HİSSE-33

HİSSE-33

ÖLÜM NEDİR HOCAM?⁉️


Bir gün öğrencileri İmam’ı Gazâli Hazretlerine:
?– “Hocam! Ölüm nedir? Bize özel olarak anlatır mısın?” demişler.
Velâyet nûru ile ölümünün çok yakın olduğunu anlayan İmam’ı Gazâli Hazretleri “Men lem yezuk, lem ya’rif” yani:
?– “Tatmayan bilmez ki! Önce kendim tadayım, sonra size anlatırım” demiş.
Öğrencileri:
?– “Aman hocam! Öldükten sonra sizinle nasıl bağlantı kurarız” dediklerinde gülümseyerek, yalnızca “İnşâAllah” diye cevap vermiş.
?Gerçekten aradan çok geçmeden İmam’ı Gazâli Hazretleri ölümü tatmış ve öldüğü gece öğrencilerinin rüyâlarına gelerek:
?– “Allah dostları sözünü tutar. İşte, bugün ölümü tattım ve sözümü tutmak için rüyânıza geldim” demiş. “Abdestimi tazeleyip, sabah namazını kıldıktan sonra, yalnızca odama çekildim ve ölüm meleğini beklemeğe başladım.
Lâilahe illallah diye zikir ederken, bir anda odamı nur kapladı ve bütün hücrelerim nur oldu. Başımı kaldırıp yukarı baktım. O nur’un etkisi ile evimin tavanı cam gibi şeffaf olmuştu.
Yattığım yerden yedi kat gökleri, melekleri, Cennet’i gördüm ve Cennet’teki bir melek bana, ya imam! İşte köşklerin, işte makamın diye Cennet’teki yerimi gösterdi. Cennet’e bakarken, sevgili Rabbim’in İrci’ıy ilâ Rabbik (Rabbine dön) hitabını duydum. O anda ruhum Allah aşkı ile cezbeye gelip, beden kafesinden fırladı ve ben kendimi başka âlemlerde buldum.
Tekrar dünyaya döndüğümde, evimin çevresinde aşırı bir kalabalık gördüm. Onlara, ne var? Ne oldu? Niçin toplandınız? diye ısrarla sorduğum halde hiçbiri ne yüzüme baktı ne de bana bir cevap verdi. İçeri girdim, hanımım ağlıyordu. Ona da aynı şeyleri sordum ama o da cevap vermeyince, az önce yatmakta olduğum odama girdim ve yerde yatan bedenimi görünce, hem öldüğümü, hem de insanların niçin benimle konuşmadığını anladım”.
Bazı öğrencileri:
?– “Hocam, yerde yatan bedenimi görünce öldüğümü anladım diyorsun. Peki sen başka, bedenin başka bir şey mi?”
İmam-ı Gazâli Hazretleri gülümseyerek:
?– “İnsanın aslı, özü, gerçek ve kalıcı kişiliği Ruh’tur. Ruhsuz beden, kesilen kol, bacak gibi cansız bilinçsiz et, kemik yığınıdır”.
Yine bazı öğrencileri:
?– “Hocam, o daracık, karanlık kabirde Kıyâmete kadar nasıl yatacaksın?”
?– “Ah yavrum!” demiş. “Eğer kabirler dışarıdan göründüğü gibi dar, karanlık ve sıkıcı olsaydı, Allah dostları birer zindan mahkûmu gibi oraya atılır mıydı? Ana karnına göre dünya ne kadar geniş, güzel ve aydınlık ise, dünyaya göre kabirlerimiz de çok daha geniş, güzel ve aydınlık” demiş ve sonra:
?– “Yakınlarım beni kabrimde bekliyor” diye ayrılıp gitmiş.

*************  

Dişi aslan avladığı ceylanı yemeye başlarken karnında yavrusu olduğunu fark eder.

Yavruyu ölmüş ceylanın karnından çekip çıkarır lakin iş işten geçmiş, yavru çoktan ölmüştür.

Aslan, annesi ölmüş yavruyu yere koyar ve ağır adımlarla bir kenara çekilip yere uzanır.

Bu fotoğrafları çeken fotoğrafçı uzun süre aslanın hareketsiz kalmasından şüphelenir ve cesaretini toplayarak aslanın yanına yaklaştığında onun öldüğünü görür.

Aslanını ölüm nedenini öğrenmek için götürdüğü veteriner karnını yarar ve kalbinin patlayarak parçalandığını tespit eder.

Bu fotoğrafı gördükten ve altındaki bu bu yazıyı okuduktan sonra anladım ki; “Aslan yürekli” olmak, gücüne dayanarak senden zayıfların hayatına kast etmek değil; masum bir annenin ya da bir yavrunun ölümüne sebebiyet vermiş olmanın üzüntüsüne yüreğinin dayanamaması demekmiş.

 

*********** 

Cemil Meriç anlatıyor:

“Said Nursî`yi çok geç tanıdım.
Şayet kendisini önceden tanıyıp eserlerini tetkik etme imkânını bulsaydım, hayatımın akışı, yaşayış tarzım bambaşka olurdu.

Üstad Bediüzzaman`ın eserlerini şayet ilk gençlik yıllarımda tanımış, okumuş olsaydım, büyük ihtimalle gözlerimi bu kadar erken yaşlarda kaybetmezdim…

Önce Batı`ya yönelerek peşine düştüğüm hakikati, yine Doğu`da buldum. Doğu`da ise, en parlak yıldız olarak Said Nursî`yi tanıdım.

Tanzimat`tan bu yana,
İslâm tefekkürünü temsil makamında, bir tek onu tanıdım.
Başka hiçbir şahsiyet, bu makamı dolduramıyor, hakkını veremiyor..

Said Nursî, İslâm irfanının, cihanşümûl hakikatlerini küçük bir risâlede toplamış.
Üstâd  şimşek pırıltıları ile aydınlanan bu karanlık bölgelerde büyük bir
güvenle dolaşıyor.
Üslûb kesif ve izahlar inandırıcı.

Asırları kucaklayan bir tefekkürün çağdaş idrâke seslenişi, yaralanan bir idrâke, yabancılaşmış bir idrâke…

İslâm tefekkürünü temsil eden Bediüzzaman`ın celâdeti, taşıdığı sağlam îmanın tezahürüdür.
Vak`a–yı Hayriye`den (Tanzimat`tan) beri (1839) bizde İslâm tefekkürünün büyük isimleri çıkmamıştır. Sadece Said Nursî var. Hürmete lâyık başka bir adam tanımıyorum.
Ben onu tanıdım…

Ben, Müslüman mütefekkir deyince, celâdetiyle, cihadetiyle onu tanıdım, başka tanımadım.

Ülkede zoru, baskıyı, zulmü görünce hepsi `Pırt!` deyince kaçan, firar eden insanlar vardı.
Bir tane başka göremedim ki…

Evet, Tanzimat`tan sonra büyük İslâm mütefekkiri yok. Olsaydı, zaten bu hale gelmezdik. Yani olsaydı,
bir mücadele olurdu…
Hiçbir mücadele olmadı. Giyin dediklerini giydik,
atın dediklerini attık.
Dili de mahvettik…

Bütün bu cinayetler olurken, herkes pustu, sindi…
Tek sesini çıkaran Said Nursî oldu, o kadar…

Said, dağbaşında vaaz eden bir mürşid. Hor görülenler, her şeyini kaybedenler, mukaddesleri çiğnenenler ona koştu akın akın… Nass’ların yalçın duvarları arkasından geliyordu bu ses, târihin içinden geliyordu:

Kabuğuna çekilmiş yüz binlerce insanı uyandırdı.
Bu hayalî insanlar o konuştukça gerçekleşti…

O konuştukça, laikliğin kartondan setleri yıkıldı birer birer. Kentle köy, çağdaş uygarlık düzeyi  ile Anadolu, tereddütle inanç karşı karşıya geldi…

Nurculuk, bir tepkidir.
Kısır ve yapma bir üniversiteye karşı medresenin, küfre karşı îmanın, Batı’ya karşı Doğu’nun isyanı. Her risâle bir çığlık, şuuraltının çığlığı. Zulmün ahmakça taarruzu olmasa, bu münzevi ses böyle sayhalaşır mıydı?

Tanzimattan beri her hisarı deviren teceddüt dalgası ilk defa olarak Nur kalesi önünde geriler.
Bu emekleyen, bu kekeleyen yığın, devrim yobazları için bir yüz karasıdır. Düşünmezler ki kendi yüz karaları bu. Nurcuları yok farz etmek, gaflet.
Nurcular adalarında kendi hayatlarına devam edebilirler.
Ama kökünden kopmak kimseye mutluluk getirmez.
Aydının görevi fildişi kulesini yıkarak bu mazlum kitleyi muhabbetle bağrına basmak, acısını anlamaya çalışmak…

Said-i Nursî, Yalçın bir irade, taviz vermeyen bir mizaç, tefekkürden çok iman…

Deccal karşısında imanın remzi, işareti; mü’minin duruşunu temsil eden asil
bir sembol…

Cemil Meriç 

Loading

No ResponsesAğustos 29th, 2022