızlıktan dolayı çok üzgünüz. Bu uçakta tek bir boş koltuk kalmış o da birinci sınıfta. Kaptanımızla konuştum ve olağanüstü bir karar aldık. Şirketimiz ilk kez ekonomi koltuğundan birinci sınıf koltuğa bir yolcu gönderiyor.”* Güzel kadın son derece memnundu ama tepkisini dile getirmeden ve hatta tek kelime bile konuşamasına fırsat kalmadan, hostes elleri olmayan adamın yanına yaklaşıp
*”Efendim çok özür dilerim birinci sınıf koltukta oturmak ister misiniz? Çünkü biz sizin gibi saygın bir insanın kaba ve görgüsüz biriyle seyahat edip rahatsız olmanızı istemiyoruz.”* Bunu duyan tüm yolcular kararı memnuniyetle karşılayıp alkışladılar. O çok güzel görünen kadın ise utancından adamın yüzüne bile bakamıyordu . Birinci sınıf koltuğa gitmek için ayağa kalkan elleri olmayan adam uçaktakilere dedi ki,
*”Ben eski bir askerim ve bir operasyon sırasında teröristlerle çarpışırken atılan bombanın patlaması sonucunda iki elimi de kaybettim. Biraz önce bu manasız ve üzücü tartışmayı duyduğumda ben bu kadın gibi bencil ve aptal insanların hayatını kurtarmak için mi kendimi riske attım ve bunların güvenliği için mi iki elimi de kaybettim diye kendime kızıyordum. Ama hepinizin tepkisini görünce şimdi kendimle gurur duyuyorum. İki elimi vatanım için kaybettim; keşke şehit olabilseydim, kendimle daha çok gurur duyardım diyorum…”,* Ve sözlerini bitirince birinci sınıfta gitti. Güzel kadın ise herkesin aşağılayan bakışları altında ezilerek başını önüne eğip koltuğa oturdu.
Düşüncelerde güzellik ve saflık yoksa, yüz ve beden güzelliğinin hiçbir kıymeti yoktur! Her zaman hatırlamak gerekir ki yüzün güzel olumasının yanında kalbin güzel olmasıda şarttır
*************
Kral Faysal bin Abdülaziz, Kudüs ve Filistin toprakları üzerindeki İsrail işgaline karşı, Müslüman halkları cihada çağırdığında takvimler 1969’u gösteriyordu. Suriye ve Mısır bu çağrıya cevap vererek 1973’de Kudüs’ün işgalden kurtarılması için Arap ülkelerinin yardımını da alarak 1973’de İsrail’e savaş açar. Suudî Arabistan, batıya akan petrol vanalarını kapatır ve tüm dünyada “petrol krizi” baş gösterir.
Krizi görüşmek ve çözüme kavuşturmak üzere ABD Dışişleri bakanı Henry Kissinger, Suud Kralı Faysal’ı ziyarete gider. Görüşme, kralın sarayında değil, sahranın ortasında bir çöl çadırında gerçekleşir. Misafirine karşı pek de konuksever davranmayan Kral Faysal’ın sofrasında hurma ve deve sütü vardır. Kissinger’in “Eğer ambargoyu kaldırmazsanız biz de petrol kuyularını vururuz!” tehdidine karşı Kral Faysal, tarihe geçen şu cevabı verir: “Tabii ki petrol kuyularımızı bombalayabilirsiniz. Fakat unutmayınız ki, biz ve atalarımız hurma ve deve sütüyle yaşıyorduk, yine öyle yaşayabiliriz; ancak artık siz petrolsüz yaşayamazsınız.”
Bu olaydan kısa bir süre sonra Kral, kendisiyle aynı ismi taşıyan yeğeni tarafından hem de kendi sarayında, kafasına sıkılan iki kurşunla öldürüldü. Katil yeğen Faysal bin Musaid, Amerika’da kolej ve üniversite eğitimi görmüştü. Önce akli dengesinin yerinde olmadığı söylendi ise de sonrasında idam edildi.
Kral Faysal’ın öldürülmesinden sonra petrol vanaları açıldı ve petrol krizi sona erdi. İsrail, Amerika’nın da yardımı ile Suriye ve Mısır’a karşı yürüttüğü savaşı kazandı. Kudüs işgalden kurtarılamadığı gibi Filistin toprakları da peyderpey eriyip gitti. 1975 tarihinde gerçekleşen bu suikasttan sonra hiçbir Suud kralı, sarayından çıkıp da çölde yaşamayı göze alamadı. Hurma ve deve sütü ise mükellef saray sofralarının nostaljik birer katığı olarak kaldı. Batıya akan petrolün vanası ise hiç kapanmadı.
(Alıntı)
**************
Malik bin Dinar Hazretleri, bir gün, bir sabiye ( küçük çocuğa ) rastladı. Çocuk toprak ile oynuyordu. Bazen gülüyor ve bazen de ağlıyordu .
Malik bin Dinar buyurdu:
İçime O çocuğa selam vermek doğdu. Nefsim kibirlenip selam vermekten vazgeçti.
Ben nefsime şöyle seslendim: Ey nefsim! Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem). Hazretleri küçük ve büyük herkese selam verirdi. Sende bu çocuğa selam ver!
Ve O çocuğa selam verdim,
Çocuk:
Ve aleykümselam ve rahmetullahi ve berekatuhu, Ey Malik bin Dinar.
Sordum:
Beni nereden tanıdın? Daha önce beni görmüşlüğün yoktu?
Çocuk:
Melekut aleminde ruhum, senin ruhunla karşılaştı. Ölmeyen ve sürekli hayy olan Allahu Teala bizleri tanıştırdı.
Ben ona sordum:
Akıl ile Nefsin arasındaki fark nedir?
Çocuk:
Nefsin, seni bana selam vermekten alıkoyandır. Aklin ise seni selam vermeye teşvik eden ve zorlayandır.
Yine sordum:
Senin halin nedir? Niye bu toprakla oynuyorsun?
Çocuk:
Çünkü biz Topraktan yaratıldık; yine ona döndürüleceğiz!
Yine sordum:
Bazen gülüyor ve bazen de ağlıyorsun?
Çocuk:
Evet! Rabbimin azabını hatırladığımda ağlıyorum; rahmetini hatırladığımda ise gülüyorum.
Ben sordum:
Evladım! Senin ne günahın var ki?
Çocuk:
Ey Malik bin Dinar! Böyle söyleme! Görmüyor musun büyük odunları tutuşturmak için, önce küçük odunları tutuşturuyorlar!
****************
HER YARANIN MERHEMİ KENDİ DALINDADIR
“Bir gün bahçede tek başıma oyun oynarken ağaçtaki olgunlaşan dutları gördüm. Hemen ağaca çıkıp yemeye başladım. O kadar çok yedim ki yemekten yorgun düştüm. Ağaçtan inip gölgesine uzandım, uyudum. Sonra birden ablamın çığlıgı ile uyandım. Beni yerde ağzım burnum kıpkırmızı bir halde görünce ağaçtan düştüm sanmış. Yanıma gelip bakınca kan olmadığını, karadut lekesi olduğunu anladı. Bu seferde üstümü başımı kirlettiğim için ağlamaya başladı. Bilirsin karadut lekesi de hiç kolay çıkmaz. Annemle babam işten gelip beni o halde görseler kendisine kızacaklar. Sonra babaannem bahçeye gelip “Ne oldu Nergis?” dedi. Ablam, “Baksana babaanne, bütün üstünü kirletmiş, annem kızacak bana.”
Babaannem, “Hadi ağlama, şimdi çıkartırım ben onları” dedi. Sonra karadut ağacının yanına gidip birkaç dut yaprağı kopardı, avcunun içinde parmaklarıyla ezdi, köpürttü. Elimi yüzümü dut yaprakları ile ovalamaya başladı.
“Neden?” diye sordu Verda.
Çünkü karadutun lekesini sadece kendi yaprağı çıkarırmış.
Babaannem:
“İnsan da aynı bu ağaç gibidir” demişti o gün bize. “Yarasına ilacı başka yerde arayan her zaman yanılır. Her yaranın merhemi kendi dalındadır.“
( Alıntıdır)
***************
Adamın biri İbrahim Ethem radiyallahu anh ile tartışır ve;
Bereket diye bir şey yoktur, inanmıyorum der. İbrahim Ethem: Koyunları ve köpekleri görüyor musun? der. Adam: Evet. İbrahim Ethem: Hangisi daha çok doğurur? Adam: Köpekler yediye kadar, koyun ise en fazla üçüz doğurur der. İbrahim Ethem: Etrafına baktığında hangilerin daha çok olduğunu görürsün? Adam: Koyunlar çoktur der. İbrahim Ethem: Peki, sürekli kesilen ve sayısı azalan koyun değil mi!? Adam: Evet der. İbrahim Ethem: İşte bereket budur!. Adam: Niye böyle olur Koyun neden köpeklerden daha fazla olur? diye sorunca; İbrahim Ethem der ki: Çünkü koyunlar gecenin ilk saatlerinde yatar, şafaktan önce de kalkarlar. Böylece rahmet saatini idrak eder ve üzerlerine bereket yağar. Ama köpekler, gece boyunca havlarlar. Sonra şafak vakti yaklaştığında düşer yatarlar. Böylece rahmet saatini idrak etmezler ve bereketleri alınır.MEHMET ÖZÇELİK